hesabın var mı? giriş yap

  • 90'ların başı, bir yaz gecesi. arkadaş evinde toplanılır. güzel vakit geçirilir, kafalar da çeşitli yollarla güzelleşmiştir. geyik yapmaktan bıkıldığı noktada tv açılır, sesi kısılır, karanlıkta çıt çıkarmadan seyredilir. derken yukarı kattan* bir cam kırılma sesi gelir. burada atlanmaması gereken nokta, ev sahibinin imitasyon katana koleksiyonu olduğudur. ve hepsi de aşağı katta, bulunduğumuz salonun duvarlarında asılıdır. cam kırılma sesinin ardından sanki telepatik uzaylılarmışız, sanki yıllardır bunun için eğitilmişiz, sanki biri bir düğmeye basmış gibi hepimiz sessizce kalkar ve duvardaki kılıçları alırız. gerçek kılıç olmadıklarından keskin değillerdir ama elde çok ürkütücü durdukları da bilinmelidir. psikopat ninjalar gibi karanlığın içinde kılıçları havaya kaldırır, gözümüzü merdivene dikeriz. saniyeler sonra tvnin ışığında şüphelinin ayaklarını görürüz. merdivenden yavaş yavaş iner. başı gözüktüğü anda ev sahibi ışıkları yakar. göz göze gelinir. karşılıklı çok kısa bir donmanın ardından topluca haykırmaya ve adama doğru koşmaya başlarız. adam ışık hızıyla yukarı fırlar ama durmayız. kovalamaya sokak boyunca devam ederiz. ama hırsız akıl almaz bir hızla kaçar. hoş, yakalamak istiyor muyuz, yakalasak ne yapacağımızı biliyor muyuz belli değildir. adamın o an ne hissettiğini canlandırmaya çalışıyorum gözümde. dört adam. dördü de entel kuntel tipler. şortlu, gözlüklü, keçi sakallı, 20'li yaşlarda gençler. ellerinde japon işi kılıçlarla pozisyon almış seni bekliyorlar. hatta içlerinden biri yeniçeri taarruzundaymış gibi allah allah allah diye bağırıyor. "ne kadar postmodern" diyecek zamanı olmuş mudur?

    edit: http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12497984.asp

  • "barış için bir çocuğuna da sen türkçe isim ver" desen foşşik tece olursun ama.

    sikim gibi kampanya

  • ilgili videonun 1:41 anında danimarka basbakani'nin "abdullah bu ne diyo amk?" bakisi ve abdullah gul'un "olm ne sandin ulke ulke degil ki xd" seklindeki yuz ifadesi ile klasikler arasina girmis efsane olay.

  • bununla yüklü ortamlarda gezinip de çarpılmaktan bıkanlar için tavsiyelerle geliyorum, yaz arkadaşım:

    öncelikle, ortamdaki elektrikli aletlerden, bilgisayardan vs kurtulamayacağımıza eminsek, ofis vs gibi bi ortamsa yani, iyonize klima almamız gerekir. bu klimalar ortama negatif iyonlar saçıp sonra bunları geri toplama özelliğine sahip. bu şekilde hem havayı temizleyip nemlendiriyor, hem de odaların elektriksel dengesini düzenliyor. klimayı satın alacağınız yerde size daha afilli cümlelerle bunları anlatırlar.

    üzerinizde mümkün olduğu kadar az statik elektrik birikmesi için, mümkün olduğunca pamuklu giysi giyin. laylonlu donlar sütyenler giymeyin. elbiseleriniz de yine mümkün olduğu kadar sentetik karışımı az kumaşlardan olsun.

    ortamda bitki bulundurun. kaktüs, devetabanı filan.

    evcil hayvanlarla daha çok temas edin. kedi ve köpekler, sizin üzerinizde biriken statik elektriği atmanıza yardımcı olurlar.

    toprakta yürümek ve sık duş almak da bir çözümdür. su ve toprak, üzerinizde biriken elektriği atmada size yardımcı olur.

    ama en önemlisi, özellikle ofislerde sürekli çarpılanlar için söylüyorum, klima ve bitki. bu ikisini ihmal etmeyin.

  • ovacık'tan kalkan'a kadar yürüdük. aklımda kalan bazı iyi, kötü ve çirkin şeyler var.

    ekipman kısmı: su hariç 13 kg'yi geçmek enayiliktir. en önemli ekipmanlar sırasıyla; ayakkabı, çanta, baton, şort, karabina...

