hesabın var mı? giriş yap

  • 9 ekim 1978 günü, akşam 22:00 suları. bahçelievler - ankara.

    serdar alten.. mide ve bağırsaklarına isabet eden üç kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.. 23 yaşındaydı..
    hürcan gürses.. kalp ve böbreğine isabet eden üç kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.. 26 yaşındaydı...
    efraim ezgin.. başına isabet eden dört kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.... 23 yaşındaydı
    osman nuri uzunlar... ilk önce askıdan bozma tel ile boğulmaya çalışıldı, katili* başarılı olamayınca banyodan aldığı bir havluyu yüzüne bastırarak öldürdü.. 20 yaşındaydı
    latif can... akciğerine isabet eden iki kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.. 20 yaşındaydı..
    faruk erzan... kafasına isabet eden üç kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.. 24 yaşındaydı..
    salih gevence... kafasına isabet eden üç kurşun yüzünden yaşamını yitirdi.. 26 yaşındaydı..

    gelelim katliam korosunun şefi ve solistlerine
    abdullah çatlı (katliam korosunun şefi) katliamın sabahında büyük bir keyifle hiç birşey olmamış gibi kahvaltısını yaptı. ölü göründüğü garip bir kazada hayatını kaybetti. hayatını kaybettiği kaza türkiye'de devrim yaratabilecek türden bir kaza idi. ama kimsecikler anlamadı.

    haluk kırcı, nam-ı diğer idi amin; insan canına kıyabilmek konusunda ne kadar yetenekli(!) olduğunu sevgili ülküdaşlarına kanıtlamış insan evladı. bahçelievler katliamında bir insanı* boğarken çıkardığı garip sesler ve yüz hali nedeniyle bir ülküdaşının midesini bulandırmış, hatta kusturmuştur. hayatta. dört duvar arasında. bir ara pişmanım diyordu, hala aynı duygular içerisindemi bilinmez.

    ahmet ercüment gedikli; katıldığı katliam korosundaki görevinin bedelini 10 yıl hapis yatarak ödedi. bir kitabı var şimdi islam asabiyye milliyetçilik isimli. kitabın açıklaması ayrıca çok ilginç. şöyle diyor sayın koro görevlisi "dün kanımız, canımız, hürriyetimiz pahasına yiğitçe savunduğumuz değerlerin yozlaşmaması için verilen mücadeleyi haksız çıkarmak, boş göstermek için bugün yapılan karalama çalışmalarının temelini 'ülkücülerin davası islami değildir' suçlaması teşkil ediyor(...)" hayatta.

    mahmut korkmaz; katıldığı katliam korosundaki görevinin bedelini 1986 yılında yakalanarak, 15 yıl hapis cezasına çarptırılarak ödedi, lakin bu bedel az bulunduğu için * yargıtay ceza genel kurulu kararı bozdu. yargılama sürerken mahmut korkmaz 1991 yılında şartla salıverme yasası dikkate alınarak tahliye edildi ve kayıplara karıştı. en son 27 şubat 2002 tarihinde erzincan'ın refahiye ilçesinde yakalandı.

    kadri kürşat poyraz; katıldığı katliam korosundaki görevinin bedelini fransa'da yaşayarak(!) ödüyor... kadri kürşat poyraz'a ilişkin türkiye'nin iade talebi poyraz'ın idamdan yargılanması nedeniyle fransa istinaf mahkemesi tarafından reddedildi.

    ömer özcan; katıldığı katliam korosundaki gözcülük görevi nedeniyle 15 yıl hapse çarptırıldı. lakin infaz yasasından yararlanarak serbest kaldı... hayatta.

    duran demirkıran; katıldığı katliam korosundaki gözcülük görevi nedeniyle 15 yıl hapse çarptırıldı. lakin infaz yasasından yararlanarak serbest kaldı... hayatta.

