hesabın var mı? giriş yap

  • - şansal... getirdin mi oğlum ödevini?
    + uğur hazır mı ödevler? hocam öde... (küçük kulaklıktan uğur'u dinler bir yandan) ..hocam uğur uyarıyor, ödevler az sonra hazır olacakmış, önce biz bi...
    - ne diyosun oğlum sen?

  • kelimenin çıkış noktası "to poach"/torbalama 'dan geldiği için aslında altı biraz eşilse sadece bizdeki sözlük anlamı ile, yani yasak avcılıkla açıklanamayacak, türk milletinde hiç yerleşmemiş bir derin kültürdür bu. avı vurup torbaya atıp lorda idareye yakalanmadan hemen kaçmak anlamında bir fiildir.

    yalan yok ben avcı bir kültürden geliyorum. dört beş jenerasyondur balıkçılığı kara avına tercih eden babam hariç hepimiz kara avından hazzeden ailenin bireyleriyiz. avcılığı da "hayvana kaçış şansı vermeyen avcı katildir" düsturuyla yaptık hep. av peşinde koşuyor olmanın hazzını hayvan öldürmenin üstünde tuttuk. ondan mobiletle otomatik av tüfeğiyle avlanmaya gidip yemeyeceği halde dokuz bıldırcın vurup çok bir halt etmiş gibi sırıtan selfie çeken yurdum insanıyla benim yıldızım hiç barışmadı. ne muhabbetlerinden ne de avdan bir zevk almadım.

    sonra devran döndü belçika almanya polonya kırsallarında karacaların zıpladığı dümdüz çayırlar, yabandomuzlarının fırıl fırıl koştuğu kara ormanlar, ördeğin binbir türünün olduğu bataklıklar safkan setterler puanterler görünce bu ortama ben de dahil olmak istedim. trende gniezno havalisinden geçerken iş arkadaşıma polonya'da geyik avının usullerini sorma gafletinde bulundum. orada kendi başına istediğin araziye çıkıp avlanmak gibi bir şey zaten yok, av arazisi olan bazı otellere veya üçüncü kişilere dört günlüğü bin euro muadili zlotyden başlamak üzere para ödeniyor. yanınıza rehber ve ekstra öderseniz köpek veriliyor. bir şey vurursanız pişirtebiliyor veya taksidermiye yollayabiliyorsunuz. bunun turizmi falan el yakan bir şey. çalışan kesimin altından kalkabileceği bir hobi değil. ancak kafama hep takılan ve yatmayan kısmı, bir özel “arazinin” avcılıkta tek değişmez şart olmasıydı. devletin ormanına girdim avlandım yok. bütün ülkede yıllık 227 geyik avlanabiliyor ve bunlar yılda 3600 baş üredikleri ve doğal düşmanları artık olmadığı için avcılık işte hayvanlar rahatça ürerken sayıları kontrol altında tutabiliyor. ama rasgele gider vurur kotayı dinlemezseniz hayvan başına beş yıl falan hapsi var.

    sonra gel zaman git zaman belçika'da üsün içinde devriye atarken aracın önüne cart diye çıkan ve selektöre kornaya aldırmadan yolun ortasında tüm ihtişamıyla korkmadan durmaya devam eden, abartmıyorum başından kuyruğuna 1 metre çeken kırmızılı mavili rengarenk bir erkek sülün gördüğümde yanımda oturan belçikalı polise sülün/pheasant nasıl avlanır nasıl izinlere tabidir diye sorduğumda yine aynı ketum cevap silsilesi beni karşıladı. burada avlanabilmek tezkereye ruhsata tabi olsa da ne avlanılacağına karar veren otorite avın üzerinde gezdiği arazinin sahibi olarak belirlenmiş. av arazisinin kiralanması olgusu var. federal araziye tüfeğimi aldım girdim diye bir şey yok. avcılığa izin verilen devlet arazisi yoktu, sadece bazı özel araziler vardı.

