hesabın var mı? giriş yap

  • e: benim elimde bişey vardı ya? bi yerdemi unuttuk?
    k: yoktu aşkım elinde bişey.
    e: vardı yaa...
    e: hah buldum, elini tutumayı unutmuşum
    k: poşetmiyim ben be!

  • sinir yatıştırıcı program.

    ahmet çakar : kennedy'nin karısının adı ne ? bilir misin sinan?

    sinan engin : evet hocam biliyoruz, bilmem ne kennedy işte.

  • sonra neden bedelli yaptın.. napiyim amk hayvanat bahçesinde tek vasfı benden 3 ay önce askere gelmek olan adamlarla mı uğraşayım?
    edit: benimle aynı fikirde olan bir sürü mesaj geldi. umarım gerçekten yetkili kişilerin görebileceği bir kamuoyu oluşur. askerin askere bunları yapması cezasız kalmamalı. en "gariban" asker bile birisi bana bir şey yaparsa bu ordu yapanı pişman eder diyebilmeli.

  • gerçekten iyi niyetlerle sorulmuş bir soruysa soru sahibini kutlayıp elini sıkmak gerekir. yok amaç boş boğazlıksa bu soru, sahibini aptala çeviriverir. iyi niyetle sorulduğuna inandığımdan şöyle diyebilirim. bu sorunun cevabı olumsuzdur. çünkü bu topraklarda para yetişmez. yetiştirmezler. yetiştiremezsin. çünkü suyun yok. gübren yok. çiftçin yok. tohumun yok. hangi topraklarda yetiştiğini anlamış durumda olmalısın bu kadar entry’den sonra.
    bir de başka ülkelerde para değiştirmek istemişsin. tam bilmiyorum ama o da o kadar kolay değil. örneğin abd’ye nakit para sokmak 10000$ ile sınırlıdır. fazlasını önceden beyan etmen gereklidir. banka yoluyla sokacaksan zaten bu işi türkiye içinde yapmandan bir farkı kalmaz. ama sen illa para basacağım diyorsan tl değil de dolar bas ne bileyim euro bas. buna da kalpazanlık denir biliyorsun.

    the mystery of banking bu konuda işe yarayabilir. bazı çok bilmişler tarafından aptal yerine konulacağını bile bile bu soruyu sormak cesaret işi. sormadan da olmaz elbette. şöyle de bir dolar paradoksu var. ona da kafa yor.

    “olay, henüz döviz kurlarının uygulanmadığı yıllarda abd-kanada sınırındaki bir şehirde geçmektedir:

    abd ve kanada malum ki para birimi olarak 'dolar' kullanmaktadırlar. yalnız her iki ülke de kendi paralarının daha değerli olduğunu iddia etmektedirler.

    şöyle ki:

    kanadalılara göre: 1 abd doları= 90 kanada senti,
    amerikalılara göre ise: 1 kanada doları= 90 abd senti.

    bir amerikalı, cebindeki 1 dolarla dolaşmaya çıkar. bir ara karnı acıkır ve simit alır (amerikan simidi!). simidin fiyatı 10 senttir. cebindeki 1 doları verir. simitçi bozuk para ararken cebinin bir köşesinde 1 kanada doları bulur, onu verir (90 sente eşit ya!).

    derken sınırı yürüyerek geçer ve kanada da dolaşmaya başlar. kaleme ihtiyacı olduğunu hatırlar. girer bir kırtasiyeciye. kalemin fiyatı da 10 kanada sentidir. cebindeki 1 kanada dolarını verir. kırtasiyeci de para üstü olarak 1 abd doları verir. oradan da ayrılıp evine döner.

    sonra düşünmeye başlar:

    — yahu sabah evden çıkarken cebimde 1 abd dolarım vardı, şimdi de 1 abd dolarım var. peki, simitle kalemin parasını kim verdi?”

