hesabın var mı? giriş yap

  • duygularıma tercüman olan bir durum tespiti. kaşağı'yı okuduğumdan beri hala mutlu olmam gereken anlarda kötü bir şey olacakmış zannediyorum ve mutlu olamıyorum.

    şu an hala okutuyorlarsa çocuklara geçmiş olsun.

  • size hiç saygı duymadım çünkü beni sürekli arkadaşlarımın yanında küçük düşürdünüz. kilolarımla dalga geçerek onlara örnek oldunuz. başarılıydım fakat her türlü etkinliğin baş kahramanı olarak sırf daha güzel gözüktükleri için hep o sevimli, şirin kız ve erkek çocuklarını tercih erttiniz. bir kere 500bin liram vardı. okulun yanındaki marketten 250 bin lira vererek cips almıştım. haliyle para üstü olarak 250 bin almıştım. çılgın bir kalabalık vardı bakkalın önünde. bakkal benim ödeme yapmadığımı sandı cüzdanımı alıp baktı. 250bin lira var bunu bana vereceksin dedi. direndim. seni okuluna şikayet edeceğim dedi. et dedim ben de. ispiyoncu sınıf arkadaşlarım olayı sana anlatmışlardı. beni, tüm sınıfın karşısında tahtaya kaldırdınız ve azarlayıp aşağışadınız. tarafınızdan iftiraya uğruyordum. o gün ağlamamıştım çünkü iğrenmiştim sizden. tek hatırladığım deli gibi kalbimin çarptığı. bir daha o markete hiç gitmedim. sizi de hiç sevmedim. yıllar sonra karşılaştık. büyümüş, zayıflamış, çocukluk halinden çıkmış ve ergenliğimi atlatmıştım. başarılıydım. sen ise bir grup öğretmen arkadaşınla oturuyordun. beni gördün ve benimle övündün, işte benim öğrencim diyerek... ben sadece samimiyetsizce gülümsedim. keşke o gün söyleyebilseydim, beni sizin iyilikleriniz, zekanız, bilgi kaliteniz yetiştirmedi, beni sizin ikiyüzlülüğünüz, gaddarlığınız ve kötülüğünüz yetiştirdi.

  • en kolayı aynı cümlenin olumsuz halini söylemek.

    must'ta "mamalı" anlamı olur, have to'da "zorunda değil" anlamı olur.

    örnek:
    you must fill this form: bu formu doldurmalısın.
    you have to fill this form: bu formu doldurmalı/doldurmak zorundasın.

    olumsuz:

    you mustn't fill this form: bu formu doldurmamalısın.
    you don't have to fill this form: bu formu doldurmak zorunda değilsin.

    görüldüğü üzere olumluda anlamlar birbirine çok yakınken olumsuzda anlam farkı ciddi boyutlara geliyor. ayrımı bence en güzel bu şekilde yapılabilir.

    20 senedir ingilizceyle haşır neşirim ve şunu söyleyrbilirim ki must ile have to arasındaki en bariz süzgeç bu.

  • geleneksel hale gelmesi utançtır.

    "tacize uğramamak için taksim'e çıkma" demek, bir kadının hayat alanının kısıtlaması demektir. "tacize uğrayacağını biliyor, neden çıkıyor" demek, tacizciyi cezalandırmaktansa kadını cezalandırmayı uygun görmek; kadına "sen evinde kal ya da şu izin verilen bölgede dolaş"ı layık görmek demektir. taciz ediyorlar diye metrobüse bineme, yılbaşı kutlanan meydanlara gideme, bazı mahallere gireme; nerede benim sosyal hayattaki yerim? hırsızın hiç mi suçu yok?

    edit: gelen mesajlardan sonra şunu da belirteyim. kadınlara özel bir ayrıcalık istediğim yok. tek isteğim "metrobüse binme, taksim'e gitme, binersen de tacize uğrayınca ağlama" denmesin. üst taraflarda bir yerlerde bu minvalde bir entry vardı. şimdi bulamadım, silmiş veya silinmiş.

    edit2: silinmemiş, yukarıda imiş.

  • para eritme kaydı turbun büyüğü değildiyse daha bu millete herşey müstehaktir denilecek konu başlığı.