    ancak sonradan gördüklerim içinde asıl avcılık kültürünün bambaşka olduğu yer ise ingiltere oldu. burada avcılığı golf ile aynı kulvarda sadece yılda 100k kazanan insanların kendilerini meşgul ettikleri, giyim kuşamın edinilen silah kadar değerli olmasının beklendiği paçalardan elitizm akan bir şeye dönüşmüş buldum. ruhsat ve arazi izinleri haricinde avcılık bir tür dışarıda sosyalleşme aparatı haline gelmiş ki insan gitse de kendini survivor adasında kameralara karşı oynuyor falan gibi hisseder. boş silahlarla da gidilse bu tip bir avcılık kendini göstermeye çalıştığı şekilden hiçbir şey kaybetmez. bence.

    bu arazi olgusunun bizde olmadığı halde bu evropalıların av denkleminde neden bu kadar merkezi bir yere sahip ola ki deyu düşünürken herkesin beni uyardığı yasak avlanma, poaching terimine dikkat kesildim. mesela bu anlayışı ingiltere'ye getirip bizzat koyan kişi 1066'da ingiliz tacını ele geçiren norman kral william the conqueror idi. bu adamların kültürlerinin temelinde avcılığın zaten hiçbir zaman toplumun alt sınıflarına ait olmamış/olamamış bir olgu olması yatıyor. william the conqueror geldiği gibi ülkeye bir bildiri/proclamation yayınlamış ve ormandaki tüm dişi ve erkek geyiklerin, yabandomuzlarının, tavşanların ve karacaların sadece krala ve derebeylerine ait olduğunu söylemiş. köylülerin et ihtiyacı ise artık yalnız domuzlardan, koyunlardan ve sığırlardan karşılanabilmiş. geyik eti artık köylüye yasak olmuş. geyik vuran bir köylü gördüklerinde william the conqueror devrinde ibret-i alem için hemen asmışlar. sonraki plantegenet kralları döneminde köylünün hemen sağ el işaret ve orta parmaklarını daha ok atamasın diye kesmişler. suçun tekrarında ise gözlerini oymuşlar. üçüncüsünde ise asmışlar. mesela açın robin hood okuyun, kralın geyiklerini vurmuş "much" isimli karekterin babasının parmakları ve gözleri yoktur. hatta hatta aynı balladın devamında kral aslan yürekli richard ülkesine keşiş kılığında geri döndüğünde hemen robin'in kendisine ikram ettiği geyik etine direkt dikkat kesilir. bir şey demez ancak büyüklüğünden demez. köylülerin soylulara ait hayvanları vurup yediğini alenen gördüğü anda içinde bulunduğu alarm durumu bugün sokakta yanında kokain çekilmiş emniyet müdürünün verdiği tepkilere benzemektedir. bu 11. yüzyılda yazılıp temeli atılan orman hukuku/forest law günümüzdeki vaziyetin dibini ta o zamanlardan döşemiştir. avcılık lordların tekelinden işte bugün arazisi toprağı ve avlanmaya maddi gücü yeten insanların sporuna evrilmiştir. bunda da soylular ve toprak sahipleri topraklarından aşağı sınıfları çıkarmada çok başarılı oldukları için yasak avcılığı diğer avrupa ülkelerine göre çok başarılı ekarte edebilmişlerdir.

    yani polonya'da geyik avcılığı yapabiliyorsunuz tabii, belçikada da sülün avlayabilirsiniz. ancak çok büyük rağbet olmamasının üç ana sebebi var.

    1-kültürlerinde bu pek olmadığından yanaşmıyorlar gibi. dedelerinin dedelerinin dedeleri kral 2. wladyslaw jagiello zamanında karaca geyik yüzerken yakalanıp asıldı diye nesiller boyu süzülüp gelen bir korku olmasa da çekingenlik var. kralın lordun korkusunun yerini de sonra başka idareler almışlar. ondan hiç yerleşmemiş bir şeye atıf yaptığınızda konuyu "ama ne gerek var" boyutuna indirgiyorlar. günümüzde markete girdiğinizde eti çok daha az eforla alabiliyorken çok da haksız değiller. avcılık o yüzden o taraflarda pek yok.

    2- o hobiyi kaldırabilecek mali kaynakları olan avrupalı cruise ile karayiplere veya avustralyaya falan gitmeyi yeğliyor. o tip paralardan bahsediyoruz.

