hesabın var mı? giriş yap

  • eleman salakmış kızlar da çakal

    vahşi savana'da kıran kırana bir mücadeyi minik ceylan kazanmış

    pozisyon temiz, devam kararı doğru.

  • başlığı açan kişinin genç, heyecanlı, fıkır fıkır fikir ve merak insanı olduğunu beyinsel aktivitesinin çabaları sonucunda oluşturduğu bu sayfadan anlıyoruz. böyle kişileri severim ve bu kişiyi de kutlarım ki böyle bir başlık açmış. altına da kahveye bu toprak insanlarının 500 yıl önce kavuştuğunu belirterek, kahvenin bilinmediği dönemlerdeki kahve ile ilişkili anılan rengin nasıl ifade edildiğini söylemiş. pek de güzel etmiş. sonrasında bazı kişiler de şöyle veya böyle akıl oyunları sayılabilecek yanıtlar ile mevzuyu süslemişler. eh onlar da pek iyi yapmışlar. ancak gel gelelim konunun maksada eren kısmına değinen çıkmamış. niye? çünkü araştırma kısmı sınıfta kalmış diye düşünüp konuya ilişkin mevzuya ait bilgiyi kısaca sunalım:

    kahvenin osmanlı'ya gelişi en yaygın ve kabul gören kısmıyla; kanuni sultan süleyman (1520–1566) döneminde yemen valisi özdemir paşa vasıtasıyla imparatorluk başkentine geldiğidir. bir başka görüşe göre ise 1555 yılında halepli iki tüccarın taht-ül kale (tahtakale) semtinde açtıkları kahvehane sayesinde osmanlılar kahveyle tanışmıştır. yani kahve ile osmanlının tanışması 16. yüzyıldadır.

    (bkz: http://www.turkkahvesidernegi.org/…-kahve/195/674/0)

    16. yüzyıldan önceki tarihi vesikalar incelendiğinde sözkonusu renge "fındıki" denildiğini görüyoruz. bu kelime köken itibarıyla farsça olup fındık kabuğu rengi demektir.

    (bkz: https://tr.wiktionary.org/wiki/fındıki)

    fındık kabuğu rengi neden kahvenin bilinmesinden sonra sonra değişti? en evvel işte onu bence konuşmak gerekir.

  • bugün daha bir hüzünlü oldu.
    hiç görmediğimiz, duymadığımız, dinleyemediğimiz bir insan için ağlıyoruz. sevgi bu olsa gerek. istemsiz hıçkırıyoruz. rantsız, çıkarsız sevgi bu olsa gerek.
    özlüyoruz seni atam. öyle ki, ''manzara-i umumiye yi tarih penceresinden ibretle seyrederken'' özlüyoruz.
    şeyhlerin, meczupların talan ettiği bir memleketin arkasından sana ağlıyoruz. ama sen ki, yedi düvele haddini bildirmişsin, senin yolunda yürüyen bu gençler elbet zamanı gelince, üç-beş sarıklıya da haddini bildirecektir.

    rahat uyu atam. ruh'un şad olsun.

    tanım; atatürk'e yürekten bağlı olan insanların gerçekleştireceği eylem.

  • kenya’da iki kabile mızrak savaşı yapsa ucu dönüp dolaşıp bize giriyor nasıl iş anlamadım amk.

  • debe edit: çok güzel mesajlar geldi teşekkür ederim herkese, okumaya olan sevgimizi kaybetmemek dileğiyle :)

    düzenli bir şey yazanlar şunu iyi bilirler ki zihnini bu kadar yoğun kullandığın bir süreçte bedenini aynı enerji düzeyinde tutmak imkansıza yakındır.

    bergman'ın ruh ve beden ikilemine düşersiniz. haldun taner gibi yazarlar bu yüzden sabahın ilk saatlerini kullanırlar. aldous huxley lsd'nin kulu kölesi olmuştu yazabilmek için. jack kerouac'ın uyarıcı tercihi benzedrindi.