  • twitter'da 10.000, instagram'da 350 gönderisi olan, yaklaşık 10 yıldır facebook'ta takılmış ve tumblr'ı 5 sene aktif bir şekilde kullanmış bir insan olarak sosyal medya hakkında birkaç kelam etmek istedim. aslında bu yazının başlığı şu: sosyal medyayı bırakınca neler değişiyor?

    hayatta görüp görebileceğiniz her şey, her durum, her ses, her koku, her eylem bir uyarıcıdır. gün içinde karşılaştığınız ve sizin için önem teşkil etmeyen her şeyi bilgisayarda yer kaplayan 1 kilobaytlık bir dosyaya benzetebiliriz. instagram'a girip elinizi her kaydırdığınızda karşınıza çıkan yeni bir fotoğraf, siz çok üstüne düşmeseniz bile beyninize aktarılıyor. insan beyni doğası gereği bu verileri bir süre saklıyor; en önem vermedikleriniz ile 24 saat muhafaza ediliyor. siz instagram'ı veya twitter'ı her yenilediğinizde veri toplamaya devam ediyorsunuz. 2 saatlik sosyal medya kullanımında beyninize 3.000'e yakın veri aktarılıyor ki bu şu demek: gördüğünüz her fotoğrafı, her açıklamayı, her yazıyı depoluyorsunuz ve bunlar 24 saat için bile olsa beyninizde kalıyor. bu veri akışı insan beynini feci şekilde yoruyor aslında; siz farkında olmasanız bile bin çeşit değişkenle uğraşıyorsunuz. sosyal medyayı bırakınca bu yük muazzam derecede azalıyor. sindirmesi iki saniye bile sürmeyen gönderilerin beyninizde nasıl bir ağırlık yaptığını sosyal medyayı bırakınca anlıyorsunuz. hayatınız hiçbir işinize yaramayan, size zerre etki etmeyen verilerle çevreleniyor. beyin bunlara o kadar çabuk adapte oluyor ki önemli olsun ya da olmasın uyarılara fazla tepki gösteremiyor. kullan at bilgilere fevkalade alıştığınız için sizi ilgilendiren bir konu olsa bile buna yeterli reaksiyon gösterememeye başlıyorsunuz. sokak ağzıyla söylemek gerekirse 'mala bağlıyorsunuz'. bu da sizin için önem teşkil eden sorunları ayıklama konusunda zafiyete yol açıyor ve sonucu zihinsel tembellik olan bir hastalığa doğru yelken açıyorsunuz. konsantrasyon bozukluğundan dolayı yaşananları net olarak algılayamıyorsunuz, bu açmaz giderek artan bir özgüvensizliği beraberinde getiriyor. kimse 'kendime güvenmiyorum ve yaşadığım bu kötü hayat aslında tamamen benden kaynaklanıyor' diyemediği için, suçu dış sebeplere atma eğilimi gösteriyorsunuz. tüm bunların sonucunda memnuniyetsiz, mutsuz, sinirli bir insana dönüşüyorsunuz. bu da kendisini sürekli tekrarlayan bir stres hali doğuruyor.

    mukayese, insan beynini ciddi anlamda etkiliyor. evrimsel olarak toplumda yer edinmeyi kafasına koymuş olduğumuz için olası her karşılaştırma bizi kötü anlamda etkiliyor. sosyal medya hesaplarından başkalarının gönderilerine baktığımızda mukayese bir refleks olarak gösteriyor kendisini; yaşadığımız hayatla gördüğümüz yaşamları kıyaslama 'alışkanlığı' ediniyoruz. bunun bir tür alışkanlık olması konumuzun çekirdeğini oluşturuyor. kişi kendisini diğerleriyle kıyaslamayı adet haline getiriyor. bu alışkanlığın getirisi de şu: beyin kendisinde olmayanı sürekli tekrar ediyor. şöyle örnek verelim; maddi durumu iyi olmayan kişi milyoner bir insanı takip edip onun gönderilerine baktığında fakir olduğunu sürekli hatırlıyor. er kişi sosyal medyada takıldığı süre boyunca sahip olamadığı şeylerin başkalarında var olduğu gerçeğiyle her gün yüzleşiyor. sürekli olumsuzu düşünsek ve her allahın günü acılarımızı yeniden hatırlarsak ne olur? beyin her zaman olduğu gibi burada da devreye giriyor ve insanı var olan düşünceye alıştırıyor; eksikliği her gün yüzüne vurulan insanda kabullenme başlıyor. asla mutlu olamayacağını, asla diğerleri gibi yaşayamayacağını baştan kabul ediyor. bunun bir yanılgı olduğunu, her insanın belli başlı dertlerle uğraştığını, kimse için hayatın toz pembe olmadığını bir türlü göremiyor. sonunda herkesin mükemmel yaşadığını ancak kendisinin bu treni kaçırdığını düşünüyor. sürekli sosyal medyada takıldığı için beynin bu düşünce sarmalından kurtulma imkanı kalmıyor. sosyal medyayı bırakınca, günümüzün belki de %70'ini kapsayan bu mukayese dürtüsü de kalkıyor ortadan; sürekli başkalarının hayatlarına bakmadığımız için herhangi bir karşılaştırma ihtiyacı da hissetmiyoruz. başkalarıyla çok fazla haşır neşir olan her insan eninde sonunda özgüven sorunu yaşar. toplumsallığın bir getirisidir bu. sosyal medyayı bırakınca bu durum ortadan kalkıyor.

