hesabın var mı? giriş yap

  • hücum yeleğinin ön ceplerinde bulunan iki el bombasıyla beraber, muhtelif dağ zirveleri. insan gençken ne kadar cesur oluyormuş.
    (bkz: komando)

  • insan lanet ankaradan biraz uzaklaşmadıkça bilemiyor kıymetini. ankara'yı sevecek ne kadar sebep olduğunu...
    sonbaharda odtü'nün içinde yürümek, turuncuya doymak, türkiye'nin en güzel simitini yemek, atatürk bulvarından güvenpark dolmuş durağına koştururken mevsimine göre nergis, sümbül ya da papatya koklamak, tüm yolların kızılay'a çıkması, bahar günleri öğleden sonra çay içip tuzlu erik yiyerek yağmuru izlemek, yaz akşamlarının uyunabilecek kadar serin olması, sakaryada net piknikte bira içip patates kızartması yemek, çoğu konsolosluğu barındırdığı için dertsiz tasasız vize alabilmek, heryerde bulunan atatürk orman çiftliği dondurması, eymir gölü, yola düştün mü heryere yakın olması, kuğulu parkında daima elinde balonu olan sevindirik çocuklar görebilmek, elinde küçük bir kese kağıdı kestaneyle bahçelievler yedinci caddede boş boş yürümek, suyunda demlenen çayın daima güzel olması, kale içinde türk kahvesi içmek, d&r ve dost kitabevi, aşağı ayrancıda zamanın 20 yıldır hiç ilerlememiş olması, seğmenler parkındaki ufak çeşmenin yanında kitap okumak, cermodernde saf saf raylara bakmak, ulusta her cins kamp ve tamirat malzemesini bulabilmek, gece öten kumrunun sesi...
    ankara, asla kıymeti bilinmeyen gri, karanlık, tozlu, hüzünlü bir şehirdir. 24 yıl yaşadıktan sonra bu şehirden tiksiniyorum diyerek terk edilen, 2 ay sonra yollarındaki çukuruna kadar özlenen şehirdir. hiçbir heyecanı yoktur, konserleri güdüktür, aşti keşmekeştir, kızılay kalabalıktır, trafiği berbattır, büyükşehir belediyesinden nefret edilir, ama ankara güzeldir.

  • ışık hızında zaman akmaz. misal foton için işleyen bir zaman yoktur. sözgelimi andromeda galaksisinde oluşan bir fotonun bizim gözümüze ulaşması ikibuçuk milyon yıl sürerken foton için olan şudur: oradaki bir yıldızda oluşur ve aynı anda bizim gözümüze ulaşır. foton için bu böyledir. bu yüzden zaman sadece gözlemciye bağlıdır demiş anştayn reyiz.

  • olay üniversitede geçiyor:
    "hoşlandığım kızın arkasına oturuyorum önce o imza atıyor sonra ben imza atıyorum, arada sessizce evet diyorum, her ders bir prova."

  • tıpkı vurulan bir askerin bir süre koşmaya devam etmesi gibi, kafaya da vücuda da sonradan dank eden bir durumdur. ilgili kişi bir kere görülmüş de olabilir, hayat boyunca da, bunun pek bir önemi yoktur. "seni tuz kadar seviyorum" diyen kızını kovup, tuzsuz yemeklerle donatılmış bir sofraya oturduğunda hiçbir şey yiyemeyen o masal padişahı gibi hissedersiniz kendinizi. bir şeyler eksik kalmıştır, çünkü o yanınızda değildir.
    onun hayalleriyle erir, onun umutlarıyla kendi kalbinizdeki ateşi güçlendirmeye çalışırsınız. birden ürkersiniz hayatınızı başkalarının hayalleri üzerine kurduğunuz için, ve sorarsınız kendinize: "acaba aşk böyle bir şey mi?"

    yıllar sonra gelen edit: kardeşim yeter oylamayın şu entry'yi artık ya. hayır yani bir gaflet anıma gelmiş, hislenip yazmışım ama bu kadar da kafasına kakılmaz ki insanın canım? siz hiç hormonlarınızı tuşlara dökmediniz mi insaf edin, 1900 küsür entrym daha var sözlükte biraz da onları kafama kakın, yetişir artık be.

    (merak eden varsa da söyleyeyim, born to touch your feelings'i de 4 yıldan beri dinlemiyorum. hadi dağılın.)