hesabın var mı? giriş yap

  • bu ciddi bir konu. yazar arkadaşın etrafındaki insanlar aynı zamanda sizin de etrafınızda olabilir.

    edit: ulan 2 fav alacağız diye yapmadığınız embesillik kalmıyor şu alemde. insandır bu. düşer, kalkar. yarın öbür gün sen düşersin, olmadık bir sebeple bir borcun altına girersin, tanıdığından yardım istersin, veririm ama kız kardeşinle veya karınla bir gece birlikte olurum, al paran hazır derler. o zaman erkeklik yapmaya kalkarsın. ama söz konusu kadın olunca rerere,rörörö. yabancı değil oğlum bu mesajı yazanlar. sizin de çevrenizde var düşmenizi bekleyip, düştüğünüz an arkanızda bitecek olanlar.

    bu mesele meriçlik meselesi değil. insanlık meselesi. ekonomik şartlar ortada. insanlar maddi olarak zor dönemler geçirebiliyor. ya destek olursun ya da olmazsın. bu kadar basit!

    debe editi: bu başlık altında yazılanlara baktığınız zaman ülkeye olan umudunuzu kaybedebilirsiniz. destek verip debe ye girmesini sağlayanlara baktığınızda ise hala bir şeylerin düzeleceğine dair umudunuz olsun!

    bu memlekette namussuzlugun bu kadar prim yapması, namusluların sesinin çıkmamasından kaynaklıdır. lakin biz henüz ölmedik ve hala çok kalabalığız. namussuzlugu normalleştirmenize izin vermeyeceğiz!!! ne kadın, ne erkek, ne çocuk hiçbir şekilde sizin insafınıza bırakmayacağız. ama birgün olurda karşılaşırsak böyle bir durumla çevremizde, annenizin bile tanıyamayacağı hale getireceğiz, bilginize..

    siz elalemin kızına 3 kuruş para için bunu söyleme cesareti gösterecek kadar cesursanız, biz de gerekeni yapmak için hazır bekliyoruz! hodri meydan..

  • 10 yıl kadar önce; o zaman 80 yaşında annem. bastonuyla yürüyor her sabah. cübbeli genç bir kopil anneme yaklaşıyor.
    -namazınızı kıldınız mı?
    - (anneciğim gözleri görmüyor net, mahallenin hocası sanıyor) kıldım efendim.
    (mütedeyyindir anacım, her sabah kılar-dı)
    -neden başınızı örtmüyorsunuz?
    - (annemde şafak atıyor tabii) bana bak!!!@!@!@!
    baş örtmek ne zaman moda oldu? !?
    bastonuyla da kovalıyor adamı...
    sonradan öğreniyor o namazı soranın da genç bir delikanlı olduğunu, cübbe içinde adam sanıyor kendini gerzek...

  • türkiye'de gerçekleşmekte olan durum. kapalı alanda sigara yasağı olmasına rağmen, istisnalar hariç, neredeyse bütün meyhanelerde sigara içilmesine müsaade ediliyor. ne bakanlık, ne vatandaş, ne polis kimse müdahale etmiyor. bu konuda herkes başını kuma gömmüş durumda.

    olan benim gibi sigaradan hazzetmeyen insanlara oluyor. şimdi bi kaç sığ arkadaşın “madem sigaradan hazzetmiyosun niye meyhaneneye gidiyosun” diye yorum yapacağına adım gibi eminim. içki içiyorum diye sigara içmek ya da sigara dumanına maruz kalmak zorunda mıyım? ayrıca kurallara uyup mekanında sigara içirtmeyen meyhanelerin suçu ne? kurallara uymak mı?

    artık bu konu hakkında birileri harekete geçmeli. çünkü üç maymunu oynamaktan ben kendi adıma yoruldum. kapalı alanda sigara içirten meyhaneler alenen suç işliyor ve cezasız kalıyolar. toplum sağlığı için bunun önüne geçilmesi lazım.

    edit: başlığı altında yazılanlara görünce bu ülkeden bi bok olmayacağını anlıyosun. adama kapalı alanda sigara içmek yasak diyosun, toplum sağlığına zarar veriyosun diyosun, gelişmiş bir toplumda yasalara uyulması gerekir diyosun, adam "meyhanede sigara içmek benim keyfim yeaaaaa, karışmayın bi keyfimize de, sigara içmiyosan gelme meyhaneye" diye sığ bi cevap veriyo.