  • girizgâh
    insanlık tarihi boyunca yazılmış bütün romanlar bir yana, victor hugo’nun 17 yılda tamamladığı, bir sefalet destanı, bir fedakarlık ve çürümüşlük hikayesi olan sefiller diğer yana. bir roman ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi, ne kadar sarsıcı olabilirse o kadar sarsıcı, ne kadar öğretici olabilirse o kadar öğretici ve ne kadar acımasız olabilirse o kadar acımasız.

    dünya edebiyat tarihinin en büyük eserinin incelemesi ve özeti burada

    bir insan olarak victor hugo
    victor hugo yaşamı boyunca toplumun içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmış, adalet terazisini dengeye getirmenin yollarını aramıştı. ölüm cezasının insan onuruna yakışmadığı dile getirmiş, siyaset arenasında bu onursuzluğu ortadan kaldırmak için savaşmıştı.

    yapıtlarıyla dostoyevski, tolstoy, camus, zola, flaubert gibi dünyanın en büyük yazarlarına ilham kaynağı olan hugo, asıl ününü yoksulların ve emekçilerin gönlüne girerek kazanmıştı. o yazar olarak çağının devrimci ruhunu yakalamayı başarmış, gelecek nesillere ilham kaynağı olmuştu.

    bir sanatçının, bir yazarın veya bir toplumcunun gelmek isteyeceği tek yer de bu olsa gerek. yaşarken bunu başarabilen nadir insanlardan biri olan hugo, ölümünden yüzyıllar sonra bile aynı duygu ve hislerle anılacak ve ölümsüz eserleri, dünyanın dört bir yanında okurlarına ulaşmaya devam edecek.

    victor hugo 1885 yılında hayata veda ettiğinde cenazesine iki milyondan fazla insan katılmıştı. paris’in nüfusundan oldukça fazla olan bu cenaze kalabalığı, onun insani olarak ortaya koyduğu fikirlerin değerini, gözler önüne seriyordu.

    yazarın son dileklerinden biri basit bir cenaze töreniyle birlikte yoksul tabutunda gömülmekti. dönemin hükümeti onun şanına yaraşır bir cenaze merasimi hazırladı ve büyük yazarın dileğini yerine getirip yoksullar için hazırlanan bir tabutta gömülmesine izin verdi.

    görkemli törene ve ölümcül kalabalığa rağmen, işçiler, yoksullar, sömürülenler ve sesini duyuramayan insanlar, bu büyük insan için son görevlerini yerine getiriyor, çalışmalarını onurlandırmak ve onun adaletli ruhuna dokunmak için hep birlikte dua ediyordu. çünkü yaşamı boyunca bu insanların sesi olan büyük yazar artık yoktu.
    cenaze aracı ilerlerken ona seslenen insanların ağzından tek bir isim yükseliyordu, o victor hugo değildi, jean valjean’dı…

    --- spoiler ---

    romanın felsefesi
    sefiller romanı yoksulluğa karşı bir protestonun, bir aşkın, dini inançların ve ahlaki seçimlerin hikayesi olduğu kadar suç ve ceza ile adalet sisteminin insanlık onurunu ayaklar altına alışının sert ve güçlü bir eleştirisidir.

    hiç kimse dünyaya iyi veya kötü damgasıyla gelmemiştir. onu iyi veya kötü yapan şey toplumun ta kendisidir. suçlular ceza sisteminin tekil bir ürünüdür ve asıl suçun yükü topluma aittir. bundan dolayı kurumların rasyonel reformu, bireylerin cezalandırılmasından önce gelmelidir.

