hesabın var mı? giriş yap

  • woody allen'ın özellikle 21. yüzyılla birlikte filmlerinde iyice ön plana çıkan "hayatın raslantısallığı", "şans" vb. konularla varoluşçuluğu tatlı tatlı diyaloglarla kurcaladığı son filmi.

    yine çok ciddi ve insanın benliğine değen şeyler olurken arka planda caz çalıyor, yine birileri çok ciddi varoluş sancısı çekerken dışarıda güneş açıyor. olmuş filmdir. blue jasmine'den bir tık aşağıda, you will meet tall dark stranger'dan da bir tık yukarıda diyebiliriz. fazla ilgi görmemesine bakarsak da aynı mighty aphrodite gibi değeri yeterince bilinmeyen filmlerinden biri olarak kalacak woody allen'ın.

    ek olarak; joaquin phoenix filmi taşımış, adamın oyunculuğu parlıyor da parlıyor bir kaç yıldır. sinematik de bir suratı var ayrıca, ailecek beğeniyoruz.

    ayrıca malum ortamlara da düşmüş filmdir. geç olsun güç olmasın be.

  • azıcık bilgisi olan bilir ki organik meyve kurtlu ve böceklidir . özellikle son yıllarda tarım ilaçlarının zararları çokca tartışılıyor ve organik tarıma geri dönüşte bir artış var. bu sebeple ya organik meyve yiyip daha sağlıklı beslenecek ama bu tür riskleri göze alacaksınız ya da ilaçlı meyvelerden şikayet etmeyeceksiniz.
    çileği sadece siz mi seviyorsunuz? o böcekler de seviyor.
    edit: video sahteymiß. doğrudur ancak bu organik ilaçlanmamış meyve böceklidir. bizzat köyde bostan sahibi dedeme yardımcı olduğumdan biliyorum.

  • bu diyalogu başkasından duydum.

    mahkemede hüviyet tespiti yapılıyor :

    -doğum tarihiz ?
    -15 temmuz
    -hangi yıl ?
    -her yıl

  • gözlerim çok güzeldir.

    gerçekten güzeldir. babam karaçaydı. kendi gözleri kahverengiydi ama genetik mirasını bana ve kızkardeşime devretmişti rahmetli. şimdi beyazından çok mavisi olan oyuncak bebek gözleri gibi gözlerim var. gözlerimi o kadar çok severim ki hayatta çok çok istediğim bir şey olursa şöyle derim ekseriyetle: "bunun için gözlerimin rengini bile verebilirim."

    uzun ve düzgün bacaklar bunlardan biridir mesela... ya da iri göğüsler... ya da elmacık kemikleri ve çıkık bir çene... pürüzsüz bir ten... bembeyaz inci gibi dizilmiş dişler...

    güzel olmadığımın farkındayım ve bu değiştirebileceğim bir şey değil. 34 yaşındayım. boyum 153 cm. 42 kiloyum. bu, kalabalıkların içinde kaynayıp gidecek varlığı istesem de geliştiremem. elbette bir kaç operasyonla elmacık kemiklerimi ve çenemi doldurtabilir, dişlerimi yaptırabilir, göğüslerimi büyütebilirim. ve size bir şey söyleyeyim mi, çok da güzel olurum o zaman... ama içime sindiremem. çünkü onca operasyonu yaptırdıktan sonra herkes güzelleşir zaten. birbirimizin kopyası androidler olarak geziniriz ortada. ayrıca her ne kadar zaman zaman canımı sıksa da sırf güzel olmak için bunca acıya katlanmayı da gururuma yediremem açıkçası...

    off ne bileyim...

    güzel değilim ben, 0-5 yaş dönemini saymazsanız da hiç bir zaman güzel olmadım... muhtemelen hiçbir zaman da olamayacağım. ama bunun bilincinde olmak beni "olgun" ya da "akıllı" yapmıyor. sadece daha mutsuz yapıyor. çünkü eğitimi, kültürü, sosyal statüsü ne olursa olsun, kadın dediğin güzel olduğunu düşünmek istiyor. ve bir kez güzel olmadığınızı anladığınızda artık dönüşü olmuyor. bildiğiniz bir şeyi silemiyorsunuz...

    güzel olmayan ve bunun farkında olan kadın hayata biraz kırgındır... yani, ben öyleyim en azından...

  • bakkaldan aldığımız magnum bademli dondurmanın yarısı yoktu.parmak buz gibi azıcık bir dondurma ve gramajıda yarısı üstelik.tanesine 12 tl verdiğim dondurmanın yarısı nerede sizce?benim 6 tl parama ne olacak? ya da magnum bana dondurmanın kalan yarısını gönderecek mi? görselleri ekliyorum.
    görsel
    görsel
    görsel

  • başlık: kenan doğulu karslı mı beyler

    1. hani doğulu diyorlar ya.