  • sırf takımının zaferi uğruna her maç işini yapan, etliye sütlüye karışmadan topunu oynayan adamdır. öyle ki, maç boyu gelen topu yılmadan uzaklaştırır, yerinde müdahale etmeye çalışır. hücumdaki takım arkadaşları hata yaptığında "olsun beyler bravo" diyerek motive etmesini de bilir, kendisi hata yaptığında efendi efendi özür dilemesini de. havadan top gelir aslanlar gibi çıkar vurur kafasını, savaşçıdır. topa girmekten çekinmez, dosta güven rakiplere korku verir. hiçbir zaman spot ışıklarının altında olmasa da motivasyonu tamdır, yılmaz, yıldırmaz. adeta captain america gibi destek olur takımına. savunmacıların övülmemesini çoktan kabullenmiştir, ama o sorun etmez, underrated olmak kendisi için bir yaşam tarzıdır artık. pepe misali çıkardığı maçtan sonra "ayağınıza sağlık beyler" der, efendi efendi çekilir köşesine. evinde annesi veya eşi, maçı soran ilk kadın kişisi tarafından "kaç gol attın" sorusuna maruz bırakılır. "hiç" der, "ama ben savunmadaydım". karşı taraftan genellikle "hmm .s olsun" cevabını alır, anlatamaz derdini. "fm'de olsa 9.7 ile oynardım" diyemez, anlamaz karşısındaki onu. ama o çoktan kaderiyle yüzleşmiş, olgun bir insandır.

  • enstantane tam olarak fotoğraf makinasında yer alan, çektiğiniz kareyi oluşturan iki ana unsurdan biridir. diğer ise diyafram’dır.

    en basit anlatımıyla açıklamaya çalışırsak; öncelikle fotoğrafın oluşma sürecine biraz değinmemiz gerekiyor.

    fotoğraf makinasını şöyle gözümüzde bir canlandırırsak ilk göze çarpanlar önde bulunan bir adet objektif, body dediğimiz mekanik kısımda ise üst bölgelerde ayar tuşları ve deklanşör (fotoğrafı çekerken bastığımız düğme) olduğunu görürüz.

    filmli makinalar için konuşursak; malum film dediğimiz ışığa duyarlı bir arkadaş olduğu için kendisini fotoğrafın çekildiği ana en küçük ışık zerresinden bile sakınmamız gereklidir. o nedenle arka bölümde ışık geçirmeyecek şekilde muhafaza ediyoruz sardığımız filmi. işte bu film ile objektifin en ucundaki mercek arasında duran sırasıyla 3 adet unsur var.

    bunların ilki ve bu başlığa konu olan perdemizdir. bu ışığı görüntüyü vizöre aktaran ayna ile birlikte filmimize kontrolümüz dışında ulaşmasını engelleyen parçalardan biridir. biz deklanşöre dokunduğumuz zaman; öncelikle diyafram halkası (objektifte bulunur) ayarladığımız oranda kısılıp-açılarak içeri ne kadar ışığın gireceğini ayarlar. daha sonra vizöre objektiften gelen görüntüyü yansıtan ayna yukarı doğru kalkarak diyafram halkasından geçen ışığın perdeye ulaşmasına olanak sağlar ve en sonunda da ayarladığımız hız oranında perde açılıp filme kadrajımızdaki görüntü işlendikten sonra tekrar kapanarak fotoğraf çekme işlemini sonlandırırız.

    işte bu perdenin ne kadar süreyle açık kalacağına enstantane denir. ayrıca obtüratör hızı, perde hızı ve ingilizce karşılığı shutter speed olarak da kullanılan isimleri vardır. hepsi enstantane ile aynı şeyi ifade eder.

    peki neye göre belirlenir bu hız ?

    öncelikle makinalarımızın ayar tuşlarına baktığımızda 50,100,250.500,1000 gibi değerler görürüz. bu aslında saniyenin 1 bölüsü olarak aldığımız zamanlardır. yani 50’ye ayarlarsak enstantanemizi bu aslında 1/50 (saniyenin 50’de biri) oranında bir hızdır. aynı şekilde 1000 ise 1/1000 (saniyenin binde 1’i). fark ettiğiniz gibi rakamlarımız yükseldikçe perdemizin açılıp kapanma hızı da o derece hızlanacaktır. yani eğer enstantaneyi 2’ye ayarlarsak bu ½ saniyedir. yani yarım saniye boyunca perdemiz açık kalacaktır. fakat 1000 enstantane alırsak gözün bile algılayamayacağı hızda perdemiz açıp kapanacaktır.