    o zaman ülkede herkes keyfine göre hareket etsin. mesela sen insanlara tokat atmaktan mı hoşlanıyosun, git sokakta gördüğün herkese tokat at. sonuçta bu senin keyfin. başkalarının sağlığı senin umrunda değil. neden böyle yapıyosun diyenlere de "bu benim keyfim yeaaaa, sen de sokağa çıkma o zaman" diye cevap ver, konu kapansın.

    sonuç olarak laftan anlayan dostlarıma anlatmak istediğim şu, kapalı alanlarda sigara içilmesi yasak. yasa diyorum yasa. yasaları keyfine göre delemezsin. delersen işte o da senin yıllardır eleştirdiğin sistemin çocuklarından bi farkın olmadığını gösterir bu. ha yarın yasa değişir, meyhanelerde sigara içilmesi serbest bırakılır o zaman saygı gösterilir tabi ki bu duruma. biz de ona göre meyhaneye gider ya da gitmeyiz. olay bu.

    debe editi: bu entryimin debeye girmesine çok sevindim. ilk başta başlığa girilen entryleri görünce insanların kural tanımaz düşünceleri beni üzmüştü. ama sonrasında düşüncemi destekleyenleri görmek ve çoğunlukta olduklarını anlamak iyi geldi. demek ki hâlâ ülkede yasaların korunması, uyulması gerektiğinin bilincinde olan, toplumun yararını gözeten bi çoğunluk var. ayrıca sigara içtiği halde empati yapan dostlarıma da teşekkür ederim. iyi pazarlar herkese.

  • adamlar 2 santim ileri gittiğini kar sayıyor. geri geri gitmiyor ki tramvay geçsin. istiyorlar ki tramvay yanlasın da öyle geçsin. tam sığırlar.

  • montaigne ünlü olmadan önce ölüm hakkında çok kafa patlatan ve ölümden endişe duyan bir insanmış zira en iyi arkadaşı etienne de la boetie'yi, babasını, erkek kardeşini ve ilk çocuğunu kaybetmiş; sen ben kadar, belki daha fazla ölüm düşüncesi kafasını meşgul edermiş.

    bir gün malikanesinde çalışanlarla beraber çıktığı bir gezide atından düşmüş ve ölümle burun buruna gelmiş. ağzı burnu kan içinde kalmış, yerinden kıpırdayamamış. bilincini kaybetme noktasına kadar geldiğinde artık kendisi için sonun yaklaştığını, o anlarda aldığı her nefesin son nefes olabileceğini kabullenmiş. bu kabulleniş hayatı yeniden yorumlamasına sebep olmuş. 36 yaşında başına gelen bu olay sonrasında bordeaux yüksek mahkemesindeki görevinden istifa etmiş ve denemeler'i yazmaya başlamış. yaşam, ölüm, korku, arkadaşlık, erdem, vicdan vs aklına ne geldiyse, o gün başından neler geçtiyse, ne hakkında yazmak istediyse yazmış. önceden yazdığı düşüncesiyle/davranışıyla çelişkili bir durum ortaya çıktığında önceki yazısına dönüp değişiklik yoluna gitmemiş; insan hayatının tecrübelerden oluştuğunu, her tecrübenin düşüncelerimizi ve davranışlarımızı değiştirebileceğini ve bunun yaşamın bir parçası olduğunu anlatmış.

    başlık kendi içerisinde ölümü ve yaşamı özetliyor: bir gün ölecek olmak. montaigne yaşarken ölümü düşünmenin bir faydası olmadığını, aksine yaşamın kalitesini azalttığının farkına varabilmiş, bunu yazdıklarıyla aktarmaya çalışmış, bir gün ölecek olmayı kabullenip kalan bütün günlerde yaşamı olabildiğince tatlı yaşamayı öğütlemiş.

    yaşıyor olmanın nefes alıp vermekten ibaret olmadığını en iyi idrak eden ve en iyi aktaran yazarlardan biri montaigne. yaşadığı hayat ve yazdıkları, ölüm düşüncesi sizi korkutuyor olmasa dahi hayatınızı güzelleştirebilir.

    (bkz: nasıl yaşanır ya da bir soruda montaigne'in hayatı)

    http://www.idefix.com/…asp?sid=bm6wdd31ey2ymis44pte
    http://www.amazon.com/…stion-attempts/dp/1590514831

  • böyle düşünen kaç insan vardır bilmiyorum ama mesajlaşma olayı bana oldukça zahmetli ve bunaltıcı geliyor. sürekli cevap yazmak zorunda olmak, pıt pıt telefon ekranında tuş aramak insanları nasıl darlamıyor anlamak mümkün değil.

