hesabın var mı? giriş yap

  • poşe yumurtayı,

    sarımsaklı yoğurt, yağ ve kırmızı biberle servis ederseniz çılbır;

    iki parça muffin arasında bacon (domuz jambonu--normal jambon da olur), hollandaise sos ile servis ederseniz egg benedict (ilk defa bu çeşit yemeği bulan lemuel benedict'e ithafen);

    yine iki parça muffin arasında bu sefer jambon yerine tütsülenmiş somon ile servis ederseniz egg royale (tercihen üstüne kırmızı veya siyah havyar ve frenk soğanı eklenebilir);

    yine iki parça muffin arasında ama bu sefer bacon veya somon yerine sotelenmiş ıspanak ve hollandaise sos ile servis yaparsanız egg florentine (menşei floransa); şeklinde adlandırılır.

    (hollandaise sos: yumurta sarısı, sıvı yağ, su ve limon suyunun iyice çırpılarak kıvamlandırılmış fransa ve hollanda menşeili bir sos).

    muffin yoksa iki parça kabarık kızarmış ekmek de aynı işi görecektir. üstte poşe yumurtanın nasıl yapılması gerektiği güzelce yazılmış. işin püf noktası dağılmayı önlemek için pişirilecek suda muhakkak sirke (veya birkaç damla limon) olması, yumurtayı kırmadan önce suyu karıştırıp girdap haline getirmek ve yumurtayı bu girdabın içine kırmak (yumurtayı dağıtmadan toplu halde pişmesi için) ve aşırı pişirmeden dikkatlice sudan almak.

    afiyet olsun.

  • sözlükten düşürülen kızın cinsiyetinin kadın çıkmasının gerçekten muazzam olduğu eylem. daha muazzamı da buddy başlığına 16 ilan vermiş bir beyefendinin hala kılsızını araması.

  • obsesif kompulsif bozukluğu olanlarda görülme olasılığı yüksek olan bir durum. bu bozukluğun ileri durumlarında bu insanlar kucaklarına herhangi bir bebek de almak istemezler. bir anda aniden kendilerini tutamayıp çocuğu atacaklarını veya düşüreceklerini düşünürler ve ona zarar vermekten ölesiye korkarlar. ama ironik şekilde böyle bir şeyi asla yapmazlar. yani kendinizden korkmayın. beyinde kendi kendini
    tutan otokontrol mekanizması var ve hayatta kalma içgüdüsü çok kuvvetli. o sizi tutar.

  • gömleğinin son düğmesini kapatarak kendini hipster zannerken müezzine benzeyen arkadaşların kadınlara verdiği bir takım tavsiyeler.

  • her anlamda üzen olay.
    "oh olsun" diyenler lütfen okusun. fenerbahçeli bir arkadaşımdan enfes bir olayla tarihi bir ayar geliyor:
    7 haziran 1932 günü şimdilerde fenerbahçe şükrüsaraçoğlu stadı'nın bulunduğu papazın çayırı ve kulüp binası yandı.yangın sırasında birçok fenerbahçeli futbolcunun evleri de yangından etkilendi.yangından önce ise selanik mütelliti isimli bir yunan takımıyla maç ayarlanmıştı ve maçı iptal etmek için çok geçti. fenerbahçeli futbolcular borç aldıkları formalarla stada geldiler ancak birçoğu yangının söndürülmesine yardım ettikleri için bitkin ve yorgun durumdaydı.maçın başlamasına dakikalar kalan galatasaray'ın efsane kaptanı aslan lakaplı nihat bedik ve galatasaray'ın a takımından 6 as futbolcu soyunma odasına geldi. nihat soyunma odasına girdikten sonra "bu zor gününüzde sizi yalnız mı bırakacağız, kabul ederseniz arkadaşlarım ve ben sizinle birlikte fenerbahçe formasını terletmeye hazırız" der. fenerbahçeli'ler bu teklifi kabul eder ve galatasray ve fenerbahçeliler'den oluşan bu takım maçı 4-0 kazanır.

    ben de koyu bir fenerbahçeli olarak, tarihten yapılan bu alıntıyı, galatasaray üniversitesi'nin yanmasıyla dalga geçen, bana göre özde sporsever olmayan fenerbahçelilere ithaf ediyorum

  • 1990'lı yıllar henüz 8 yıllık eğitim bile yok...

    ablam ve ben aynı liseye gidiyoruz. ben ortaokula yeni başlamışım, ablam da lise sonda. ailemin durumuysa kötü... yemek ucuz olduğu halde bir günde en fazla bir yemek parası verebiliyorlar.

    ben o parayla gidip yemeği alıp bir güzel yiyorum. sonra "doymadım" diyerek tekrar yemek istiyorum. getirip gizlice masada oturan ablama veriyorum. tabii bazen yemek artmıyor veya ana yemek bitiyor, makarna pilavla idare ediyor ablam.

    bir gün hiç unutmuyorum, yemeği almış, ablama teslim etmiş, yemekhaneden çıkmak üzereyken yemekhaneciyle göz göze geldim...

    insan çıktı adam, kafasını hemen çevirdi. ama yine de artık her gün yaşadığım ızdırap iki katına çıktı. önüne gelip "ben doymadım" dediğimde biliyor, hiç yüzüme bakmıyor. dolduruyor...

    hatırlaması bile can sıkıcı...