    derseniz ki “ulan ha 1000’e ayarlamışım ha 2’ye bunun ayrımını nasıl yapacağım ? ”

    şimdi ilk paragrafta bahsettiğim fotoğrafı oluşturan 2 unsur vardı. biri enstantane ikincisi de diyafram. fotoğraf işte bunları ortamdaki ışık miktarı ve vermek istediğiniz alan derinliği ya da efekte göre kombin etmektir. yani ikisi birbirinden bağımsız çalışmazlar ve bir şekilde birbirlerini etkilerler.

    şimdi anlatacaklarımı anlamanız için diyaframı küçük bir benzetme ile anlatmaya çalışayım ki detaylı şekilde daha sonra diyafram başlığına yazacağım.

    diyafram arkadaşlar insan gözünün, fotoğraf makinasındaki çalışma prensibidir aslında. bu arkadaş james bond filmlerinin o meşhur tanıtımında, bizimoğlan bond’un dönüp ateş ettiği zaman içinden geçtiği bir halka vardır. işte diyafram tam olarak odur görüntü olarak da. yani objektifin el verdiği oranda biz bu halkayı kısıp, açabiliriz. bunu göz olarak örneklememin sebebi de ışığın konumuna göre kullanış şeklidir. biz çok güneşli havalarda (çok güneş çok yüksek ışık ve ısı demektir. film ışığa duyarlı bir kimyasal olduğu için o şiddetli ışığın küçük bir zerresi bile filme hemen etki edebilmektedir. bunu çakmak ateşiyle peçete yakmak ve kaynak makinasıyla peçete yakmaktaki reaksiyon olarak düşünün…) önümüzdekini net görebilmek genelde gözümüzü mümkün olduğunca kısarız. neden peki kısarız içeri giren ışığın miktarını azaltıp görüntüleri seçebilmek için. aynı şekilde kedilerde de bizlerde de karanlık bir ortamda göz bebeklerimiz nasıldır bilirsiniz. olabildiğince açık. bunun da sebebi az olan ışığın her zerresini gözdeki sinirlere iletmek istememiz. mantığı sanırım biraz anlatabildim.

    “lan enstantane ile ne alaka şimdi ?” diyebilirsiniz. şöyle bir alakası var.

    atıyorum güneşli bir havadayız. yaz vakti. işık tam tepeden hayvan gibi geliyor. bu ne demektir fotoğrafçı için. filmimizi yakmadan gördüğümüz kareyi işlememiz için perdeyi çok hızlı kapatıp açmamız lazım. şöyle dokundursak bile o zaten işleyecektir filmimize. geliyoruz ayarlara… şimdi aklınızda bir jimnastik yapın… sizce ortalama ne kadarlık bir enstantane kullanırsak filmi yakmadan çekme imkanımız olur ?

    herkes kendine göre bir cevap verdi büyük ihtimal. ama bu soruyu bir fotoğrafçıya sorarsanız size cevabı “kaç diyaframda ?” olur. çünkü biz perdeye ulaşacak ışığın oranını diyaframla ayarlayabiliriz. yani biz açık bir diyafram (f:2,8 örneğin. bu açıklı halkanın neredeyse objektifin merceğiyle aynı açıklıkta olması demek. yani objektiften giren ışık hiçbir engele takılmadan aynen perdeye yansıtılacaktır.) kullandığımızı varsayalım. o zaman ne olacak. o yüksek sıcaklıktaki ışık yoğun şekilde içeri dalacak. biz de filmi yakmamak adına ne yapmamız gerekiyor. hızlıca filme bu ışığı verip perdeyi kapatmamız gerekiyor. o zaman biz 1000 (1/1000 saniye) ya da 750 (1/750 saniye) gibi bir değer ayarlarsak fotoğrafımız kadrajdan gördüğümüz kare gibi çıkacaktır.