  • devletin başbakanı*, "kürtaj cinayettir" der.
    devletin polisi*, gözaltına aldığı kadına tecavüz eder.
    belki kadın gebe kalır ve kürtaj yaptırmak zorunda olur.
    devlete göre bu kadın, artık cinayet işlemiştir, dolayısıyla katildir.

    nereden bakarsan bak, işin içinden çıkamazsın.

    böyle bir paradoksun yaşandığı ülke, 2012 yılının türkiye'sidir.

  • 43 yıl önce bugün dünyaya gelmiş ikiz kardeşler.

    1 nisan 1978'de arthur ve molly weasley çiftinin dördüncü ve beşinci çocukları olarak dünyaya gelen tek yumurta ikizlerinin adları muhtemelen dayılarına ithafen verilmiştir. molly'nin kardeşleri fabian ve gideon prewett'ın baş harflerine uyumlu olarak adlandırılmışlardır (prewett kardeşler birinci büyücü savaşı'nda yoldaşlık'a katılıp savaşmışlar ve antonin dolohov'un dahil olduğu beş kişilik ölüm yiyen tarafından sıkıştırılıp öldürülmüşlerdi). büyük olan kardeş fred'dir.

    tüm harry potter çevresi tarafından haylazlıkları ve şakalarıyla bilinen ikizler cesur ve doğruluklarının yanı sıra oldukça zeki ve yeteneklidir. weasley büyücü şakaları'nı kendi icatlarıyla kurmuşlardır ve muhtemelen çapulcu haritası fred ve george yerine bir başkasının eline geçseydi sırrı çözülmeden kalacak, kullanmaya çalışana kötü espriler yapan bir kağıt parçası olarak çöpe atılacaktı.

    aynı şekilde gryffindor quidditch takımının görüp göreceği en yetenekli vurucular olduklarını unutmamak gerek.

    cesaretleri ise bambaşka bir konu. tüm öğrencilerin tırstığı umbridge'le alay etmeleri şöyle dursun, voldemort'un suratına kartopu atmışlıkları var. felsefe taşı'nda fred ve george'un profesör quirrell'ın sarığında kartopu hoplattıkları için cezalandırıldıkları bir kısım var. quirrell'ın sarığının içinde ne vardı, daha doğrusu kim vardı? voldemort.

    herkesin bildiği gibi bu ikilinin sonu iyi bitmedi. yedinci kitapta fred öldü ve george hiçbir zaman bunu tam anlamıyla atlatamadı. ron'la şaka dükkanını işletmeye devam etti, oğluna da kardeşinin ismini verdi.

    şunu da belirtmek gerekir. fred ve george ikizleri filmlerde birkaç komik espri ve sırıtışla geçirildiler. oysa kitaplarda çok daha eğlenceli ve sivri zekalılar. sadece filmleri izleyenler weasley ikizleriyle ilgili esas eğlenceyi kaçırmış olabilirler.

    film ve kitaplardan ikizlere ait bölümler:

    “hadi, çabuk olun!” dedi kadın, üç çocuk trene bindi. anneleri yanaklarına güle güle öpücüğü kondursun diye pencereden eğildiler, küçük kız ağlamaya bağladı.
    “ağlama, ginny, sana bir sürü baykuş yollarız.”
    “sana hogwarts'tan bir de tuvalet kapağı göndeririz.”
    “george!”
    “şaka ediyordum, anne.”
    (felsefe taşı - kitap)

    “p var! herhalde parlak öğrenci anlamındadır! hadi, percy, giy şunu. bak, biz hepimiz giydik. harry'de bile var.”
    ikizler kazağı kafasından geçirmeye çalışırken, “ben – istemiyorum -” diye homurdandı percy; bu arada gözlüğü de düşmüştü.
    george, “bugün sınıf başkanlarıyla birlikte olmayacaksın,” dedi. “noel'de aile bir araya gelir.”
    kazaktan kollarını bile geçirmesine fırsat vermeden percy'yi karga tulumba odadan çıkardılar.
    (felsefe taşı - kitap)

    fred, "hey yoldan çekil, percy," dedi. "harry'nin acelesi var." george kahkahasını zor tutarak, "evet," dedi "zehirli dişi olan hizmetkarıyla bir fincan çay içmek için sırlar odası'na uğrayıverecek."
    (sırlar odası - kitap)