    3- avcılıkla modern batılı insanın hayat görüşünün kavgaya tutuşup eninde sonunda avcılığın yeniliyor olması. safariye gidip trophy için fil veya aslan avlayan cem boyner gibi kişilerin toplumda aşırı bir kızgınlık yaratması. bu rahatsızlığın işte tavşan avının falan uzantısı olarak görülmesi.

    yani monarşi temelinden derebeylikten gelen her avrupa ülkesinde avcılık aşağı yukarı böyle. ancak bizdeki avcılık kültürüne oranla yasak avcılık terimi doğaya vs zarar verilen bir suçtan ziyade hırsızlık temelli bir suç. kanunun lafzı öyle demiyor olsa da ruhunda aslında siz lordun leydinin falan istihkakını çalıyorsunuz. polonya macaristan belçika ingiltere bence bu ekolden geliyor. av dendi mi de günümüzde önden bir tipinize bakıyorlar siz o sosyetik düzeyde misiniz diye. nitekim avusturya ve almanya'daki özellikle yivli tüfek avcılığında bu arazi bulabildiğiniz sürece toplumun alt sınıflarınca da sürdürülebilir bir etkinlik olarak kalmıştır. buradaki avcılık usulleri ve anlayışı da olması gerektiği gibi çok disiplinli bir avlanma dönemi ve yasak takibi, çok düşük kotalar, ihlallere göz açtırmadan hapis vesikaya el koyma gibi cezaların kimsenin gözünün yaşına bakmadan uygulanması, ruhsat ve tezkere verilirken kişinin psikolojik testlerine kadar ayrıntıya inilmesi yüzünden çok üst standartlardadır.

    bizde ise genelde avlanma sezonu açılır, havada uçan kaçan ne varsa otomatik av tüfekleri taşıyan terminatörler tarafından sabahtan öğlene yokedilir ve kahvehanelerde çay içerken “eskiden keklik çok idi şimdi gelmiyorlar cehape zihniyeti yüzünden” diye veryansın edilir. sonra bir posta daha çıkılıp kişi başı 20 kuş daha öldürülür.

    ondan türkiye’de avcılığı öldüren ve düzelmesini engelleyen ana sebep tezkere çıkartıp tüfek edinmiş herkesin avcı olabilmesi, meskun mahal harici aşağı yukarı istediği her yerde avlanabilmesi ve hazine arazilerinde avcılığın serbest olabilmesidir. nitekim tarihinde hiç lordu leydisi şatosu derebeyi ve bunlara ait hektarlarca arazinin olmamış olması yüzünden kendi insanına hazine arazisini yasak edecek tarihi bir nedeni veya altyapısı da yoktur. batının hırsızlık temelli poaching’i ile türk hukuk sisteminin hayvanları koruma temelli yasak avcılığı bu yüzden aynı etkiyi hiç yaratamamıştır. lazım değil diye köpeğini öldüren köylülerin olduğu ve bunun diğer köylülerce normal addedildiği bir ülkede hayvanları korumayı falan açıklamak zor iştir.

    yani neymiş pek de kaale almadığımız, çağ dışı bulduğumuz aristokrasi hayvanı daha iyi koruyabiliyormuş. tımar sistemini yerli aristokrasiye döndürmeyen osmanlı’ya o konuda ben de çok dargınım.

  • edit.2: debeye girmiş entry :) zaman ayırıp okuyan ve mesaj atan herkese teşekkürler!

    ön edit: farkında olmadan konserin 1. yıldönümünde girmişim entryi :) burdan tekrardan karaborsacıların anasının a**** ******

    bugün size tranquility albümlerinin ilk şarkısı olan "star treatment" hakkında iki çift laf etmek isterim. bu albüm en sevdiğim albümleridir ve aynı zamanda en çok eleştiri alan albümleri o yüzden savunmaya devam ehehe.

    ***** öncelikle şarkı sözlerinden başladım ama altta baştaki yıldızlardan çizdiğim çizgiden itibaren müzik kısmıyla ilgilenen videolar koydum oraya atlamak isterseniz bilgilendirmesi.

    albüm alex turner'ın iç dünyasını yansıttığı en açık albüm ve bu şarkıda da bunu görmek mümkün. şarkının asıl teması aslında şarkıcı olarak alex'in yaşadığı yolculukla alakalı.