    bir insana sürekli aynı şey verildiğinde beyin ona tolerans geliştirir. sosyal medya ortalama seviyenin çok altında bir zeka seviyesi dayatıyor bize; bayat esprileri, öfkeyle temellenmiş gönderileri, fanatikliği, kavgayı görüyoruz sosyal medyada. burası herkesin rahatça girdiği bir alan olduğu için zeka seviyesi ister istemez dibe vuruyor. siz de istemeseniz bile bunlarla karşılaşıyorsunuz sürekli. ilk başlarda 'yok artık' dediğiniz şeyler bir ritüele dönüşüyor ve bu kitlesel salaklığa alışmaya başlıyorsunuz. ona karşı geliştirdiğiniz tavır gittikçe yumuşuyor ve siz artık bunun 'olağan' olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. bunun adı psikozdur. insan beyni içinde olduğu şartlara uyumlanma refleksi gösterir. size hiç uymayan bir şey bile olsa eğer ona sürekli maruz kalırsanız beyin bu manzaraya uyumlanmak zorunda hissediyor kendisini. son dönemlerde sürekli önümüze çıkan tiktok videoları bunun en güzel örneğidir. sosyal medyayı bırakınca, aptallık bir kabul olmaktan çıkıyor ve beyin bunlara tolerans göstermek zorunda kalmıyor. özetle aptallaşmıyorsunuz, aptallığı kabul etmek zorunda kalmıyorsunuz, akılsızlığı 'normal' bir şey gibi görmemeye başlıyorsunuz.

    sosyal medyanın insana attığı son kazık, herkesin de dile getirdiği gibi beğenilme arzusu. like dediğimiz şey, sizin uzun uğraşlar sonucu elde etmeniz gereken şeyi hemen önünüze koyuyor. takdir görme isteğinizi sosyal medya gönderileriyle doyurmaya çalıştığınızda beyninizin ödül mekanizmasını eleğe çeviriyorsunuz. aldığınız her like o mekanizmayı harekete geçiriyor. bir süre sonra beyin buna alışıyor ve artık tatmin olmamaya başlıyor. ne yaparsanız yapın doyuramadığınız bu bölge sizden hep daha iyisini bekliyor. ancak bunu veremiyorsunuz ve olay artık tatminsizliğe dönüşüyor. ne yaparsa yapsın bir türlü tatmin olamayan er kişide stres yükseliyor. sosyal medyayı bıraktığınızda ödül mekanizması derin bir nefes alıyor. sürekli tatmin edilmediği için normale dönüyor ve siz tatminsizlik duygusuyla uğraşmıyorsunuz. sosyal hayatta karşılaştığınız bir insanın sizi övmesi muhteşem bir özgüvene sebep oluyor. sonucunda siz, normal insan olmaya biraz daha yaklaşmış oluyorsunuz.

    sosyal medyayı yıllarca çok aktif bir şekilde kullandığım için onu bırakmak bana imkansız gibi görünüyordu. iş olsun diye hesaplarımı dondurduğuma ne olursa olsun geri devam ederim diye düşünmüştüm. ancak daha sonra çok farklı bir hayatın içinde olduğumu fark ettim. en önemlisi kaotik yaşamdan sıyrıldığımı hissettim. daha itidalli, daha mutlu ve daha hafif hissediyorum kendimi. özgüvenim yerine geldi, sinir ve stres benden uzaklaştı. şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki sosyal medya alkolden ve sigaradan çok daha fazla zarar vermiş bana. bunu şimdi anlıyorum. sosyal medyayı bırakmak isteyen bir kişiyi dahi ikna edebilirsem ne mutlu bana.