hesabın var mı? giriş yap

  • anonymous'un türkiye'yi almanya ile falan karıştırdığını düşünüyorum.

    bakın güzel hekır kardeşlerim. bu adamların ses kayıtları çıktı, evlerinde tomar tomar para bulundu. adam "ben yapmadım xd" deyip sıyrıldı işin içinden. sen bunu yollasan nolur, yollamasan nolur?

    ayrıca 3 gb dosya yüklemiş pezevenkler. ulan norveç mi burası? ben bir mp3 indirmek için 4-5 dakika bekliyorum bazen.

    debedit: ilk debemi biraz bencilce kullanmak istiyorum sayın sözlük. 25 gün sonra girecek olacağım sınavda* yaşlı anamın istediği yere gideyim, dua edin, mutlu olsun kadıncağız. seviyorum seni anne.

  • güzelliğin göreceli, etik yaklaşımın mutlak olduğu dünyamızda eğer bir mimarsanız ve maddi kaygılar sebebiyle etik bulmadığınız bir senaryonun içerisine dahil olduysanız, kuram ve pratiğinde mimarlık, adeta tüm yaşam enerjinizi emen bir karadeliğe evrilir. bu durumun zıttında verdiği manevi tatmin duygusu ise gerçekten paha biçilmezdir.

    konu genel olarak türkiye de mimarlığa gelirse: türkiye de iyi mimar yoktur demek cahilce bir yaklaşımdır; tıpkı her nitelikli meslek grubunda olduğu gibi, türkiye de de çok iyi mimarlar vardır ve fakat sınırlı sayıdadır. nitelikli mimarların da para ve zevk kombinasyonuna sahip yine sınırlı sayıdaki işverenle tanışıp çalışma olasılığı, bireysel bazda düşünüldüğnde, şayet profesyonel bir marketing hizmeti alınmıyorsa ya da ciddi bir şans durumu ortada yoksa, bir hayli güçtür. keza türkiye de parası olan işverenler büyük oranda şark kültüründen gelmedir; zevkten, estetikten yoksundurlar, herşeyin en iyisini kendilerinin bildiğini idda ederler, kendi deyimleriyle tüccardirlar ve yukarıda bahsettiğim karadeliğe ve türkiye de iyi mimar yoka sebep olurlar.

    mimarlık bir sanat dalıdır ve bu sanatı türkiye de icra etmeye çalışmak, türkiye de rock müzik ya da klasik müzik icra etmeye benzer. siz kabiliyetinizle ne kadar başarılı eserler üretebilir olursanız olun, onları alacak kitle sınırlıdır.

    türkiye de genel olarak geçim sıkıntısı olduğundan, insanlar için, hayatlarını insan gibi yaşayacakları geliri kazanacakları ortam kurgulanamadığından, onlara mimariden, estetikten, kaliteli çevrenin nasıl olması gerektiğinden bahsetmeye bir türlü sıra gelememektedir.

    özellikle anneniz ya da babanız tasarım altyapısı olan, yetenekli, başarılı ve finansal problemleri olmayan birer mimar ise, bu maddi ve manevi bolluk ile, onlardan aldığınız genlerinizle, aile öğreniminizle, yetişeceğiniz kaliteli çevre ve size verilecek vizyonu iyi bir üniversite eğitimi ile birleştirdiğinizde çok başarılı bir mimar olabilirsiniz. demeye çalıştığım şu ki, mimarlık dalını üniversite sınavı sorularıyla kazanıp sadece okul ve profesyonel yaşamdan öğrenen ve genelde de çok da yetenekli olmayan kişilerin başarısı, üniversite sınavını yüksek dereceyle kazansalar bile sınırlı olacaktır. özellikle de tasarım mimarlığı, az önce de vurguladığım gibi, yetenek gerektiren, hayat ölçeğinde deneyimlenmesi gereken bir sanat dalı, daha da ötesinde bir yaşam biçimidir.

    tüm bunlara ek olarak, bir mimari ürünün başarısının ekibin kalitesi ile doğru orantılı olduğunu belirtmek isterim. yukarıda kendimce tanımlamaya çalıştığım mesleki yeterlilik kriterleri, ekibin içerisinde yer alan her meslek erbabı için, kendi meslek ihtiyaç ve perspektifleri kapsamında geçerlidir. projeci mimarlar, mühendisler, işveren, işi kontrol eden saha mimar ve mühendisleri, uygulamayı yapan kabasından incesine tüm ekip ortaya çıkan ürünün bir değer olmasında birlikte rol oynarlar.

