ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
jadav payeng
-
yaşadığı gezegene iyi davranan ve karşılığını alan adam. can verdiği orman sayesinde binlerce hayvana da doğal ortamını kazandırmış. aslında dünya'nın mantığı basit. yaşam,hayat, ver,al. bir şeyleri yaşattıkça karşılığını alıyoruz ama genellikle mahvetme,yağmalama,savaşma üzerine kurulu insanoğlu düzeni bunun önüne geçiyor. eğer ki gerçekten amacına hizmet eden bir nobel barış öüdülü varsa bu adam kesinlikle ödülü hak etmektedir.
gurme kılıklı yiyicilerden gına gelmesi
-
debe editi : bazı entrylerde görünce aklıma geldi, atladığım bir şey olmuş. bu yemekler için şehir ve hatta ülke dışından dahi geliyorlarmış. (!) bırak ülke, şehir ve ilçeyi, bir öte mahalleden bile gelinmez.
peşin edit : şimdi bazı arkadaşlar "bu insanlar zaten kendilerine gurme demiyor ya da gurme olmak gibi bir iddiaları yok." diyebilir ama videolarının başından sonuna kadar olan her anına bakarsanız "gurme gibi davranmaya çalıştıklarını" görebilirsiniz.
margarin, eritme tost peyniri ve tavuk sucuğundan yapılan tosta şifa(!), salça ve ayçiçeği yağından yapılan karışıma özel sos, tavuk döner, akciğer kavurma ya da şişe takılan her kıymaya* olağan üstü methiyeler dizip her seferinde "böylesi yok!" diyen bu insanlardan size de gına gelmedi mi? (liste uzadıkça uzayabilir, uzatmıyorum.) gurmesi (!) bir dert; yapanı&satıcısı bir dert. şaklabanlık ve soytarılıkların havada uçtuğu, zerre gerçeklik, samimiyet ve farkındalık içermeyen bu insanlar ve videolarından size de bıkkınlık gelmedi mi? adamlar her an ve her platformda karşınıza çıkıyor, her yeri öyle bir sarıp sarmalamışlar ki, hiçbir şekilde kaçışınız yok.
şimdi dikkat ederseniz bu videoların genelinde iki tema işleniyor. salaş mekan ve acımamız ve acındırmamız istenilen insanlar. salaş demek, "kirli, isli&paslı, hurda, leş, derme çatma, el arabası " vs. demek değil, şatafat ve gösterişten uzak demektir. ayrıca emek sömürüsü altında acımamız istenilen bazı insanların vergi vermedikleri ve sağlığımızla oynadıkları gerçeğini hiç dile getirmiyorum. bu insanlar ve mekanlar konusunda gerekli tedbirleri almayan bakanlıklar ve belediyeleri zaten allah'a havale ettik.
şimdi gelelim bu insanların yaptığı en büyük tahribata. ne mi? elbette, çok çok uzun dönemler dünyanın sayılı mutfaklarından olan türk mutfağını getirdikleri nokta ve küresel olarak kaybettiğimiz imaj kaybı. artık dünya insanı türk mutfağı deyince bu insanları ve videolarını görüyor. sonra da "şurada burada böyle araştırmalar yapılmış, türk mutfağı bilmem kaçıncı sırada çıkmış, bu nasıl olur!" vs. gibi cümlelerle kendimizi aldatmaya çalışıyoruz. aslında her şeyin apaçık bir şekilde ne olduğunu hepimiz biliyoruz ama kendimize konduramıyoruz.
velhasıl, durum böyle. son olarak malum şeytan üçgenimizi de buraya koymadan olmaz değil mi?
(bkz: fahiş zam + gramaj düşürme + kalite bozma)
son söz : ulan bir şeyi de beğenmeyin be! birine de çıkıp kötü deyin. derler mi? demezler. *
evde yalnız uyurken salondaki lambanın açılması
-
dün gece başıma gelen hadise.
rasyonel bir insan olduğum için soğukkanlılıkla ihtimalleri düşünmeye başladım.
- herhangi bir misafir beklemiyor olsam da ailemden biri gelmiş olabilirdi.
- ışığı açık unutmuş olmama rağmen yeni açılmış gibi algılayabilirdim.
