hesabın var mı? giriş yap

  • ortaokuldayken almanya'da yaşayan ama okumak için anne ve abisi ile türkiye'ye gelen bir arkadaşım vardı ki benim ve ailemin zihninde tam olarak bu kategoride yer etti.
    bir yaz tatili bitiminde beni evine davet etti. sohbet, muhabbet devam ederken birden "aa sana ne göstereceğim?" diyerek yerinden fırladı ve çalışma masasının (üstü kitaplıklı olanlardan) en ücra köşesinden bir kucak çikolata çıkarttı. hepsini tek tek nereden, ne kadara aldığını anlattı saatlerce, tabi bu arada bende ikram etmesini bekliyorum. anlatması bitince "çok güzeller değil mi?" diyerek hepsini yerlerine kaldırdı. böylesini ve bunu o günden sonra hiç görmedim.

  • çok fakirdi o zamanlar, takip ediyordum ve biri yaptığı yemek videosunun altına şunu yazmıştı
    "o kadar marka sana yepyeni mutfak eşyaları gönderiyor, milleti kandırarak fakir rolü yapmayı bırak" bunu okuyunca o kişiye hak vermiştim nedense, ancak günler sonra o video tekrar çıktı önüme, tekrar yorumlara baktığımda taha o kişiye cevap vermişti ve şöyle diyordu "ablacığım, benim bekar ablalarım var ve hepsi gelen eşyaları çok beğeniyor, taha bunu benim çeyizime verir misin diyor, onları kıramıyorum, kullanmadan veriyorum...ablalarım mutlu olunca ben zaten mutlu oluyorum" demişti... fakirlik zor şey arkadaşlar, yaşamadan bilemezsiniz. bu çocuğun yaşamasını dilerdim... bir mucize olsun, taha aramıza geri gelsin... ve o gün öyle düşündüğüm için özür dilerim taha, her ne kadar beni duyamasan da...

  • yer: odtu dolmusu-ankara

    minibus soforu : parasini veremeyen uzerini alamayan?
    sanssiz bir hanimefendi (yanindaki solmus amcayi gostererek): sofor bey bu adam parasini vermedi
    ms : o adam benim babam hanfendi
    sbh : ... gak
    yolcular (hep birlikte): ha-ha-ha *

  • polisin sıktığı tazyikli sudan el ele kurtulmaya çalışan biri türk bayraklı, diğeri bdp bayraklı iki eylemci ve bir köşede polise bozkurt işareti yapan bir amcanın aynı karede yer aldığı fotoğraf.

    bu fotoğrafı bilmeyen yoktur. herkesin ezberini bozan bu fotoğrafta, atatürk posterli türk bayrağını taşıyan kişinin bir kadın olduğu bilinir. ama o eylemcinin bir kadın olmadığını, 55 yaşında bir amca olduğunu öğrendik. peki bu bilgi neyi değiştirir. fotoğrafın kahramanlarından birisi (bdp bayraklı olan) radikal'e konuşmuş:

    "o fotoğraf bir ezberi bozdu. herkes yardım ettiğim kişinin kadın olduğunu ve benim olaya duygusal yaklaşarak o eylemciye yardım ettiğimi sanıyor. oysa o eylemci 55 yaşında bir amcaydı. ben politik ahlakımdan dolayı o sırada zor durumda olan bir eylemciye elimi uzattım''

    o fotoğraftan sonra algım değişti

    "..ben o gün yaşadıklarımızı çok önemsemedim. çünkü benim için sıradan bir durumdu. o fotoğraf hakkında yalan yanlış birçok konuşma yapıldı. insanların çoğu o amcayı kadın sandığı için benim meseleye duygusal yaklaştığımı ve duygusal nedenlerden dolayı ona yardım ettiğimi düşünüyor. oysa o yaşlı bir adamdı. ben politik duruşum gereği ona yardım ettim. gezi parkı’nın en iyi tarafı zıt kitleleri birbirine yakınlaşmasını sağlamak oldu. gezi sırasında insanlar birbiri daha çok empati kurmaya başladı. mesela ben kemalist veya milliyetçi insanlara karşı çok sert duruyordum. sürekli farklı olduğumuzu düşünüyordum. ancak o fotoğraftan sonra onlarla aslında birçok ortak yanımızın da olduğunu fark ettim. örneğin gezi park olayları sırasında biz chp’nin standını ziyaret ediyorduk. onlar da bizim halayımıza katılıp bize yemek getiriyordu. dolayısıyla algım değişti. gezi sonrasında özgürleştiğimi fark ettim..’’

    http://www.radikal.com.tr/…ustu_ezber_bozdu-1372136

    2 sene önce haziran'da önyargılarını kırmaya başlayanlar, 7 haziran 2015 için de seni başkan yaptırmayacağız diye yola çıktılar. bizler de 8 haziran'dan itibaren, diktatörle birlikte ön yargılarımızı da tamamen ortadan kaldırmaya, yeni gezi'lere ve birbirinden anlamlı bu fotoğraf karelerine vereceğimiz bir oyla önayak olabiliriz. vereceğimiz bir oy birçok şeyi değiştirir ve bazen 1 oy 1 diktatörü devirir

    debe editi: (bkz: #51966326) (bkz: hdp'ye yönelik kara propaganda)