    şüphesiz ki adalet ve adaletsizlik roman içindeki en önemli temayı oluşturmaktadır. victor hugo belirli bir felsefi kuram benimsediğini dile getirmemiş olsa da, ahlak felsefesi ve sosyal felsefenin izlerini sürmek oldukça kolay bir iştir.

    yazar sevgi ve şefkatin bir insanın başka bir insana verebileceği en önemli armağan olduğunu ve bu nitelikleri her daim tekrar etmenin bir insanın hayattaki en önemli hedefi olması gerektiğini belirtmiştir. jean valjean'ın da hayatını değiştiren en büyük kırılma anı piskoposun ona gösterdiği sevgi ve merhamettir.

    jean valjean bir mahkum gibi muamele görmeye ve yargılanmaya alışmıştır. bu nedenle, piskoposun gümüş şamdanlarını çalmaya teşebbüs ettikten sonra adamın ona merhamet göstermesi onu şaşkına döndürmüştü. jean valjean'ın tövbe etmesi ve piskopos'un kendisine gösterdiği merhameti kucaklaması için neredeyse bir refleks olarak son bir suç daha işlemesi gerekti. zira merhameti kabul etmek dayanılmaz bir şeydi ve derin bir irade ve metanet gerektiriyordu.

    işte, küçük gerves adındaki bir çocuğun parasını çaldıktan sonra kafasında merhamet ve vicdan gibi değerleri yeniden değerlendirdi ve yaptığının ne kadar iğrenç olduğunu fark edip hayatını değiştirmeye kesinkes karar vermiş oldu.

    nefret dolu, öfkeli ve yaşama karşı iğrenç duygular besleyen bir suçludan saygın bir hayırsevere, sevgi dolu bir babaya ve merhametli bir ihtiyara dönüşmesi, hugo'nun sevgiye yaptığı vurgunun en somut örneğidir, çünkü jean valjean ancak başkalarını sevmeyi öğrendiğinde kendisini geliştirmiş ve başka insanların sevgisine layık olmuştur.

    sevgi ve fedakârlık birbirine eş değerdir. jean valjean'ın başkaları için yaptığı fedakarlıklar, kaçınılmaz olarak eski mahkûmda büyük sorunlara neden olurken, aynı zamanda ona daha önce hiç hissetmediği bir mutluluk ve tatmin duygusu kazandırmaktadır. başkalarına, özellikle de cosette'e olan sevgisi, onu umutsuz zamanlarında bile ayakta tutan en önemli güçtü.

    jean valjean yaptığı fedakarlıkların hiçbir zaman karşılıksız olmadığını zamanla görecekti. bunlardan biri fauchelevent adında bir adamla bağlantılıdır. jean valjean bir gün bu adamın at arabasının altında kalmasına şahit olur. çevredeki kalabalık adamın ölmesine kesin gözle bakarken jean valjean sıradan bir insanın yapamayacağı bir fedakarlıkla adamı kurtarmayı başarır. bir zaman sonra bu fedakarlığın karşılığı olarak jean valjean’ın ve cosette’in hayatı da düzene girmiş olur.

    jean valjean mösyö madeleine isminin arkasına sığınarak belediye başkanı olduğu sıralarda bir adam jean valjean olduğu gerekçesiyle yargılanmaya başlamıştı. madeleine baba vicdanının sesini dinlemeyip mahkemeye gitmeseydi ve o adamı büyük fedakarlıkla kurtarmasaydı, gölge bir ismin arkasında huzurla yaşayabilirdi. ama o bunu yapmadı.

    cosette’i çok sevdiği ve kendisinden başka kimseyle olmasını istemediği halde, ayaklanma sırasında neredeyse öleceği kesin olan marius’u barikattan kurtarıp kızının sevdiği adama ulaşması için ölümle burun buruna mücadele etmiş, kendisini yine feda etmişti.

    sürekli peşinde olup onu zindana atmak için var gücüyle çalışan javert’i öldürüp ömrü boyunca kurtuluşa erebilecek şansı eline geçirmişken o, javert’i bağışlamıştı. üstelik bu adamın daha sonra kendisini yakalamak için yine karşısına çıkacağını bile bile bunu yapmış, bir kere daha kendisini feda etmişti.