- acemi bir hırsız girmiş olabilirdi.
elime parfüm şişesini alıp hafifçe salona doğru yürüdüm. floresan titreyip duruyordu. baktım pencerenin önünde pelerinli 5-6 yaşlarında bi kız çocuğu. saçları hafiften yüzüne düşmüş. yüzü bembeyaz. kapkara gözlerini bana dikmiş. elinde gözleri oyulmuş bir oyuncak bebek var.
korkudan titreyerek yaklaştım. karşısında çömeldim. usulca yaklaşarak "merhaba küçük kız, nasıl geldin buraya, annen nerde" diyecektim ki bi anda cesaret geldi, omuzlarından tutup kafayı gömdüm. burnunu tutup yerden doğrularak kalktı, üzerine doğru bi hışımla uçan tekmeyi salladım. ağzını yüzünü dağıttım. koydum kapının önüne.
ne lan öyle asırlardır aynı yöntemle milleti korkutmalar. burdan ruhlar alemine sesleniyorum. tamam, iletişim kurmaya çalışıyorsunuz, bi derdiniz var belli ama biraz güncelleyin oğlum kendinizi. yeni yöntemler bulun. öyle tuvalet penceresinden bakmalar, koridor ışığını kapatınca oturma odasına kadar kovalamalar, üst katta misket oynamacalar, geceleri pencereden belirmeler, ahtapot gibi yatağın altından kolu uzatıp açıkta kalan ayağa dokunmalar, gecenin en sessiz anında kulağa isim fısıldamalar, gecenin üçünde kırmızı görmüş boğa gibi ayağı halıya sürtmeler.
evet bunları yaptınız. ama modası geçti. yeni yöntemler bulmanız gerek.
hiç tanımadığınız bir erkek size çiçek verirse
-
başımdan geçen bir rezilliği hatırlatan reklam sloganı.
motosiklet kaskı ve uzun saç yüzünden bir beyaz şahin tarafından yarım saat kovalanıp gişelerde kıstırlmak sureti ile tarafıma bir öbek sümbül verilmişti. kaskımı çıkartıp teşekkür edince de bir yarım saat daha kaçmak zorunda kaldım.
babanın söylediği unutulmayan sözler
-
''istanbul'a gidiyorum babacım ben. bir hafta sonra gelicem.''
bunu söyledikten sonra tam iki yıl kendisinden haber alamamıştık. sonra bir gün aradı, dedi ki;
''kızım merhaba. nasılsın?''
ananın alnıyım çok afedersin.
yunanistan'a 40 adet f-35 satılması
-
odemesini turkiye'nin yaptigi satilmadir.
bir nevi akepe hediyesidir
30 yaşına rağmen doların akıbetini takip eden tip
-
okullar açılsa da şu liseliler biraz azalsa
game of thrones
-
şurada son bölümdeki savaş sahnesinin kamera arkası görüntüleri var. videoda ejderhalı kızın bindiği, diziyi izlerken sanki ejderhaya biniyormuş gibi göstermek için hazırlanan hareketli bir makine var. eminim sadece bu makinenin bütçesi bile türkiye'deki dizilerin tek bir bölümünün bütçesinden, hatta pek çok filmin bütçesinden bile daha fazladır. adamlar işte böyle dizi yapıyor.
esra erol'da evlen benimle
-
yaşı 60'larda olan bir amcanın talip olduğu kişiye aşağıdaki soruyu yönelttiği program:
- gece denize girer misin?
plaza dili ve edebiyatı
-
- doneleri topladıktan sonra aksiyon alalım
- bağa mı didin?
bebeğini saç kurutma makinesi ile yakan anne
-
yıllardır savunduğum çocuk sahibi olma ehliyetinin gerekli olduğunu bir kez daha ispatlayan olay.
yaran diyaloglar
-
birgün dolmuşta;
yolcu kadın: şöför bey mükemmel bir yerde inebilir miyim?
(şöför sağa çeker ve arkasına dönüp)
şöför: buyurun size layık değil ama...
ilkokulda statü farkı yaratan nesneler
-
düğmeli kalem kutuları vardı, basınca kapağı açılırdı, kalemtraş çıkardı, silgi fırlardı, termometresi filan vardı bunların*. birisinde bunlardan olunca hemen vaay denir kurcalanırdı. durmadan aynı tuşa basılır aynı şekilde açılan aynı kapak hemen kapatılırdı. ayrıca şöyle kullanım imkaları sunarlardı bize, fırlayan kapağın ucuna silgi parçası, ufak tükürüklü kağıt topları konurdu ve kapak açılarak bu cephane hedefe yönlendirilirdi.
bozuluyorlardı bir süre sonra ama olsun bozulabilirdi artık nede olsa yapmıştı o üzerine düşen görevi. evet.