    daha sağlıklı bir yolu tercih eden honoré de balzac sinapslarını harekete geçirmek için günde 50 fincan kahve içerdi.

    bir süre sonra bu uyaranlar da yeterli gelmemeye başlar. yeni şeyler denemeniz lazım ; arkadaşı goethe'ye göre schiller masasının çekmecesinde çürük elmalar bırakırmış, böylece ilhamının azaldığını hissettiğinde onların kötü kokusundan bir yudum alabilirmiş. karısına göre, onsuz yaşayamaz ya da çalışamazmış. dan brown çocukken merak edip yaptığımız bir teknik olan; yarasa gibi baş aşağı sallanırdı.

    ama bunlar da yetmez bazen mekanı terketmeniz gerekir. ünlü şair, yazar ve sivil hakların öncüsü maya angelou yakınlarda bir otel odası kiralar, personele duvardaki tüm resimleri ve bibloları kaldırmalarını emreder ve sabah 6.30'dan öğle yemeğine kadar yatağın üzerinde yazardı.

    tabi her zaman olduğu gibi rutin hayat yetmemeye başlar. o zaman bazı küçük delilikler yapmaya başlarsınız; notre dame'ın kamburunu yazdığı o meşhur kış günlerinde victor hügo; karısına göre "onu baştan ayağa saran kocaman gri örme bir şal" dışında çırılçıplak kalıp yazar, romanını bitirene kadar içeride kalıp kendini odaya kitler ve deli gibi yazmaya zorlardı.

    bazıları bununla da yetinmeyip edith sitwell gibi çıtayı arşa çıkarıyor, bu deli manyak şapşik ablamız; günlük yazılarına başlamadan önce açık bir tabutun içinde yatardı. ölüme ne kadar yakın hissederse, o kadar canlı hissederdi. "ben eksantrik değilim," demişti ünlü bir şekilde. "sadece çoğu insandan daha canlıyım. ben yayın balığı havuzunda yaşayan, popüler olmayan bir elektrikli yılan balığıyım." ( fotoğrafına baktığınızda zaten dracula'nın müstakbel eşi bakışlarını görebilirsiniz : )

  • ateistlerin aynı zamanda spor kültürü de yoktur. bakın türkiyedeki müslüman dolu takımlara. nerede bir ateist takım? (bkz: cevab veremedi)

    ateistler apolitiktir. her yer islami parti dolu, dindar gençler siyasette, nerede ateist partisi, nerede seçim beyannamesi? (varsa bile kaynağı nereden bulacak, biz rızık allah'tandır diye çözüyoruz kaynak işini)

    ateistler tembeldir. mesela bir müsiad gerçeği var, ama ateist iş adamları derneği var mı? bunlar üreteni de sevmezler.

    ateistler okuma yazma bilmezler. yeni akit, şafak, zaman, hep müslüman gazeteleri. var mı ateist gazetesi? varsa internet sayfasını gösterebilir misiniz? (bkz: 404 not found)

    ***

    1) dünyanın en büyük yardım vakıfları seküler.

    2) kolay ulaşılabildiğinden abd istatistikleri için konuşuyorum: dindar insanlar, ortalamaya göre, gelirlerinin daha büyük kısmını bağışlıyorlar (%5.2 vs %4). ve dindarların daha büyük oranı bağış yapıyor. ama 3 ayrıntı önemli:

    a) rakamlar birbirine yakın.

    b) aradaki fark kiliseye gidiyor, yardıma değil. yani din yüzünden yapılan ekstra bağış, yine dinin operasyonel maliyetine gidiyor. bu korkunç bir israf, çünkü kilise bağışları tüm bağışların üçte biri, en yakın rakibi olan okul bağışlarından iki kat fazla. kiliseleri çıkardığınızda, rakamlar eşitleniyor. seküler bağış yapan doğrudan vakfa ve programa bağış yapıyor, aracı yok. dini bağışlar bu yüzden en verimsiz bağış türü.

    c) kiliseyi içermeyen dini vakıflar da (kızıl haç gibi) sekülerlerden daha verimli değil. charity navigator da detaylar var, mesela en iyi 10 vakıfın kaçı dini?