    "harry!" dedi fred, percy'yi dirseğiyle önünden çekip abartılı bir şekilde eğilerek. "seni görmek muhteşem azizim-"
    "harika," dedi george, fred'i itip harry'nin elini kaparak.
    "kesinlikle fiyakalı."
    percy'nin alnı kırıştı.
    "haydi yeter," dedi mrs weasley.
    "anne!" dedi fred, sanki onu yeni görmüş gibi. annesinin de elini yakaladı.
    "seni görmek ne fevkalade-"
    (azkaban tutsağı - kitap)

    "harry - bu bir cep sinsioskopu. etrafta güvenilmez biri varsa, parlaması ve olduğu yerde dönmesi gerekiyor. bill bunun büyücü turistler için satılan saçma sapan bir şey olduğunu söylüyor, güvenilir değilmiş. dün akşam yemeğinde yanıp durdu da ondan. ama bill o sırada fred'le george'un çorbasına böcek koyduklarının farkında değildi."
    (azkaban tutsağı - kitap)

    "ailedeki ikinci öğrenciler başkanı!" dedi, göğsü kabararak.
    "ve sonuncu," dedi fred usulca.
    "ona ne şüphe," dedi mrs weasley, birden kaşlarını çatarak. "ikinizi sınıf başkanı yapmadıklarının farkındayım."
    "niye sınıf başkanı olmak isteyelim ki?" dedi george. bu fikir ona tiksinti vermiş gibiydi. "hayatın ne zevki kalır o zaman?"
    ginny kikirdedi.
    "kız kardeşinize daha iyi örnek olmalısınız!" diye çıkıştı mrs weasley.
    "ginny'nin örnek alacak başka ağabeyleri var anne," dedi percy mağrur bir edayla. "ben gidip yemek için üstümü değiştireyim..."
    percy gidince george derin bir oh çekti.
    "onu piramide kapatmaya çalıştık," dedi harry'ye. "ama annem bizi gördü."
    (azkaban tutsağı - kitap)

    "erken bir noel hediyesi; sana, harry" dedi.
    "bu ne ki böyle?"
    "bu, harry, bizim başarımızın sırrı" dedi george, parşömeni sevgiyle okşayarak.
    "onu sana vermek içimizi yakıyor" dedi fred. "ama dün gece, senin ihtiyacının bizimkinden daha fazla olduğuna karar verdik."
    "neyse, zaten ezbere biliyoruz" dedi george. "onu sana miras bırakıyoruz. artık pek ihtiyacımız yok."
    "peki benim eski bir parşömen parçasına niye ihtiyacım olsun?" dedi harry.
    "eski bir parşömen parçası ha!" dedi fred. sanki harry ona hakaret etmiş gibi, dişlerini sıkarak gözlerini kapatmıştı. "açıkla, george."
    "şey... daha biz birinci sınıftayken, harry, yani genç, tasasız ve masumken..."
    harry gülmemek için kendini zor tuttu. fred ve george'un hayatlarının herhangi bir döneminde masum olduklarından şüpheliydi.
    "şey, en azından şimdikinden daha masumken, filch'le başımız derde girdi."
    "koridorda bir tezekbombası patlattık ve nedense bu onu sinirlendirdi."
    (azkaban tutsağı - kitap)

    "aylak, kılkuyruk, patiayak ve çatalak,"dedi george, iç geçirerek. haritanın tepesindeki yazıyı okşadı. "onlara çok şey borçluyuz."
    "yeni kuşak kural yıkıcılara yardım etmek için yorulmaksızın çalışmış, soylu insanlar," dedi fred vakur bir edayla.
    (azkaban tutsağı - kitap)

    "muhteşem üç kovalayıcı'mız var."
    eliyle alicia spinnet, angelina johnson ve katie bell'i gösterdi.
    "yenilmez iki vurucu'muz var."
    fred ve george weasley bir ağızdan, "kes şunu, oliver, bizi mahcup ediyorsun," dediler, kızarmış numarası yaparak.
    (azkaban tutsağı - kitap)