    cosette ile marius evlendikten sonra marius’u karşısına alıp kendisinin eski bir forsa olduğunu ve geçmişinde yaptığı hataların onların hayatını mahvetmemesini istediği için, son kez kendisini feda etmişti. jean valjean bir forsa, bir suçlu, bir mahkûm, bir serseri olarak başladığı hayatı işte böyle fedakarlıklar zinciriyle bağlamış ve yüce gönüllü bir adama dönüşmüştü.

    toplumun onu itip kabullenmediği bir noktada, bir piskoposun ona el uzatmasıyla değişen hayat ancak sevginin gücüyle olgunluğa erişmiş, vicdanın insanın adalet terazisi olduğunu, nasıl kullanması gerektiğini ancak kendisinin bilebileceğini göstermişti.

    iyiler, kötüler ve fedakarlar… romandaki iyi şüphesiz ki cosette, fedakâr ise jean valjean’dır. kötüsü ise romanın en önemli karakterleri olan, insanın nasıl onursuz bir yaşam sürebileceğini, nasıl bir parazit gibi kan emici olabileceğini, vicdansızlığın ne menem bir musibet olduğunu gösteren thenardies’lerdir.

    cosette’in annesi fantine bu insanlara çocuğunu bırakmak zorunda kaldığında thenardies’ler hem cosette’i bir köle gibi kullanmıştı hem de fantine’i soyup soğana çevirmiş, kadını kendi bedenini satmak zorunda bırakmışlardı.

    salt kötülüğün en büyük göstergesi olan bu açgözlü, bencil, aşağılık, rezil insanlar kolay yoldan servet kazanmak için kendi çocuklarını satıp sokağa terk edecek kadar merhametsiz ve acımasızdır. bundan dolayı onların kötülüğü javert ile karşılaştırılamaz çünkü javert bir kanun adamıdır ve o merhametini ve vicdanını cebinde saklı tutup sadece jean valjean’a odaklıdır.

    fakir bir taşralı aileden gelen bir mahkûmdur jean valjean. ahlaki olarak iyi ve kötü arasında kalıp en nihayetinde iyinin izini sürmeye karar verir ve onun uzun ve sancılı dönüşümü, romanın en önemli anlatı örgüsüne tekabül eder.

    jean valjean'ın kadırgalarda geçirdiği 19 yıl, başta onu çaresiz bir çocuktan sert bir suçluya dönüştürüyor- ki bunun sorumlusu hugo'ya göre hapishane sisteminin sosyal kötülükleri yaratıp sokağa salmasıdır.

    tolstoy’a göre insanın içindeki tanrı vicdandır. roman boyunca sürekli jean valjean’ın vicdanıyla mücadele içinde olduğuna tanık oluyoruz. bildiğimiz bir şey var ki, tolstoy, victor hugo’dan çok etkilenmiştir. kim bilir ona bu sözü söyleten belki de bu roman olmuştur.

    jean valjean’ın vicdanı fantine’in, fauchelevent’ın, marius’un, belediye başkanı olduğu koca bir kasabanın, cosette’in ve javert’in yaşamını kökünden değiştirmişti. bütün bunların sebebi ise bir piskopos ve romanın çok küçük bir yerinde gördüğümüz küçük gerves sayesinde olmuştu. biri inançtı diğeri masumiyet.

    jean valjean marius’u kanalizasyonda sırtlanıp kurtarmaya çalışırken boğazına kadar pisliğe batmıştı ama yine de dimdik ayakta durmayı başarmıştı. aslında o küçük sahne onun bütün hayatının temsiliydi. ömrü boyunca hep boğazına kadar doluydu ama o dimdik durmayı bilmiş, doğrunun ve adaletin peşinden gitmeye ant içmişti.
    sonuç olarak yaşam gerçeklerin bir gün ortaya çıkma huyuyla sona erdi ve jean valjean’ın yüce gönüllü bir insan olduğu ancak ölüm döşeğindeyken fark edildi.
    --- spoiler ---

  • okulda verilen eğitim seviyesi seçme ögrencilere göre olduğundan, yerleştirilen öğrenciler mevcut düzene uyamayacak ve öğrencilikten başka herşeyi yapacaklardır.

    basit gibi görünse de akp'nin sadece bugüne değil türkiye'nin geleceğine saldırmasının bir diğer şeklidir.