  • çevremdeki her dört insandan beşinin garipsediği, benimse garipsenmesini garipsediğim davranış. güneş gözlüğünün hava sıcaklığıyla ne tür bir ilişkisi olduğuna dair sağlam bir argümanla gelebilenini de görmedim.

    güneş gözlüğünün kışın gözü rüzgardan ve rüzgarla göze kaçabilecek parçacıklardan koruduğu ve gözün kışın da çevredeki ışıktan rahatsız olabileceği gibi dünyanın en basit gerçeğini geçiyorum. (ayrıca hafif bulutlu bir havada her yönden ve her yerden gelen sinir bozucu beyaz ışığın tamamen açık havada tek bir kaynaktan ve tek bir yönden gelen sarı güneş ışığından çok daha rahatsız edici olduğunu da unutmayalım)

    "kışın neden güneş gözlüğü takıyorsun?" sorusu, "yazın neden ayakkabı giyiyorsun?" sorusundan farksız bence. istesek yalınayak gezebiliriz yazın, ayağımız üşümez, buna rağmen yazın hala ayağımıza bir şey geçiriyorsak başka bir işlevi olsa gerek, değil mi?

    onu da geçtim, güneş gözlüğü takmak kendimi rahat hissetmemi sağlıyor olabilir, kime nedir? tanınmak ve sohbet içine çekilmek istemiyor olabilirim, gözlerim hassas olabilir, saatlerce gözümü kısa kısa dolaşmak istemiyor olabilirim. ışıktan korunmamı gerektiren bir rahatsızlığım olabilir. gözümün şişliğini saklamak istiyor olabilirim, gözlerimin kırışmaması gibi bi derdim olabilir falan filan. ya da bazısının saat takmayı sevdiği gibi güneş gözlüğü takmak öylesine hoşuma gidiyor olabilir.

    hepsini geçtim, hiçbir işlevi olmadığı halde sadece cool görünmek için takıyor olsam ne yazar? bunun nesi kötü? sanırsın kimsenin cool görünme kaygısı yok, bi güneş gözlüklüler dert etmiş bunu. iki dakka dürüst olalım.

    özet: güneş gözlüğü süper bir şeydir ve yaz kış takma özgürlüğüm için canımı vermeye hazırım. hırsımdan şu an evde de takıyorum.

  • igor akınfeev, sergey ignashevich ve berezutskiy kardeşler. bence bu dörtlü artık ayrı bir başlığı hak ediyorlar. yüzyıllardır beraber oynayan yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, eşlerinden çok birbirlerini gören bir dörtlü bu. düşünün şu an oynanmakta olan 12 nisan 2018 cska moskova arsenal maçında cska’nın geri dörtlüsünü oluşturuyorlar. aynı şekilde 13 sene önceki uefa finali olan 18 mayıs 2005 sporting lizbon cska moskova maçında da cska’nın savunma dörtlüsünü oluşturuyorlardı. yaşlanmıyorlar. resmen lost’daki richard alpert gibiler.kimi tarihçilere göre 93 harbinde ruslar yeşilköy’e kadar geldiklerinde de bu dörtlü vardı, kimi tarihçilere göre ise almanların petersburg kuşatmasını moskova’dan getirdikleri yardımlarla bu dörtlü yıktı. o dörtlüyü tanıyalım;

    igor akınfeev: cska’nın kalecisi, fm efsanesi. bu dörtlünün en genci. gerçi en genci dediğime bakmayın 15 yıldır cska’nın kalesinde. bu takımın kalesinde başka kaleci gördüğümü hatırlamıyorum. milli takımda da kendisinden önce herhalde lev yaşin oynuyordu. yıllar geçtikçe iyi kalecilikten kova kaleciliğe geçiş yaptı ama olsun. bi 10 sene daha rahat oynar.

    sergey ignashevich: 39 yaşında genç yetenek. berezutskiy kardeşleri ayırt edebilen tek insan. yaklaşık bi 10 yıldır ha bıraktı ha bırakacak diye takip ediyorum ama yok adam bırakmıyor. nasıl olduğunu şöyle düşünün, euro 2004’de “ tecrübeli stoper “ deniyordu kendisine. cska’nın alt yapısında stoper oynayan 2002 doğumlu bi oğlu varmış. herhalde onunla beraber 1 sezon oynamadan bırakmayacak.

    berezutskiler: vasili berezutski ve alexei berezutski kardeşler. onlar da iyi kardeşler. 36 yaşındalar. hangisinin vasiliy hangisinin aleksey olduğunu eşleri bile bilmiyor. ayırt eden tek kişi ignashevich.

    bu dörtlü tabiî ki rus milli takımında da yıllarca beraber oynadılar. 4 futbolcu toplamda 383 kez rus milli takım forması giymişler. affedersiniz istemsiz bi şekilde oha amk çıktı ağzımdan. kendilerine yıllardır rakip olarak görebileceğim tek dörtlü juventus ve italya milli takımı’nın geri dörtlüsünü oluşturan gianluigi buffon, andrea barzagli, giorgio chiellini ve leonardo bonucci idi ama onlar bile ayrıldı lan. bonucci milan’a gitti buffon ve barzagli milli takımı bıraktı. bu adamlar bırakmıyorlar.