    özetle mimarlık, insanların yaşam kalitelerini şekillendiren, onların hislerine ve psikolojilerine derinden etki eden bir sanat dalıdır. tasarim mimarligi ancak yetenek, vizyon ve iyi bir egitimin mesleki deneyim ile birlesmesinden ortaya cikabilir. turkiye yi ileriye tasiyacak olan konulardan birisi de mimarlik ve kapsamdaki diger mesleklerdir. ulkemizde daha kaliteli yasamlari sekillendirecek gunleri gormek dilegiyle…

    halis saygı

  • başlık: metrobüste teyzeye verdiğim ayar

    finalden çıktım, 4 saat uykuyla durduğum için acayip yorgundum. bindim metrobüse, cam kenarına oturdum. bi teyzeyle kızı bindi. teyze 50 yaşlarında, kızı da 25 yaşlarındaydı. kız geldi benim yanıma oturdu, teyze ayakta beklemeye başladı. aklı sıra yer vermemi bekliyor. ben yer vermeyince 'evladım, bak ben yaşlıyım, bana yer versene' dedi. bi de espri yapıyor 'kızımı kucağıma alırdım da bacaklarım ağrıyor eheheh.' teyze böyle bi gol pası verince dayanamadım, gelişine çaktım 'teyze ben de çok yorgunum ama senin bacakların ağrıyorsa kızı ben kucağıma alayım.' ben böyle deyince ikisinin de suratı kıpkırmızı oldu. kız da yanımdan kalktı. bi sonraki durakta da indiler. ben de eve gidince kızın kucağıma oturduğunu hayal ederek zafer 31 i çektim.

    yazar: mrfreak

    yardım editi:ovakışla cumhuriyet ilkokulu'na yardım kampanyası
    (bkz: #57596227)

  • genel olarak özelleştirme konusunu eleştirecek kadar bilgi sahibi değilim ama sağlık ve eğitim için söyleyecek bir iki lafım var.

    ikisi de tam anlamıyla özelleştirilmiş olmasa da akp hükümeti döneminde bu iki alanda özel sektör payını inanılmaz ölçüde büyüttü.

    önce eğitimden başlayalım. ben iki memurun çocuğuyum. anadolu lisesi mezunuyum. eğitime beş kuruş para vermeden ülkenin en iyi liselerinden birinden mezun oldum. çok iyi öğretmenlerim vardı. okulda neysek oyduk. veli toplantılarında öğrenciniz başarılı deniliyorsa öğrenci gerçekten başarılı olduğu içindi. daha çok çalışman gerekiyorsa bu çatır çatır söylenirdi. ilkokulda siyah önlük, ortaokul ve lisede forma giyerdik. babası çok zengin öğrenci de kapıcının çocuğu da o formayı giyerdi. zengin çocuğu da kapıcı çocuğu da okulun kapısından girmeye hak kazanmak zorundaydı. bu iki çocuk okulda aynı öğretmenlerden aynı dersleri alırlardı. zengin çocuğu özel ders alırdı belki ama bugüne kıyasla, o kapıcı çocuğu boğaziçi ya da odtü'ye girmek konusunda çok daha şanslıydı, çünkü o şansın zeminini oluşturacak lise eğitimini alabiliyordu.

    gelelim öğretmenlere...tanıdığım herkes çocuğunu özel okula gönderiyor. ve neredeyse herkes öğretmenden şikayetçi. bir yakınım çocuğunun ingilizce eğitim verdiğini iddia eden ve üç senedir eğitim aldığı okulunu, neredeyse hiç ingilizce bilmediğini fark edince değiştirdi. kendisi ingilizce bilmediği için bunu tartamamış, çocuk yurtdışından gelen bir tanıdıkla konuşunca, daha doğrusu konuşamayınca durumu anlamış. öğretmenlerden duyduğu tek şeyin, çocuğun çok iyi öğrendiği olduğunu söyledi.

    öğretmenler artık müşteri temsilcisi gibi görev yapıyor. okulun yıllık ücretinin yanında komik paralara çalışıyor ve idareden öğrenci tutmak konusunda yoğun baskı görüyorlar. özel okulda çalışan hastalarımdan çok kez dinlediğim hikâyeler bunlar. insanlar geçinmek zorunda ve bunun için gereken şey öğretmekten farklı bir şeye dönüştü.

    peki sağlık? ssk hastaneleri döneminin ne kadar kötü olduğu konusunda herhalde herkes hemfikir. değişmesi gerektiği aşikar olan bir düzen. muayenehaneye gelmeden reçete yazmayan, yatış yapmayan doktor fikri gerçekten hem etiğe hem ahlaka aykırıydı. şimdi devlette çalışan doktora muayenehane açma yasağı var. devlette performans sistemi var. özel hastaneler var.