    şarkının sözleri "ı just wanted to be one of the strokes" diye başlıyor. monkeys bu yolculuklarına başlarkenki en büyük ilham kaynaklarından biri the strokes grubu ve alex devamında "now look at the mess you made me make" diyor. ilham aldıkları gruptan işe başlayarak bak nerelere geldik, aslında bu değildi amacımız diyor.

    "hitchhiking with a monogrammed suitcase
    miles away from any half-useful imaginary highway"

    monogram bir bavulla yarım yamalak hayali bir anayoldan çok uzakta otostop çekiyor

    monogram, bir semboldür, evden bu kadar uzaktayken materyalizm ve paranın ne kadar anlamsız olduğuna dair bir yorumu olabilir. şarkıcı olarak taşıdığı "bavul"un yani bir müzisyenin yükünün kendi kafasında kurduğu izlemek istedikleri müzik yolundan ne kadar uzak olduğundan bahsediyor olabilir. çünkü alex bu albüm çıktığında am albümünden sonra özellikle gitar riffleri açısından yaşadığı "writer's block" yani ilham alamama, bizim deyişimizle tıkanıp kaldığından bahsetmişti.

    "ı'm a big name in deep space, ask your mates
    but golden boy's in bad shape"

    "golden boy", leonard cohen'in 1971 tarihli "dress prohearsal rag" adlı şarkısına bir göndermedir:

    "kendi kendime 'neredesin altın çocuk' dedim.
    ünlü altın dokunuşun nerede?'"

    tekrar açıkça alex'in writer's block ile yaşadığı büyük problemi görebiliriz. am albümlerinde dünyaya yayılan ve "that rock n roll, eh??" havalarına giren alex'in sönen havasını yansıtıyor. "ben büyük bir adamım ama altın çocuk kötü durumda"

    "ı found out the hard way that
    here ain't no place for dolls like you and me"

    burda senin ve benim gibi "doll" yani oyuncak bebeklere yer olmadığını zor yoldan öğrendim diyor. burda doll'dan kastını tam emin değilim birine doll demek barbie/ken gibi oyuncak bebek gibisin anlamında iltifat da olabilir veya oyuncak bebeklerin bir süre sonra hevesi alınca kaldırılıp atıldığından bahsediyor olabilir.

    "everybody's on a barge
    floating down the endless stream of great tv"

    burda barge kelimesi; kaba ve kuvvetli bir şekilde bir yere veya bir yerden geçmek için acele etmek anlamında mı yoksa duba anlamında mı kullanılmış emin değilim. aslında alt alta okuyunca "herkes bir duba üzerinde, durmadan tv izlerken yavaş yavaş dibe süzülüyor" şeklinde kullanılmış olabileceğini de düşündürdü. alex'in şarkı yazarlığının en sevdiğim yanı bu çünkü anadili ingilizce olanları bile "ne diyor lan bu??" diye düşündürten adamın ben türkçeye çevirip yorumlamaya çalışırken hissettirdiklerini düşünün :)

    "1984, 2019"

    burda 1984 yine alex'in alıntılarından biri. o meşhur kitap hakkında ve 2019 da blade runner filminden alıntı. albümün temasında teknolojinin bu kadar hayatımızı işgal etmesinden yer yer yakınan alex, burda toplumun geleceğinin potansiyel olarak distopik doğası hakkında yorum yapmış. turner'a göre 1984'e yapılan atıf ironik ve insanların hayatlarını kontrol eden güçlerle ilgili bir nokta:

    “haberlerde herkes 1984 hakkında çılgına dönüyordu. şimdi gerçekten 1984 yılı gibi görünüyor! o kadar komikti ki, şarkıya koymak zorunda kaldım. herkes bunun 1984 olduğunu söylüyor.”

    ancak bu plaktaki şarkı sözlerinin çoğu, okuduğum neil postman'ın amusing ourselves to death adlı kitabından ilham alıyor. ilk ne zaman duyduğumu hatırlayamıyorum ama bu başlığı okuduğumda hemen şöyle düşündüm: modern çağda okumanız gereken şey bu. yine de, pratik olarak televizyonun hayatımızdaki en baskın faktör olduğu zamanlarda yazılmıştır. postman, o zamanın - ama bence bizimkinin de - 1948'den çok aldous huxley tarafından yazılan cesur yeni dünya'ya çok daha fazla benzediğini savunuyor. dışarıdan, 1984'teki gibi. vurgulamak istediğim nokta buydu."