    “uzun süredir odalarından patlama sesleri geliyordu, ama bir şeyler icat ettiklerini hiç düşünmemiştik,” dedi ginny. “sadece gürültü çıkarmayı seviyorlar sanmıştık.”
    (ateş kadehi - kitap)

    fred'in cebinden bir poşet dolusu şeker dökülmüştü ve içindekiler her yana saçılmaktaydı – parlak renkli ambalajların içinde büyük, tombul şekerlemeler… harry hızla döndü. dudley artık annesiyle babasının arkasında değildi. kahve sehpasının yanına çömelmiş, ağzından sarkan yarım metreye yakın, mor, yapış yapış bir şeyden dolayı boğuluyormuş gibi öğürüp tükürük saçıyordu. harry kısa süreli bir şaşkınlığın ardından o yarım metrelik şeyin dudley'nin dili olduğunu anladı. dudley'nin önünde, yerde parlak bir şekerleme ambalajı duruyordu.
    (ateş kadehi - kitap)

    fred balını kaldırıp yüzünde acılı bir ifadeyle ona bakarak, "ama anne," dedi, "yarın hogwarts ekspresi kaza yapsa da george'la ben ölsek, senden işittiğimiz son şey temelsiz bir suçlama olacak. o zaman kendini nasıl hissedersin bakalım?"
    herkes güldü, mrs weasley bile.
    (ateş kadehi - kitap)

    george umutsuzca, "tamam, bir baş belası," diyordu fred'e. "ama bizimle şahsen konuşmazsa, biz de ona mektubu yollarız. ya da eline sıkıştırırız. sonsuza kadar bizden kaçacak hali yok ya."
    yanlarına oturan ron, "sizden kaçan kim?" dedi.
    konuşmalarının kesilmesine kızan fred, "keşke sen olsaydın," diye cevap verdi.
    ron, "baş belası olan da ne?" diye sordu george'a.
    "insanın senin gibi burnunu her şeye sokan bir kardeşi olması," dedi george.
    (ateş kadehi - kitap)

    harry yüzünü ateş bastığını hissetti ve böreğinin üstüne eğilip öksürük krizine tutulmuş gibi yaptı. başını yeniden kaldırdığında, hermione'nin s.b.d. notları konusuna hâlâ doyamamış olduğunu gördü üzüntüyle. "yani en yüksek not 'o', 'olağanüstü'," diyordu, "sonra 'u'
    "hayır, 'b'," diye düzeltti george. " 'beklenenin üstünde'. ben hep fred'le benim her şeyden 'b' almamız gerektiğini düşünmüşümdür, çünkü sırf sınavlara gelmekle bile beklenenin üstüne çıktık."
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    'bizim için onun canına oku, peeves.' ve harry'nin daha önce hiçbir öğrenciden emir aldıgını görmediği peeves, canlı şapkasını başından çıkardı; fred ile george asağıdaki öğrencilerin coşkulu alkışı eşliğinde dönüp açık ön kapıdan görkemli günbatımına doğru hızla giderken, onlara selam durdu.”
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    "inanmıyorum! inanmıyorum! ah, ron, ne harika! bir sınıf başkanı! ailede herkes sınıf başkanı oldu!"
    "fred'le ben neyiz, komşu çocuğu mu?" dedi george, dargın dargın; annesi ise onu kenara itip en küçük oğluna sarılmıştı bile.
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    harry, ron'un sınıf başkanı rozetini bir oraya bir buraya koyduğunu fark etti; önce komodinin üstüne, sonra kot pantolonunun cebine koydu; sonra aldı ve siyahın üzerinde kırmızının nasıl duracağını görmek istermiş gibi, katlanmış cüppesinin üstüne yerleştirdi. ancak fred ve george gelip de rozeti kalıcı yapıştırma büyüsü'yle alnına yapıştırmayı teklif edince, şefkatle vişne çürüğü çoraplarına sardı ve sandığına koyup kilitledi.
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    fred bile, ron'un belki de onu ve george'u gururlandırmasının hâlâ mümkün olduğunu ve aralarında kan bağı olduğunu itiraf etmeyi ciddi ciddi düşünmeye başladıklarını söylemişti - harry'ye söylediklerine göre, bu kan bağını dört yıldır inkâr ediyorlardı.
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    ron terreddütle, "ya şimdi?" diye sordu.
    "eh, şimdi –" dedi george.
    "– dumbledore da gitmiş olduğuna göre–" dedi fred.
    "– bizce birazcık kargaşa –" dedi george.
    "– tam da sevgili yeni müdiremiz'in hak ettiği şeydir," dedi fred."
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    "fred ve george'la büyümenin iyi yanlarından biri," dedi ginny düşünceli bir şekilde "eğer cesaretin olduğuna inanırsan, her şeyi yapabileceğini düşünmeni sağlıyorlar."
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    "görüşmeyiz," dedi fred profesör umbridge'e, bacağını süpürgesinin üzerinden atarak.
    "evet, zahmet edip de arayı açmamaya kalkma," dedi george, kendi süpürgesine bindi.
    (zümrüdüanka yoldaşlığı - kitap)