  • "diyelim ki balıkmışım ben, sen de balıkçı. ikimiz de biliriz sineğe bile kıyamazsın, öyle bos oltayı atarsın denize. bilirsin salak olmadığımı, ama aşık olduğumu bilmezsin. ben sana inat yakalanırım. şaşırırsın, nerden çıktı bu diye... istediğin balık degil ki, oturmak iskelede. mecbur çekersin yukarıya. acı çekiyorum nede olsa. dedim ya kıyamazsın... uzanırım avuçlarına. dudaklarıma dokunursun, iğneyi çıkartacaksın ya, yoksa sevdiğinden falan değil... bilirim senin yanında yaşayamayacağımı. sen de bilirsin, öldürmeye kıyamazsın, bakarsın avucundaki aptal balığa, ben de sana... sonra beni kurtarmayı seçersin, ben avuçlarında ölmeyi seçmiştim oysa... bırakırsın denize. yüzünde kahraman gülümseme. hayat kurtardın ya biraz önce. sessizce boğulurken mavilerde, son kez bakarım iskeleye, iskeledeki aptal balıkçıya, sen de kurtardığın balığına..."

  • olayı 2010'un kasımı gibi yaşadık
    gece taksim'den topkapı dolmuşuna binen hepsi çapa'da oturan 4 kişiyiz, arkadaşlardan biri ön koltuğa oturdu şoförün yanına.
    hepimiz içkiliyiz fakat sanırım şoför daha içkili. müslüm gürses'in adını sen koy çalmaya başladı teypte.
    biz arka dörtlüde oturan üç arkadaş "özlerim ben seni seninle bile vuslat mı hasret mi adını sen koy" diye mırıldanmaya başladık, yanımızda oturan tanımadığımız iki gençten kişi de bizle mırıldanmaya başladı.
    şişhane yokuşundan inerken şoför de katılmaya başladı, derken bizim önde oturan arkadaş şarkının "ilk ve son aşkımdın gençlik çağımda sevgi çiçeğimdin gönül bağımda" kısmında yanık sesiyle dolmuşa hakim oldu.
    manzaranın şükrü saraçoğlu açıkta hep bir ağızdan tezahürat eden taraftarın görüntüsünden farkı yoktu, derken bizim dolmuş şoförü unkapanı ışıklarda sağa çekti ve şarkının sonundaki şiirimsi bölümü okumaya başladı derken olaylar gelişti dolmuş çığlık kıyamet şoförü alkışlamaya başladı.
    şarkı bitti ardından şimdi hatırlayamadığım başka bi damar şarkı başladı ve biz böyle böyle çapaya kadar geldik.

  • üniversite yurdundaki yan odadaki elemandır. cumartesi sabahı o uyurken gizlice oda kapısının üstündeki anahtarını alıp kapıyı üstüne kilitlemiştik. içerde kilitli kalınca kapıyı yumruklayağını, "açın lan .rospu çocukları" diye bağaracağını, yurt görevlisini cepten arayacağını filan düşünüyorduk. heyecanla, uyanıp kapıyı zorlamasını bekliyorduk. saat 10 civarı uyandı ve odasının kapı kolu bir kere inip kalktı. biz dışarıda kıs kıs gülerken devamını bekliyorduk. fakat hiçbir şey olmadı. bekle allah bekle. 1 saat, 2 saat, 3 saat... sıkılmıştık. dışarıyı çıkıp biraz dolaştık, internet kafeye oturduk vs. halen arayan yok. akşam üstü yurda döndük, halen montu kapı askısına asılı, kapı kilitliydi. fakat pes etmedik. akşam yemeği için bir esnaf lokantasına gittik. çıkışta birkaç el batak attık. döndüğümüzde durum aynıydı. şaka maka artık hiç komik bir tarafı kalmadığından kapıyı açıp içeri daldık.

    görünen manzara; çocuk yatakta yatıyor, 5 litrelik su bidonu çeyreğine kadar sidik ile dolu, annesinin 3 hafta önce gönderdiği küflenmiş böreklerin hepsi açılıp masanın üzerinde yenmiş. kırmızı ve uyuz gözlerle kafayı çevirip bize baktı ve "siz mi kilitlediniz lan kapıyı" dedi.

    bulunduğu durumu bu kadar kabullenmiş, kilitli kapıyı bir kere açmayı denedikten sonra "tüh, artık ömrümün sonuna kadar böyle yaşamak zorundayım" diye içinden geçirdiğinden emin olduğum elemanı hiç unutmam.

  • annenin 20 sene onceki ailevi olaylari anlatip bunlara hala sinirlenip ailenin huzurunu kacirmasi.. insan kucukken sessiz kaliyor da buyuyunce bu hasta zihniyete katlanamiyor ve sinir krizi gecirebiliyor.