    "maybe ı was a little too wild in the '70s"
    alex'in 86 doğumlu olduğunu göz önüne alırsak, 70'lerde çok vahşiydim dostum gibi bi şarkı sözünün yine metefor olduğunu anlayabiliriz. burada büyük olasılıkla kariyeri 70'lerde zirveye ulaşan ve şimdi aydaki fütürist tranquility base hotel and casino'da yerleşik şarkıcı olarak geçinmek zorunda kalan yaşlanan bir rock yıldızı rolünü oynuyor.

    "rocket-ship grease down the cracks of my knuckles"
    burda saça sürülen joleden bahsetmiş ki 2013 yılında am tarzındaki joleli saçlarından bahsediyor olsa gerek.

    devamında gene çok fazla ordan burdan kitap vb alıntıları olduğu için biraz atlıyorum.

    "so who you gonna call?
    the martini police"

    bu ne biçim ve nerden alıntı olduğunu anlamak çok güç. o yüzden yazarın kendisinin ifadelerini aktarıp yorumu size bırakıyorum.

    "illa las vegas'ta değil, hayal gücümde bir yerlerde olan bir yeraltı dünyası fikrini seviyorum ve bu fikir, plağa şarkı sözlerini yazmamda yardımcı oldu. bu şarkıda “martini polisi” hakkında da şarkı söylüyorum ve o melodide beni eğlendiren bir şey vardı; şarkıda gece kulübünde ikamet eden grup için doğru ismin bu olup olmadığını merak etmeye başladım. ve o parçanın melodisi bana toto'yu hatırlatıyor - ama bunu neden sizinle paylaştığımdan emin değilim."
    alex ayrıca radiox parça parça yorumu sırasında bunu genişletti ve bir tür "anlatıcıyı" barın sonunda sarhoş bir adamı daha fazla içkiden kesildikten sonra barmenle tartışırken izlerken tasavvur ettiğini söyledi. “sen kimsin ki benim sözümü kesiyorsun? martini polisi mi?”

    "baby, that isn't how they look tonight, oh no
    ıt took the light forever to get to your eyes"

    'ışığın gözlerine ulaşması çok zaman aldı' alex küçükken babasının ona yıldızların aslında ne kadar uzakta olduğunu ve ışığın bize ulaşmasının ne kadar uzun zaman aldığından bahsettiğini ve bu alex'e çok etkileyici geldiği için sürekli sürekli babasına aynı şeyi anlattırdığını söylemiş. burdaki referans o olmalı.

    "ı just wanted to be one of those ghosts
    you thought that you could forget
    and then ı haunt you via the rear view mirror
    on a long drive from the back seat
    but it's alright, 'cause you love me
    and you recognise that it ain't how it should be
    your eyes are heavy and the weather's getting ugly
    so pull over, ı know the place"

    'sadece o unutabileceğin hayaletlerden biri olup sonra seni arka cam aynasından uzun yolda kendimi göstermek istedim. ama sorun değil çünkü sen beni seviyorsun .ve bunun böyle olmayacağını fark ediyorsun.'
    alex burdan sonra zaman kipini değişterek şimdiki zamana geçiyor
    'gözlerin ağırlaşıyor ve hava kötüleşiyor o yüzden kenara çek, bi yer biliyorum'

    "don't you know an apparition is a cheap date?"

    bir hayaletin ucuz bi date olduğunu bilmiyor musun? apparition "kendini gösterme" anlamı da olsa da burada hayalet anlamında kullanılmış. “ghostbusters' temasına bir gönderme. apparition, bir hayalet veya fantazmın ortaya çıktığı zamandır ve genellikle görülmeler ya çok nadirdir ya da sadece kısa bir süre içindir. birini sadece kısa bir süre için görmenin,bir kişiye musallat olan bir hayaletin görüntüsü gibi olduğunu ima etmek, kalıcı olmadığı için "ucuz"dur.