    ron: bu ne kadar?
    fred ve george: beş galleon.
    ron: bana ne kadar olur?
    fred ve george: beş galleon.
    ron: ama ben sizin kardeşinizim.
    fred ve george: on galleon.
    (melez prens - film)

    niye kim-olduğunu-bilirsin-sen konusunda endişeleniyorsunuz?
    asıl endişelenmeniz gereken şey:
    ıkınmak-neymiş-görürsün-sen
    ülkeyi pençesine alan peklik salgını!
    (melez prens - kitap)

    fred ve george birbirlerine dönüp aynı anda konuştular, "vay - birebir aynıyız!" "yine de, bilemiyorum. sanırım ben hâlâ senden daha yakışıklı görünüyorum." dedi, çaydanlıktaki kendi görüntüsünü inceleyen fred.
    (ölüm yadigarları - kitap)

    "kendini nasıl hissediyorsun, georgie?" diye fisıldadı mrs weasley.
    george'un parmakları başının yanını yokladı. "müdavim gibi," diye mirıldandı.
    "nesi var onun?" dedi fred, çatlak bir sesle. dehşete düşmüş görünüyordu. "zihni mi etkilendi?"
    "müdavim gibi," diye tekrarladı george, gözlerini açıp kardeşine bakarak. "anlıyorsun ya. gedikliyim. gedik, fred, çaktın mı?"
    mrs weasley her zamankinden daha da şiddetli hıçkırdı. fred'in solgun yüzüne renk oldu.
    "içler acısı," dedi george'a. "içler acısı! kulakla ilgili o koca engin mizah dünyası önünde dururken, sen bula bula gedik'i mi buldun."
    "her neyse" dedi george, göz yaşlarına boğulmuş annesine sırıtarak. "hiç değilse artık bizi birbirimizden ayırabileceksin, anne."
    (ölüm yadigarları - kitap)

    "ee, plan nedir, harry?" dedi george.
    "plan yok." dedi harry, bütün bu insanların aniden belirmesinden dolayı biraz sersemlemiş bir halde; yara izi böyle yanarken her şeyi kavramakta zorlanıyordu.
    "demek ayaküstü bir şeyler uyduracağız, ha? en sevdiğim türden." dedi fred.
    (ölüm yadigarları - kitap)

    filmlerdeki eğlenceli sahneler:
    tık
    tık
    tık
    tık

  • diyelim ki oturaklı bir misafir gelecek.
    siz de açtınız yemek kitabını, kolayca gözüken bir yemeği pişirmeye çalışıyorsunuz.
    ama, işler planlandığı gibi gitmedi. yaptığınız köfteler kızarırken unufak oldu ya da karnıbahar haşladınız ama osuruk gibi koktuğu için onu salata yapmaktan vazgeçtiniz ya da oymayı başaramadığınız kabaklardan elinizde kalan kırıntıdan başka birşey değil ve misafir de gelmek üzere...
    panik yapmıyoruz.
    önce elimizde ne malzeme varsa, haşlanmış kabak, patates, karnıbahar, pırasa, bamya hiç farketmez alıyoruz bir tavada ince doğranmış az kavrulmuş soğan ve biberle karıştırıyoruz. tadı pek anlaşılmasın diye bol maydonoz, kekik, bir yerlerden bulursak azıcık kuru fesleğen filan atıyoruz. kara ya da kırmızı biber de olur.
    sonra bunları binyılın icadı borcamın içine diziyoruz. ve sakin oluyoruz. sadece 10 dakika daha..

    şimdi teflon bir tencere alalım. kocaman 2 kaşık yağ ve bir su bardağına yakın un koyup ocağın altını yakıyoruz. unlar yağla karışınca hemen sütü ekliyoruz. 2- 2,5 su bardağı falan. bunları hep göz kararı ile de yapabilirsiniz. ilginçtir ölçü bir şekilde hep tutuyor. sütü ekleyip durmadan karıştırıyoruz. pudinge benzer bir kıvama gelince o borcama dizdiğimiz şeyin üzerine döküp fırına veriyoruz.
    üzeri nar gibi kızarana kadar fırında pişiriyoruz.
    sonra da bir isim uyduruyoruz;
    -sana pakistan usulu beşemal soslu fırında kıymalı karnıbahar yaptım.
    -sana babamın en sevdiği yemeği yaptım. beşemal soslu kıymalı bamya
    -sana ingilteredeyken yediğim bir yemekten yaptım; beşemal soslu patlıcanlı tavuk..