  • çok doğru eskiden hep olan bir şeydi, siz görmediniz diye hiç olmamış bir şey olacak değil. hala birçok evde veriliyor türk kahvesinin yanında likör. bu alkol düşmanlığı nedir ya. alkole karşı olan duruşunuzu keşke onurlu ve şerefli olmak için de kullansanız.

    edit: alla nostra buona fortuna adlı çaylak arkadaşım hatırlattı çok da güzel oldu. böyle bir şey yok diyorlar ya 20 yıl önce çekilen bizimkiler dizisindeki şu sahneyi izleyebilirsiniz. yani bayramlarda çok eskiden beri likör veriliyor. bunun müslümanlıkla da alakası yok tabi ki zaten onu kastetmediğim de açık gelen mesajlara istinaden yazdım bunu. bir gelenek olmuş bu olay hepsi bu. zaten ülkemizde bir ton saçma gelenek var ama bu gelenek niye battı insanlara anlamadım. istemeyen içmesin bu kadar basit. zorla içiriyorlar sanki.görsel sebastian de morra nickli çaylak arkadaş gönderdi bu reklam görselini de. herhalde artık kimse bayramlarda böyle bir şey yok diyemez*
    bir video da dorkkoytnickli yazardan geldi bu da avrupa yakasından

  • aradan geçen 11 yıl 4 saat saat sonra bile tazecik, dumanı tütebilen acı.

    yaşanan ilk acıysa ve anneler günü ise o gün, inanası gelmez hiç insanın. çok küçüktür bir de. daha yeni okumayı sökmüş, yakasına kızarmış elmayı takalı henüz bir ay olmuştur. ilk dönemdeki süper notlar erkenden ''sınıf geçme hediyesi'' isteme cesareti vermiştir ona. baba; oğlum ne isterse alırım deyince o da bisiklet istemiştir. tam istediği gibi oğlunu mutlu eden babanın tek şartı vardır ama. ''okullar kapanınca bineceksin''. peki denir babaya ama kendi kendini yer tabi kardeş.

    anneler günü sabahında ablanın reddetmesine karşı saatlerce yalvarır ''ablacım sadece 10 dakika, nolur babama söyleme ama'' diye. abla da dayanamaz, kıyamaz. verir bisikleti. o sayılı dakikanın yarısı olmadan kapı çalar. komşu kardeşin bisikletten düştüğünü söyler, çok sakin karşılanır, olabilir gibi. yerde yatan, üzeri örtülü biri vardır. var ama onun ayağındaki kardeşin ayakkabısı değil, bisiklette onun bisikleti değildir ki o benim kardeşim olsun. değil işte, hiç birşey onun değil ama bir anda oracıkta beliren babanın yürekten kopan çığlığı herşeyi özetler sana. üzeri örtülü o... canım kardeşim.

    ilk anda anlamazsın. aklın harçlığıyla anneler günü hediyesi almak için para biriktirmiş, süt dişi yeni çıkmış küçüçük kardeştedir. ama o nerde o... o merhametli minik yürek annesi olmadığı için üzüldüğü, zinciri pastan dönemeyen biskleti, ayağındaki ayakkabısı yırtık, 'benim bisikletim öyle değil, sen hep binersin, biraz giyeyim mi ayakkabını, veririm inince diyen sinif arkadaşıyla karşılaşır. ve sen bunları o gittikten yılar sonra, liseyede okuyan, hala ayakkabıyı saklayan o arkadaştan öğrenirsin. ölmek mi, öldürmek mi arasında sıkışırsın işte o zaman.

    yaşıtları üniversite tercihleri hakkında danışmak için abla bilip yanına geldiklerinde ise şakağındaki o şey boğazına dizer hayatını. 19 unda gözleri parlayan genç flörtlerinden bahsederken sen, gitmeden bir gün önce hasta olur diye dondurma almadığın, gözünün yaşına kıyamayıp bisikleti verdiğin, on dakika sonra gelecek olan canini düşünürsün. düşünmek istemediğin tek şey ellerinle üstüne toprak ettiğin kardeşinin kanina, canina biçilen paranin hesabina yatirilmak istenmesidir.

    o anda yüreğinde binlerce mum birden yanar. her gün birisi söner. ama birtanesi hiç sönmez. yediğin lokmanın yarısı acı geçer boğazından. keşkelerle yıllar geçer. suçluluk şakağına dayalıdır hep. kulağındaki onlarca küpe olmuş şey tek karındır. aci çok şey öğretmiştir. dost, düşman ayirmak kolaylaşmiştir sanki. bayramlar mezarlikta başlar, anneler günü karalar günü olur, takvimlerde doğum günü hep kirmiziya boyanir.

    yazarken yutkunmayi bile çok gören, ekran bozuldu mu ne, neden bu kadar bulanik dedirten bu aci, yarinki anneler gününü minicik bedenini toprağa koyduğu evladinin mezari başinda geçirecek annemin, babamin asla okumasini istemediğim şeyleri yazdirdi bana. hayat sadece acı değil ama. tadıdan yenmeyen şeyler de var. yüreğe ağir gelen bu duygudan siyrilmamin tek sebebi, anneme tapma nedenim, canimi istese düşünmeden vereceğim bir tanecik meleğimdir.

    o meleğin yazdırdıkları içinse (bkz: ablalarin kardeş sevgisi/@nunuca)

  • taç atışının elle yapılması. ayakla oynanan bir oyun. bütün serbest atışlar, duran toplar ayakla yapılıyor. taç atışı elle. neden? vardır belki bir sebebi de ben bilmiyorumdur... daha estetik olurdu sanki ayakla yapılsa...