    "what do you mean you've never seen blade runner?"

    blade runner, sıklıkla alaycı tavırlar sergileyen bir "kara film" olarak kategorize edilir. bu nedenle alex, kendi yıldızlığıyla hayal kırıklığına uğramış, alaycı bir tavır aldı; partnerinin açıkça izlemediği blade runner gibi karanlık ve ciddi bir filmde bile özlemle dans edebiliyor.

    "back down to earth with a lounge singer shimmer"

    alex burda am albümündeki rockstar kariyerinden sonra dünyaya salon şarkıcısı olarak döndüğünü yani aslında gelecek eleştrileri albümü yaparken öngördüğünü gösteriyor olabilir.

    "elevator down to my make-believe residency
    from the honeymoon suite
    two shows a day, four nights a week
    easy money"

    asansör sanal ikametgahından balayı suitine doğru iniyor, günde 2 haftada 4 show, kolay para!
    rock yıldızı, gerçek bir konaklama yeri olmayan bir balayı süitinde yaşıyor - sadece bir yolculuk sırasında kalacak ve sonra bir daha asla ziyaret etmeyecek bir yer. balayı, evlilikte uzun vadeli bir gelecek inşa etmeye geçmeden önce, şimdiki anın tadını çıkarmakla ilgilidir. rock yıldızının geleceği yok, bu yüzden geçmişi tekrar ziyaret ediyor (hepimizin yıldızlara baktığımızda yaptığımız gibi), aslında asla evliliğe yol açmayan eski aşkların anıları arasında süzülüyor. bu, alex turner'ın albüm boyunca tükenmiş eski bir rock yıldızı karakterini oynamasına zemin hazırlamaya yardımcı olur.

    "and as we gaze skyward, ain't it dark early?
    ıt's the star treatment
    yeah, and as we gaze skyward, ain't it dark early?
    ıt's the star treatment"

    ünlü-sanatçı ikiliği ebedidir, "yıldız muamelesi" geçicidir, yok olur ve ondan sonra her yer karanlıktır, gökyüzünde hiç yıldız yoktur. alex "kolay para", "haftada dört gece, günde iki gösteri" kazanıyor, ama hepsi onun "sanal/hayali ikametgahı". bu kişiliğin, bu sanrılı benliğin arkasında, strokes gibi bir grupta olmak isteyen kayıp bir çocuk var.

    ***********************************************************************************

    şarkı sözleri burada bitiyor ama ben şarkının müzik kısmına değinmeden kapatamayacağım konuyu.

    arctic monkeys'in the strokes grubundan ilham aldığından bahsetmiştim ancak sadece onlar değil tabii, monkeys aynı zamanda oasis grubundan da ilham almış ve bu şarkıda bunu görüyoruz. bu youtube kanalında alex'in müzik teorisinde oasis etkisini işlemiş. buraya
    link bırakıyorum.

    yine burada monkeys'in müzik kısmında neler döndüğünü ve ne güzel işler yaptığını işlemiş.

    kusura bakmayın uzun yazıyorum ama böyle detaylıca düşünüp incelemesi hoşuma gidiyor umarım okurken sıkmıyorumdur size :)

  • gereksiz romantizm içeren olay.

    durumu olmayan öğrenciler böyle insanlar değil. kendi geçmiş tecrübelerimle durumu olmayan öğrencinin ne yapacağını söyleyeyim. durumu olmayan öğrenci dışardan yemek söyleyip iki tane fazla gelsin diye not yazmaz. durumu olmayan öğrenci hayatı zor koşullarda yaşayan ve kendini buna adapte etmiş insandır. yumurta kırar, makarna yapar, ekmek peynir yer.

    hesap editi: paraları olmadığını iddia eden bi grup öğrenci tanesi 5 liradan 13 lahmacun söylüyor. üstüne 2 tane bedavadan almak için şirinlik kasıyorlar. olay bu.

  • azeri sınıf arkadaşlarımla konuştum, onların da aklına yattı. şimdi olay şu, biliyorsunuz azerilerle aynı atadan geliyoruz, aynı dili konuşuyoruz. biz azerileri ilhak edip türkiye'ye katacağız, ondan sonra da ermenistan'a saldırıp karabağ'ı alacağız. bitmedi, azeri doğalgazı iliğimizi ısıtacak azeriler de türk dizileri ile akşamları sıkılmayacak. hayırlısı ile bir mezun olsam dış işlerinde çalışmayı düşünüyorum. kpss kolay...