  • forveti burak yılmaz olan takımın taraftarlarının, ofsayttan ustaca kurtulan forvet görünce devrelerinin yanmasını sağlayan maç..

  • ivan ilyic'in olumu gibi bu kitap da sonu bilinerek okundugunda daha buyuk bir zevk verir.. o sona ulasirken insan ruhunun cektigi sikintilari gormek, hissedebilmek daha guzeldir..

    ''bu arada bir de sadece benim, umdugumdan cok farkli bir sekilde karimla gecimsizlik yasadigim, baska ailelerde boyle gecimsizliklere rastlanmadigi dusuncesi istirabimi iyice artiriyordu.. o zamanlar henuz, herkesin ayni durumda oldugunu, herkesin aynen benim gibi, yasadiklarinin tamamen kendi kisisel mutsuzluklari sandiklarini ve bu yuz kizartici mutsuzlugu sadece baskalarindan degil, kendilerinden bile gizlediklerini, kendilerine itiraf etmeye yanasmadiklarini bilmiyordum''

  • tipik bencil insan davranışı.

    trafik tıkanınca yol ileride zoraki 2 şeritken 2 şeritli yolu 3 şerit haline getirip, ileride daralan yerde birbirinin önüne kıran, oradaki it dalaşında darboğazı iyice yavaşlatan, totalde herkes 2 şeritte efendi efendi dursa daha hızlı geçecekken kendisi önündeki 5-10 aracı geçti diye bir avantaj sağladığını sanan gerizekalılar da bunlar.

    bu kadar aptal ve hesap kitap bilmeyen adamla yaşamak çok zor.

  • başlık sınırlaması yüzünden zorlanmış bir başlık.
    dialog ile anlatayım
    a-hayatın boyunca hiç gökyüzünden kitap indiğini gördün mü?
    b-hayır.
    a- peki gören birini gördün mü?
    b- hayır.
    a- peki biri gördüğünü iddia etse inanır mısın?
    b- hayır.
    a- en yakın arkadaşın bana kitap indi dese?
    b-hayır.
    a- ulan madem öyle bundan 1400 yıl önce yaşamış, en az 50 göbek ötesi, senin ırkından senin dilinden olmayan, başka bir coğrafyada doğmuş, okumanın yazmanın olmadığı, cehaletin kol gezdiği yerde, senle hiçbir ilgisi olmayan adama nasıl inanıyorsun?
    b-...
    a-biri sana 20 yaşındayken babanın aslında gerçek baban olmadığını söylese o an babandan soğur muydun?
    b-hayır

    işte dinin temeli, erken yaşta motivasyon, güdülenme. daha bebekken verilmeye başlanan dini eğitim. aileler kendilerine verildiği gibi yalan ve yanlışları çocuklarına aktarıyorlar, hiç sorgulamadan eleştirmeden, çocuklar ise daha farkında olmadan bu anlatılanları gerçekmiş gibi kabul edip, asla sorgulamadan zihnine yerleştiriyor. ölene dek. eğer şanslı ise 5-10 yıllık bir araştırma, merak ve idrak süreci ile atlatabiliyor. yoksa sonuç ortada.

    gerizekalıya edit: kitap indi derken cilt cilt ansiklopedi gibi indiği kastedilmedi tabiki. allah ile melek aracılığı ile iletişim kurup vahiyler halinde indi. çok daha sonra kitaplaştırıldı. sen bunu anlarsın diye kısaca kitap indi dendi.
    sanki böyle yazınca çok mantıklı olcak amk.
    gerizekalıya edit: dini eleştiren herkes ateist değildir. farklı inanışlar var. ben de değilim.