    3) tabii miktar ve verim kadar niyet de önemli. dini vakıfların bağışı misyonerlikle beraber geliyor, kurtuluşun yok (yani var da, isa'dan geçiyor). seküler yardımda böyle bir propaganda ancak münferi olur.

    sonuç: seküler yardım iyi işliyor, kuzu postu içinde misyonerlik için gelmiyor (kurumsal niyet), ve bireysel niyet de daha saf (huri beklentisi yok).

  • samimi söylüyorum ülkenin durumunu en güzel özetleyen şey bu adamın gazeteciliği. fethullah gülen’in dizinin dibinde fotoğrafları varken bugünkü yazısında ekrem imamoğlu’na fetöcülük benzeri imalarda bulunuyor. devran yarın dönsün ekrem imamoğlu’na gidip siz geldiniz istanbul kurtuldu benzeri yazı yazmazsa ağzıma s.çsınlar.
    tanım: kendini gazeteci sanan biri, dönemin gazetecisi.

  • 1998 yılında robin hanson tarafından ortaya atılmış bir hipotez. evrende bizden başka akıllı canlıların varlığına dair kanıt yok ve hala böyle bir kanıt bulamadık. o zaman evren -dünya hariç- ölü durumda. hem zaten dünyamızı daha önce akıllı varlıklar ziyaret etmiş olsa bunu bilirdik. bizden başka bir canlının olduğuna dair kanıt olmadığına göre bir yıldızın oluşumuyla başlayan ve güneş sistemi dışındaki başka sistemlerin kolonizasyonuyla neticelenmesi beklenen "hayat döngüsünün" evrim akışı içinde bir yerlerde büyük bir filtresi veya engeli var ki bizim bu son adıma ulaşmamız mümkün olmuyor.

    hanson'ın listesi şöyle:

    * yaşanabilir yıldız sistemi
    * üretken moleküller (rna)
    * tek hücreli yaşam
    * kompleks tek hücreli yaşam
    * üreme
    * çok hücreli yaşam
    * alet kullanabilen büyük beyin sahibi hayvanlar
    * şu an bulunduğumuz nokta
    * dış uzayın kolonizasyonu

    hanson'ın hipotezine göre hala uzay kolonizasyonu gerçekleşmediğine göre bu listedeki adımlardan en az bir tanesi mümkün değil ya da bi yerlerde bi eksiklik bi yanlışlık oldu, işler ters gitti o yüzden böyle dımdızlak kaldık.

  • halbuki erkeklerin karaktere ne kadar değer verdiğini bilince gerçekten iç burkuyor.

  • twitch streaminde yorumlari izlemesi de cok eglenceli.

    o anki haliyle guzel gorunen resme yeni bir kisim eklemek icin vurdugu ilk firca darbesinde:
    -ruined
    -ruined this time
    -ruined

    birkac dakika sonra o karalti guzel bir agaca donusunce:
    -saved
    -omg it's magic
    -saved
    -saved
    -i told u guys

    arada palette renkleri secerken birisi anliyor cikiyor bagiriyor:
    -tree incoming!!!

    resim bitene kadar bunlar bir dongu halinde devam ediyor. resim bitip de bob ross hadi gorusuruz haftaya diyince 10 bin kisi arka arkaya gg yaziyor.

    streamde ara olmadigi icin hemen arkasindan diger bolum basliyor. bob amca hi welcome diye girince yine 10 bin kisi ayni anda:
    -hi
    -hi
    -hi bob
    -hi

    bir ekranin basinda bekleyen binlerce kucuk minyon gibiler. bob ross hi diyor. dalgalanarak arkalara dogru giden bir hiiiiiii dalgasi basliyor.