  • birçoğu üst paleolitik dönemden günümüzde kalmış olan resimlerdir.

    şimdi biz mağara adamlarını genellikle evrimini tamamlayamamış, düşük zekalı, hunga punga diye etrafta dolaşan tipler zannediyoruz. üst paleolitik çağı da herkesin rasim ozan kütahyalı'ya benzediği bir devir olarak kodlamışız. ancak eldeki bulgular durumun pek öyle olmadığını gösteriyor. çünkü çizdikleri resimler sanat eseri olmak için gereken bütün özelliklere sahip.

    max raphael diye bir sanat tarihçisi var. bu abi ispanya'daki mağara resimleri üzerine etraflıca çalışmış. prehistoric cave paintings kitabında anlattığına göre bu mağara resimleri dönemin maddi unsurları, yerleşim teknikleri ve üretim araçları gibi konularda ciddi bilgi veriyor. yani adam bizon görüp "aa ben bunu çizeyim" dememiş. o bizonun duruşu, oturuşu falan hepsi bir anlam ifade ediyor. mesela yine raphael'in kitabında söylendiğine göre, kafaları zıt yönlere bakan hayvanlar kabileler arasındaki çatışmayı sembolize ediyor. söz konusu kitap buradan indirilebilir.

    andre leori-gourhan'ın çalışmaları daha derli toplu veriler sunuyor. gourhan, çizilen hayvanların eril ve dişil fonksiyonlara sahip olduğunu söylemiş. yani dişi geyik, erkek geyik değil, mesela at erkeği yaban öküzü de dişiyi sembolize ediyor. mağaradaki bölümler, ritüelistik bir biçimde erkek ve dişi olarak konumlandırılıyor. mesela ana galeride yaban öküzü resmi çiziliyse buradaki insanların anaerkil kabul edilebilecek bir inanca sahip olduğunu tahmin edebiliyoruz. ve bu imgeler çizilirken zıtlıkları da veriliyor. mesela erkek sağa bakıyorsa dişi sola bakar şekilde resmediliyor. yani imgeler arasında anlamlı bir ilişki kurulmuş.

    mağara resimlerini incelikli kılan hususlardan biri de şu, çizilen şeyler statik değil. bir hareket verilmiş. mesela şurada baya animasyon çalışması yapmışlar. dünyayı algılıyorlar ve nesneleri imgelere dönüştürebiliyorlar.

    şimdi, 18.yüzyılda giambattista vico diye italyan bir hukukçu yaşamış. malum, o dönem avrupalılar dünyayı sömürmeye başlıyor ve gittikleri yerlerde vahşi insan türleriyle karşılaşıyor. vico da bunların aslında düşük zekalı, ilkel ve vahşi olmadığını, sadece modern avrupalılardan farklı bir kültüre sahip olduğunu savunuyor. hatta bunların mitlerinin bilgisizlikten kaynaklanan saçmalıklar olmadığını, şiirsel ve metaforik ifadeler olduğunu söylüyor. yani diyor, aborjin gök yılanından bahsederken mesela cidden ortada bir yılanın gezindiğine inanmıyor, senin kominyonda isa'nın etini yemen gibi bir metafor var ortada. velhasıl, kendisinin görüşleri pek itibar görmüyor ve 20.yüzyıla kadar "uygar dünya" dışında kalan herkesin ilkel ve vahşi olduğuna inanmışız.

    sonuç olarak, bu resimler yapılırken kullanılan teknikler, malzemeler, malzemelerin üretim biçimleri bu adamların bizden daha az zeki olmadığını gösteriyor.

  • şoke eden bir şey. tam da hülya teyze ile ahmet hakan’ın rakı masalı fotoğrafı hakkında yorum yazarken güncellendi arayüz, insan bir önceden haber eder!

    bu arada bok gibi olmuş.

    yıllar sonra gelen edit: 2024 yerel seçimindeki chp başarısı sebebiyle 02.04.2024 itibarıyle kullanmış olduğum özellik.

    ilk profil fotoğrafım yerel seçim sonuçları oldu, şu haritanın güzelliğine bakar mısınız?:
    https://ibb.co/frm9x92