    3. yılmaz güney antalyalı mı piç

    4. uzay hepari mars li mi amk bebesi

    15. özgür çek praglımı amın oğlu

    16. cristian baroni baron mu

    19. tarkan altarin oglu mu amina soktugum?

    ccc tan ccc

  • ''geri dönüşü olmayan bir yola girmek'' anlamına gelmektedir. kısaca açıklayacak olursak: sezar, pompeius ve cassius ''birinci triumvirlik'' denen üçlü ittifakı kuruyorlar. bu ittifaka göre sezar, yeni ilhak ettiği galya bölgesini, pompeius ispanya'yı, crassus da da suriye'yi yönetecekti. fakat hesaplanan işler öngörüldüğü gibi gerçekleşmedi ve crassus suriye'ye gittiğinde, burada partlar tarafından kıstırılarak katledildi.
    üçlü ittifaktan sezar ve pompeius kalmıştı. pompeius, sezar'ın kızı julia ile de evlenmiş, fakat julia vefat edince bu ailevi birlik de bozulmuş ve araları açılmıştı. pompeius roma senatosu ile yakınlaşarak sezar'a karşı cephe aldı. senato, pompeius'u tek konsül olarak atadı ve sezar'a ''galya'yı terk et, ordularını lağvet ve kente silahsız şekilde gelip teslim ol. teslim olmazsan vatan haini ilan edileceksin.'' çağrısında bulundu. sezar bu, uyar mı böyle çağrıya? galya'yı fethettiği için arkasında sağlam bir asker ve halk desteği de vardı. peşine ordusunu takıp roma'ya yürüme kararı aldı, işte tarihteki bu büyük yürüyüşe ''rubicon'u geçmek'', yani ''geri dönüşü olmayan bir yola girmek'' denmiştir. sezar'dan böyle bir hamle beklemeyen pompeius ile senato hazırlıksız yakalanmış, sezar'ın roma'ya girmesi kolay olmuştur. zaten sezar'ın bu ünlü yürüyüşü sırasında pompeius yunanistan'da bulunuyordu ve gelişmelerden habersizdi diyebiliriz. pompeius üzerine yıldırım hızıyla birliklerini gönderen sezar, pompeius ve ordusunu yenerek mutlak zafer kazanmıştır.
    pompeius tabi yenilince kaçmak zorunda kaldı ve rotasını mısır'a çevirdi. mısır'a vardığında ise, burada sezar'a yaranmak isteyen mısır kralı tarafından yakalanarak katledildi. sezar, pompeius'u rakibi olarak görse de, bu katledilme olayına çok sinirlendi. çünkü onu ancak kendisi idam ettirebilirdi, bu durumu bir nevi kendi otoritesine hakaret olarak algıladı.

    sezar mısır'a gidip duruma bizzat şahit olduktan sonra kleopatra ile ilişki kurarak ondan bir çocuk sahibi de oldu.
    sezar, roma'ya döndüğünde ömrünün sonuna kadar diktatör seçilmiş ve pompeius taraftarlarını öldürtmüştür.
    ayrıca anadolu'daki ilk roma kolonileri sezar döneminde kurulmuştur.
    yine sezar döneminde roma devleti, imparatorluk olma yolunda çeşitli reformlardan geçmiştir. mutlakiyetçi tek adam yönetimi etkin olmuş, senato işlevini ve eski itibarını yitirmeye başlamıştır. ancak tabi ki roma, esas imparatorluk zamanına augustos zamanında ulaşacaktır. sezar dönemini, bizim şu anki yaşadığımız geçiş sürecine benzetebiliriz.

    cumhuriyetçi muhalifler, sezar'ın saltanatını sonlandırmak için sezar'a bir suikast tertip etmiş ve sezar'ı, aralarında brutus ve cassius'un da bulunduğu bir grup 15 mart 44'te öldürmüştür. sezar, meşhur sözü olan ''sen de mi brutus? - et tu brute?'' sözünü, bu suikast sırasında söylemiştir.

    sezar'ın ölümüyle roma, 13 yıl sürecek olan bir içsavaşa sürüklenmiştir.
    dipnot: diktatörlük, o zamanın roması'nda acil durumlar söz konusu olduğunda (bitmek bilmeyen savaşlar, diplomatik krizler, isyanlar vesair) senatonun tek bir kişiye, 6 aylığına tüm siyasi ve askeri yetkileri vererek sıkıntılı süreçten kurtarmasını bekleyen isme denir. diktatörler, ülkeyi temize çıkardığında tekrar bu unvanı bırakarak eski işlerine geri dönerler. normalde roma devleti'ni, mutlakiyetçi rejim gelene dek her sene seçilen iki konsül yönetmiştir. ancak dediğim gibi, konsüllerin yetersiz kaldığı zamanlar diktatörler atanmıştır. diktatörler genellikle ordu içinde yüksek rütbeye sahip, savaş sanatını bilen itibarlı kişilerden seçilmekteydi. mutlak otorite olmasını engellemek için de bu işi 6 ayla sınırlandırmışlardır.

    bu akşamlık roma dersimizin sonuna geldik çocuklar. sorunuz varsa yazabilirsiniz, hoşçakalın.

    ekleme: sezar ismi, bundan sonra başa gelen yöneticiler tarafından unvan/lakap olarak kullanılmıştır. tarihteki ilk sezar, burada anlatılan sezar'dır. sonraki imparatorlar bunu lakap olarak kullanmıştır.