    performans sistemi, hasta başına para mantığıyla işliyor. kalitenin hiçbir karşılığı yok. psikiyatri ve göz muayenesi denk kabul ediliyor. cerrah, hastayı riskli ameliyata alıyor, operasyonun puanının para karşılığı 100 tl. böyle olunca ve can güvenliği de az olunca cerrahlar risk almak istemiyor. işin içeriğinden çok kolayına kaçıyor. bazı ameliyatları devlette kimse yapmaz oldu. özellerde de durum felaket. şu kadar ameliyat yapacaksın denilip 'kotayı' tutturamadığı için işten atılan cerrahlar biliyorum.

    muayenehane yasağı yüzünden üniversitelerde hoca kalmadı. kalmaz da. adam bir işe, üstelik çok zor, özgün bir işe 30 yılını vakfetmiş. sen ona normalde kazanacağı paranın 1/50'sine devlette çalış diyorsun. bir ara çok bilinen tıp fakültelerinin belli yandalları öğrenci alamıyordu çünkü hoca kalmamıştı bölümde.

    ben tıp fakültesinde öğrenciyken, konseyler olurdu. birçok branşın hocaları haftanın belli bir gününde toplanırlardı. zorlu vakalar orada sunulur, hocalar birbirleriyle tartışarak gidilecek en doğru yolu bulmaya çalışırdı. çevre köylerden gelmiş bir çiftçinin vakası 10 tane hoca tarafından bir saat tartışılırdı. ameliyata o önerileri sunan hocalar da girerdi. şimdi bunun olabileceğini düşünebiliyor musunuz?

    gerek eğitimde gerekse sağlıkta işin özeti şu, gönül vererek yapılacak işi tamamen paraya bağlayan sistem, bu işlerin hakkıyla yapılmasını engelliyor. bir öğretmenin emeğini bu şekilde paraya bağlarsan, iyi öğretmenlik hayal olur. keza hekimlik için de bu böyle.

    işin kötü yanı ne biliyor musunuz? benim almış olduğum eğitimi ya da o köylünün çıktığı konseyi şimdi ne kadar çok para verirseniz verin almanız çok zor. böyle işlerin karşılığını şu andaki şekliyle paraya bağlamak, meslekleri ucuzlattığı gibi yapılan işin doğru düzgün yapılmasını engellemenin en garanti yolu maalesef.

    hepimize geçmiş olsun.

  • bilmeden yedikleri için veganlıkları bozulmamıştır. tövbe edip yine yollarına devam edebilirler.

    edit: ben work&travel dayken bir arkadaşım vardı fetöcüydü kendisi zaman gazetesinde staj yapıyordu, stajı bitince işe girdi orada, alkol içmez ama esrar çekerdi. orada bulunduğumuz süre boyunca pizza yemiştik üstündekini dana sucuğu sanmıştı o da mesela domuz sucuğu olduğunu bilmiyordu. sonra öğrenince "olsun bilmiyordum, müslümanlığım devam ediyor" diyerek hayatına devam etti. aynı durum bence bu veganlar için geçerli.

  • izledik stres olduk tamam. gittim içeri tabi dizinin etkisindeyim düşünüyorum neler oldu diye. lan dedim o anda "evreka"

    burada gerçekten son zamanlarda gördüğüm (hatta hayatımda gördüğüm) en iyi ürün yerleştirmeyi kullanmış vodafone'a bir tebrik iletiyorum.
    bence ödül almalı (ciddiyim)
    neden mi?

    hatırlayalım: (hafif spoiler)

    kuzey'in telefonu çalışmaz ve taksiciden telefonunu ister. taksicinin telefonunda cemre'yi arar. cemre numaraya uzun uzun bakar ve açıp açmamakta tereddüt eder. ekranda 3-4 saniye boyunca kocaman bir 0549 lu numara gözükür (vodafone).
    cemre'nin açmamasını anlarız çünkü o anda kuzey'in onu çağırması onu büyülü bir dünyaya çağırmıştır. hiç bir şeyin bu anı bozmasına izin vermez.
    sonunda açar telefonu.

    ama asıl olay burda kopar: taksici arkasına döner ve der ki: "tünele giriyoruz" (yani telefon çekmeyebilir anlamında)
    sen, ben, evdeki herkes, nilgün teyze, fatma yenge hepimiz "ayayaaaa aaaaay ayy gelme diyemicek beykoz korusuna.. ay ay ay kız ölecek" diye tırsarız. ve gerçekten de doğal bir şekilde tırsarız.
    ama gel gör ki vodafone her yerde, tünelde bile çeker.

    tünelin içinde bile çok net duyar kuzey'i cemre.
    zeynep'i arar, haber verir.

    vodafone'a alkışlar gelir kanımca.
    bu kadar güzel reklam yerleştirme yapınca da alttaki hashtag'li saçma twitter mesajlarını da artık çekebilirsin vodafone.

    elini sıktık. tebrik ettik.