hesabın var mı? giriş yap

  • ortada "oglumuz kayiptir, yasamindan supheliyiz" dememis bir garipoglu ailesi varken
    ortada cinayet saatinden beri kayip olan bir cem varken
    ortada kesik bir bas, bir de govde varken
    ortada kan kokulu bir villa varken
    ortada her gun, hatta hayatlari boyunca o kesilme olayini hatirlayacak, dusunecek bir karabulut ailesi varken,

    kimse kusura bakmasin, hukukcularla degil karabulut ailesi ile empati kurarim ben.

    ha bir de ben onun hukuken masumiyetini yerim.

  • servis şoförü bir abimiz var, çok iyi bir insandır.
    hiç kimseyi kıramaz, nerede olursan ol görevi olmasa da hızır gibi yetişir gelir.
    kurban bayramından önce müdür beyi sorup duruyordu odasında mı onunla bir şey görüşeceğim diye.
    her gün soruyordu bir türlü denk gelemiyordu, bir gün aradım abi gel yalnız şu an müdür bey dedim.
    utana sıkıla girdi odaya. ne konuşuldu bilmiyorum, araya epey bir zaman girdi nasıl oldu hatırlamıyorum o abinin bir hafta boyunca 2 bin lira için bayram arifesi utana sıkıla müdürü sorduğunu öğrendim.
    öyle üzüldüm ki, boğazım düğüm oldu resmen.
    onun üzerinden de epey zaman geçti abiyle bir yerde rastlaştık bi emrin, arzun var mı diye sordu estağfurullah dedim gözleri dolu doluydu sustum kaldım.
    dün akşam beni eve bırakırken insanın rızkı için rezil olması çok ağır be kızım dedi.
    kıytırık bir sebepten fırça atmış müdürlerden biri.
    bir kolim vardı zorla aldı elimden kapıya kadar taşıdı.
    böyle iyi bir insanın bin türlü eziyetle iki kuruş kazanmaya çalışırken kötü hissettirilmesini sindiremiyorum.
    eczacılık ve hukuk okuyan iki kızı olan emekli bir öğretmen bu adam.

    edit: entry' i okuyup burs göndermek isteyen bir sürü kişi oldu, var olun. ne diyeceğimi bilemedim, yardımcı olmak isteyen herkes sağ olsun.

    nicklerini paylaşmayı uygun bulmuyorum(zaten isimlerini, kim olduklarını ben de bilmiyorum) birkaç yazar cüzi olarak olarak tanımladığı fakat öğrencinin şu an ihtiyaçlarını karşılamaya gerçekten yardımcı olmuş paylaşımlarda bulunmuş, yardımcı olan herkes sağ olsun.

  • bağlantısı da usb yerine yuvarlak pinli şekilde olursa, usbyi ters takma vs gibi sorunlar ortadan kalkar. tabi o bağlantı soketine yön belirteci koymak şart, yoksa pinler yamulabilir.

    hatta klavye de aynı şekilde olursa, birine farklı renk yapmak karışmasını engeller. misal yeşil ve mor renkler ayırt edici olabilir.

  • 2005 yilinda okumak icin almanya'ya geldigimde ilk 12 ay icinde yaklasik 15 kilo almistim. türkiye'ye döndügümde 1 hafta bu konusulmustu. ondan sonraki yillar hep o ayarda seyretti. artik sisman bir insandim. bu gercegi kabullenmis ve pek de takmaz hale gelmistim. gerci ara ara "la azcik zayiflasam ne güzel olur" filan diyip bi iki günlük diyetlere tabii ki ben de basvurdum.

    en fazla 106 kilo oldugumu hatirliyorum. o dönem yaptigim ve yedigim seylere bakiyorum da sanki kendime kilo alma programi yapmisim ve onu itinayla uyguluyorum.

    aslinda kilo vermek istiyordum ama bir neden bulamiyordum. beni gören herkesin "olm biraz dikkat et, damarlarin yagla dolmustur senin simdi, allah muhafaza" nevinden ikazlarina alismistim.

    artik cevremde, kilolu, sevimli, tombul ismilo olarak kabul görmüstüm. cogu arkadasimin kilo verirsem bu sevimliligin gidecegini iddia ederek motivasyonumu kirdiklari da vakidir.

    neyse efendim, günlerden bir gün, bir bayanla tanistim. konustuk, anlastik. sevgili olduk yani. aradan aylar gecti kilolarimla ilgili tek bir sey söylemedi. acayip uyuz oldum. kendisi zayif bir insan. hatta anneme göre acilen biraz kilo almasi lazim gelen bir kisiydi. buna ragmen bana bir kere bile "biraz kilo versen iyi olur" cinsinden tek bir kelam etmedi.

    2011 yilinin eylül ayinda nisanlanmaya karar verdik. 2011'in nisan ayinda istanbul'da arkadaslarla otururken "olm nisan da var, artik ben kilo vereyim" dedigimde atilan kahkahayi su anda bile duyabiliyorum. "görürsünüz olm, türkiye'ye döndügümde dal gibi olucam" diyerek iclerinden bir tanesiyle takim elbisesine iddia'ya girdik. eylül'e kadar 80'e inmeliydim.

    ben nisan ayinda almanya'ya döndüm. o ay hic bir sey yapmadim ancak mayis ayindan itibaren yedigime, ictigime dikkat etmeye basladim. asitli icecekler, sekerli meyve sulari, cikolatalar, sekerlemeler, pizzalar, dönerler...

    bunlari neredeyse sifira indirmistim.

    ilk iki ay varsa yoksa salata, corba, tavuk.. bol bol su, bitki caylari..