    ayakkabı: sıfır ayakkabı ile ilk kez giyip yolculuğa başlamak en büyük 2., ucuz ayakkabı alayım, kullan at yaparım demek 3. büyük günah. paraya kıyılacaksa ayakkabıda kıyılmalı ve sert tabanlı, kaydırmaz, bileği saran, ayağa tam oturan bir model seçilmeli.
    çanta: min. 60 lt, maks. 60 lt olmalı. fazlası ve azı da yine enaylik, başka bir şey değil. boş ağırlığı 2 kg'yi geçen çanta bizden değildir. 1.5 kg'lik çanta, ne güzel çantadır. onu koruyup kollayınız.
    baton: başta ben buna karşıydım. ne gerek var yeaa diyordum. en kötü iki dal alırım yeaa diyordum. neyse ki verilmiş sadakam varmış ve likya tanrıları beni çarpmadı. çarpmadı çünkü son anda baton almaya karar verdim. bu kadar insan yanılıyor olamaz dedim. teşekkürler bu kadar insan. (batonsuz likya yolu'nu yürümek, hayko cepkin ile uçağa paraşütsüz binmek gibi bir şey.)
    şort: yine direkten döndüğüm bir obje, bir kurtarıcı daha. yandan ve bol cepli, eğilip kalktığında sürtünmeye sebebiyet vermeyen, kemersiz bir şort.
    karabina: anlatmaya gerek yok. joker. bu kadar işlevsel olduğunu düşünmemiştim.

    wikiloc bu iş için pusulamız. acayip faydalı. yıllık üyelik 60 küsür liraydı sanırım. likya ve diğer parkurlar için çokça kayıtlı rota mevcut. internetin çekmediği yerlerde de aktif. nerede çeşme var, konaklama yerleri, bakkal vs. tümünü işaretli bulabiliyorsunuz.

    her rota başlangıcında yanınızda 3 lt su olmalı. su, oksijen kadar önemli. hatta bazen daha önemli. su dışında, kuruyemiş, bar, kuru meyve de can kurtarıyor kesinlikle. gözleme sevmiyorsanız, bu yolu bir daha düşünün. gözlemeye doyacaksınız....

    yola çıkmadan, bir gece konaklayıp, sabahında başlamak daha mantıklı bence. o yüzden, şehir dışından geldiğinizi varsayarak, bir gün önce gelip, fethiye'de veya ovacık'ta konaklayıp çıkılmalı. üzerinizde nakit olmalı. kredi kartı hiçbir yerde geçmiyor. kamp tüpü vs, uçakta getiremeyeceğimiz için, bunu fethiye'de bulabiliyoruz. likya outdoor. sahibi gevezenin teki ama yine de eksik gedik her şeyinizi burada tamamlayabilirsiniz. pazarlık yapmadan kendisi indiriyor fiyatı. bir garip geveze adam. fethiye merkez otogardan 07:00'den itibaren minibüsler kalkıyor. kredi kartı ile ödeme yapılıyor bu minibüslere. ve tabii şoföre likya yolunu sorduğunuzda, doğru noktada inmenizi sağlıyorlar. indiğiniz noktada bir işaret vs yok, sola doğru, otel reklam tabelalarının olduğu yönden gidiyorsunuz ve 3-4 dk sonra o meşhur sarı likya yolu tabelasına ulaşıyorsunuz. evet, o tabelanın altından başlamıyor rota. (herkes şok) ileriye doğru devam ettiğinizde, soldan 2. patikadan çıkıyorsunuz. he bir de tabii, şu meşhur işaretler. kırmızı çarpı gördüyseniz yanlış yoldasınız. kırmızı beyaz şerit gördüyseniz devam, doğru yoldayız. bir de taşları üst üste koyma olayı var. başta gülünç gelmişti ama çok hayatlar kurtardı bu da. aro üst üste taş koyanlar.....

    ovacık - faralya arası ilk parkur. ölüdeniz manzaralı full tırmanış. manzara şov. ilk günden manzaraya doymak bir bakıma faydalı, fotoğraf çekme hevesinizi köreltiyor en azından. ilk 6 km çeşme vs yok. ona göre hareket etmeli. zaten bu çeşme, irtifa, bakkal, konaklama işini wikiloc çözecek. o yüzden bir daha yazmamaya karar verdim. faralya'da nejla abla'nın (gül market) bahçesine çadır kurduk. duş, tuvalet, elektrik kişi başı 70 tl aldı. marketinde de fiyatlar ortalama.

    faralya - kabak - alınca: burada insanlar ikiye ayrılıyor. kabak'a inenler ve inmeyenler olarak. kabak sevdiğiniz bir yer ise, inmeye ve o yokuşu çıkmaya değer. buralarda işaretler iyi. kabak'a inmek büyük karar. çünkü bu inişin, bir de çıkışı var elbette. o yorgunlukla kabak'ta denize girmez paha biçilemez ancak kabak sonrası o çıkış için paha biçilir. kredi çekilir ödenir. ( o neydi yav. ) gerçi kabak'a indikten sonra, minibüs ile tekrar o alınca ayrımına çıkabilirsiniz, (minibüs 80 tl'ye çıkarıyor kişi sayısından bağımsız) ama o zaman da kabak'taki buz gibi şelaleye girememiş olursunuz ki bence çok şey kaybedersiniz. bu rotada lemon cafe iyiydi, kirme köyünde. edit: alınca'da gidilmemesi gereken yeri yazmayı unutmuşum. y****k hasan. evet. bu kadar kafa açan birine rastlamamıştım bu yaşıma kadar. mini bardakta ayrana 15 tl istemesine değinmiyorum bile. düdükledi der geçerim fakat o yorgunlukla kafanızda fillerin tepinmesini istemezsiniz. adam yoktan sustan anlamıyor. alınca'ya varınca tam karşınızdaki yer. işte oraya girmeyin. yanındakine gidin. ulan y** hasan. böyle böyle batıracam seni.