    peki biz kısık diyafram değerinde (f:22 örneğin. bu da tam olarak iğne deliği boyutunda bir aralıktan ışığı perdeye iletmektir) bunu denersek ne oalcak. o zaman da içeri sızan ışık miktarı çok çok az olacağı için bizim bu ışığın filme işlenmesi için biraz zaman tanımamız lazım. çünkü yoğunluğu düştükçe sıcaklık da aynı oranda düşecektir. bu nedenle kısık diyaframda biz 1/1000 ile çekersek elimizde sadece simsiyah, oluşamamış bir kare çıkacaktır. bunun yerine perdenin açık kaldığı zamanı uzatırız. atıyorum 1/125 ya da 1/150 gibi. bu şekilde gene kare baktığımızda gördüğümüz renklerde çıkacaktır.

    fakat şunu unutmamak lazım. diyaframın tek işlevi içeri giren ışığı ayarlamak değil, aynı zamanda “net alan derinliği”ni ayarlamaktır. o da şu hani netlediğimiz yerin arka fonunda oluşan flu (net olmayan) alan var ya (yaşlı dede yüzü fotolarını düşünün hani gözler net kulağa doğru flulaşıyor…) işte diyafram o alanın mesafesini ayarlıyor. yani açık bir diyaframda (f:2,8 örneğin) dedenin burnuna netleyip fotoğrafı çekerseniz atıyorum yanağında olan bir ben ya da kulakları flu çıkacakken; siz kısık bir diyaframda (f:22 örneğin) aynı kareyi, aynı açıyla çekerseniz değil kulaklar, arkada bisikletiyle dolaşan çocuk bile net çıkacaktır. bu net alan derinliğini ayrıca objektifinizin mm’si belirler. geniş açı objektiflerde (10 mm-35mm arası) alan derinliğini bu kadar keskin vermek zorken, tele objektiflerde (75 mm- 300+mm) objektiflerde adamın burun kılını net çekip bıyığını bile flulaştırabilirsiniz.

    bu açıdan çekeceğiniz karedeki kullanacağınız alan derinliğine göre enstantane-diyafram ikilisini iyi kombinlemek lazım.

    peki düşük enstantane değerlerinde (1/2 – 1/5 – 1/25 gibi) neden hareketli bir cisim net çıkmaz.

    bunu yağlı boya ile tuvale resim yapma eyleminden örnekleyeceğim. mesela elimizde boya kaplı bir yağlı boya fırçası var ve bununla kesintisiz paralel şekilde tuvalin üstüne bir çizgi çekmemiz isteniyor.

    ilkinde bize saniyenin 1/500 kadar bir zaman boyunca çizgiye devam etmemiz istense ne elde ederiz. sanırım değdirdiğimiz gibi çektiğimiz için ufak bir nokta olacaktır bu istek.

    aynı şekilde saniyenin 1/25 oranında bir zamanda bu eylemi yaparsak tuvalin yarısına kadar geleceğimiz bir çizgi elde etmiş oluruz.

    film de tuval gibidir arkadaşlar. perdenin açık olduğu sürece film objektiften yansıyan her şeyi yansıdığı gibi işleyecektir. yani perde uzun süre açık kalacaksa o açık kaldığı süre boyunca hareket eden ya da sabit her şeyi işleyecektir.

    peki neden net çıkmaz ? çünkü biz düşük enstantane değerlerini yetersiz ışığın olduğu zamanlarda kullanırız. yetersiz ışık da bir fotoğrafın oluşmasını yavaşlatacaktır. çünkü bizim cisimlerin netliğini belirlememiz onun bize ilettiği ışık miktarıyla alakalıdır. karşı cisimden yetersiz ve az ışık alıyorsak filme o cismin oluşması için biraz zamana ihtiyacımız vardır. bu nedenle cisim henüz filmde net şekilde oluşamadan hareket ederse, bu filmde o cismin tam olarak oluşamadan kadrajda yeni yerine geçmesi demektir. yani filmin başka bir noktasında sıfırdan yeniden oluşmaya başlaması anlamına gelir.

    karışık olduysa kusura bakmayın. anlatmak yazmaktan çok daha kolaydır bu konuları. yazarak en fazla bu kadar özetleyebildim… aklınıza takılan şeyler varsa sormaktan çekinmeyin. elimden geldiğince basit şekilde anlatmaya çalışırım.