    veee tabii ki hareket. isemeye gitmeye bile üsenen ben artik her gün 50 ila 80 dakika arasinda yürüyüs yapiyordum. yürüdükce aciliyor, acildikca kendimi cok daha iyi hissediyordum.

    zayiflamanin ilk emarelerini kilik kiyafetimde gördüm. pantolonlarim artik emanet gibi duruyordu üzerimde. t-shirtler, atletler vs..

    artik cok daha rahat hareket ediyordum. özellikle namaz kilarken rükularda, secdelerde hic zorlanmiyordum.

    suratim kücülmüstü. bileklerim, baldirlarim incelmis, göbegimin büyük kismi yok olup gitmisti.

    ramazan boyunca neredeyse her gün corba, salata, az miktar tatli ve bol bol su bu hale gelmemde kilit rolü oynamisti. pek tabii ki yürüyüslerim.

    hafif tempolu, 1 saati askin yürüyüsler..mümkün mertebe yokuslara vuruyordum kendimi. eve geldigimde kan ter icindeyim. harika bir duygu.

    29 agustos'ta istanbul'a indigimde beni gören herkes resmen soka girdi. 4 ayda 99 kilodan 77 kiloya inmistim. tam 22 kilo.

    annem haric herkes sevindi.. sismanken basimin etini yiyen, her telefon görüsmesinde nasilsin demeden kac kilosun diye soran annem resmen üzüldü ya.. derhal 85 kiloya cikmam gerektigini söyledi. babam da hemfikirdi ama umrumda degildi acikcasi. zira bu keyfi tatmistim artik. hafif olmak! ne müthis bir seymis. kalbim o gün bugündür bir kere bile hizli hizli atmadi (kiloluyken ara ara bir ritim bozuklugu oluyordu)

    beni gören herkes bu "mucize"yi konusuyordu. mahalle'de olay olmustu nerdeyse. esnaf'tan, akraba'ya herkesin diyecek bir seyi vardi. cok mutluydum. arkadaslarimdan bazilari önceleri biraz garipsedilerse de zamanla alistilar.

    iddia'ya girdigim arkadasim takim elbiseyi aldi. 1 ay bunun geyigini yaptik. o da hostu.

    eylül'ün 3'ünde nisanim oldu. pek tabii ki kiz tarafi da epeyce sasirmisti.

    nisan'dan sonra mersin'e gittim, kerebic, tantuni, künefe derken 81-82 kilo oldum. o kadar kiloyla tekrar almanya'ya döndüm su anda hala öyleyim.

    önümüzdeki eylül'de ise dügünüm var; bu kez hedef 73 kilo.. ama kimse iddia'ya girmeye cesaret edemedi.

  • şaşırtıcı değildir. çünkü solcu olmamak:
    ihaledir
    ayakkabı kutusudur.
    içinde işçilerin öldüğü madenin kapısında selfiedir.
    madenci yakınına tekmedir.
    ağaç kesmektir, derelere hestir.
    bunu yapma diyenlere coptur, gazdır.
    sokak arasındaki son tekmedir.
    cihatçıyı hastanede ağırlamak sonra da işidi lanetliyor gibi yapmaktır.
    para alınca mavi marmara konusunu kapatmaktır.
    rusya' ya ses çıkartamayacağını anlayınca halep dememiş gibi yapmaktır.
    pişkinliktir.

  • ülkemiz şartlarında normal olan durumdur.
    çünkü ilk entryde de belirtilmiş bizde akademisyenlik öğretmenliğin bir tık üstü. devlet memurusun, pozisyonun garanti kadroyu aldıktan sonra etliye sütlüye karışmasan da haftalık belli derslere girerek emekliliğine kadar rahatça yaşarsın. stressiz bir iş.

    yurtdışında ise böyle değil. daimi kadron yok, devamlı grant yazarak, oradan buradan para dilenerek hem kendi maaşını, hem yanında çalışanların maaşını hem de araştırma bütçeni ayarlamak zorundasın. ayarlayamadığın zaman ocak dışısın. yani sadece derslere girmek yetmez, aldığın grantlerle üretmek de zorundasın. üretemediğin zaman bir sonraki grant tehlikeye girer, ve yaşın kaç olursa olsun akademiden ayrılmak zorunda kalırsın. yani sadece zorlu ve her günü stresli bir süreç değil, ciddi riskli de bir süreç. istatistiklere bakmadım ama gene negatif bir ayrımcılıkla kadın akademisyenlerin bu grant alma oranı da erkek akademisyenlere göre muhtemelen daha düşüktür.

    yurtdışında bu akademik koşullar ve rekabet o kadar çetin ki, mesela bizim bölümdeki bir doçent kadın (ki kendisi 40'lı yaşların sonlarında, eşinden boşanmış, 2 çocuğuna bakan yalnız ebeveyn bir kadındı) grantlerden önümüzdeki sene için yetecek parası olduğu halde 3 sene idare edecek parası olmadığı için üniversiteden kovulmak üzereydi, son anda aldığı bir grant ile o parayı denkleştirip sözleşmesi yenilendi. yoksa 2 çocuğuyla beraber işsiz, ki o yaştan sonra yeni bir kariyere de başlamak ne kadar mümkün olabilir o da tartışılır, açıkta kalacaktı.

    yurtdışında doktorasını yapan bir kız bu durumu görüyor, durur mu akademide? mezun olur olmaz özelde daha risksiz, daha garanti işler tercih ediyor. sonuna kadar da haklı.

    bu arada yazıda çokça bahsettiğim ve kısa olması açısından ingilizcesini kullandığım grant= çalışmalarınız için çeşitli kurumlardan aldığınız hibe, bağış vs.