    alınca - gey - bel: alınca'dan sağlam su ile yola çıkmalı. gey'e kadar çeşme yok. 9. km'de suya erişiyoruz. ( yazmayacaktım dayanamadım yine. ) gey'de tahir abi'nin yeri rotadaki en mükemmel gözlemeci, çaycı, kahveci ve her şeyci. mekanın ismi g7. havalı da. çardağı, kedileri ve tavukları ve tahir abi'nin mini sohbetleri çok güzeldi. gözlemeler, çaylar, kahveler ve sodalar, toplam 155 lira.
    bel'de tatava yapmadan fatma abla'nın yerinde kalınmalı. likya yolu'nun en eli bol işletmesi burası sanırım. her şey taneyle değil, doyduğun, içebildiğin kadar. kendi çadırında konaklama, kahvaltı ve akşam yemeği kişi başı 150 tl. çay vs. şirketten. odasında kalırsan 250.

    bel - gavurağılı - patara: fatma abla'dan çıktıktan sonra güzel bir köy yolu başlıyor. bir noktadan sonra lafa dalarsanız sağdan girişi kaçırabilirsiniz. biz kaçırdık, siz kaçırmayın. bir gözümüz manzarada, diğer gözümüz wikiloc'ta olsun, olmalı.

    gavurağılı inişinden sonra zeynep mother yeri dışında bi yer yok. var da yok. yarı açık, yarı kapalı. açsan zeynep mother'da ye. bel patara arası yemek ve su sıkıntı. gördüğün bakkaldan al, boş geçme. iniş çok çok zor. kayalık ve kaygan taşlardan oluşan aşırı dik, uçurumdan hallice bir patika. inişten sonra yola çıkıyorsun. patika gidiş de var patara'ya ama yolu kullanın bence. patika ısırgan otu dolu. şov yapmaya gerek yok. patika dar, dikenli ve kapalıya yakın. üstelik yolun manzarası çok çok daha güzel. gavurağılı inişinden sonrası kolay. patara'da konaklama sıkıntı. esnaf çakal.
    patara'dan kınık'a 12 km. 300 tl istediler. (yuh) minibüs var. 10 tl kişi başı. minibüs durağını sor. patara gelemiş arası rezalet. bu rotayı araştırdıysanız illaki denk gelmişsinizdir. bu rota, muhtemelen likya'nın en kötü rotası. o yüzden, büyük çoğunluk bu kısmı araçlarla pas geçiyor. seraların arasında, manzarasız, tacizci esnaf arasında yürümeyi kim ister? bu yüzden minibüs ile kınık'a geçmek ve letoon ile xanthos'u gezmek çok daha akıllıca.
    kınık merkez, türkiye'nin en kötü kasabası olabilir. her ama her anlamda. marketlerden alacağını al. 5 dk fazla zaman geçirme bu kasabada. minibüs durağını bul, gelemiş'e minibüs ile geç. emin olun böylesi herkes için en hayırlısı. burası eksik kaldı diye üzülmeyin. hiçbir şey kaçırmıyorsunuz. bilakis zaman kazanıp, moral kaybetmiyorsunuz.

    gelemiş'te çeyrek camping bohemli gibi, güzel gibi ama değil. kaldığımıza pişman olduk. işletmecisi aşırı rahat ve umursamaz. burada çadır kişi başı 100, bungalov 3 kişi 500, kahvaltı dahil. (sözde) seçenek çok gelemiş'te. çeyrek bu seçenekler arasında olmasın mümkünse. bolulu bir şey usta vardı, orada yanardönerli salata söyleyin. önce gözünüz doysun.

    gelemiş - kalkan: delikkemer'in olduğu rota. burada da başlangıçtan bitişe kadar tek bir çeşme var, yolun ortalarında. sudan emin olamadık ve kalkan'a gelene kadar çöldeki mecnun'a döndük. siz öyle yapmayın. en az 3 lt su! parkur çok eğlenceli. yolda kekik ve adaçayı toplayabilirsiniz. bu parkurda, seraların olduğu tarafa bakarak, kınık kısmını minibüsle geçmenin ne kadar mantıklı olduğuna ikna olacaksınız. asfalt yola paralel bir yol, kalkan'a varana kadar. kalkan'a yaklaşınca işaretler yok oluyor. kendinizi yola atıp devam edebilirsiniz. bence mantıklı olan bu. inşaat, villalar bahsetmeye gerek yok. şimdi bile, yolun içine villalar yapılıyor. 10 sene sonra alternatif bir likya yolu yapılacak. eski yolun bir kısmı yok olacak. maalesef.

    unutmayalım; su, işaretler ve wikiloc kutsal üçlümüz. kate clow'un gücü sizinle olsun! iyi yürüyüşler.