hesabın var mı? giriş yap

  • urfa ilinde neolitik çağdan kalma taştan yapıların bulunduğu ören yeri.

    internet sanalında göbeklitepe ile ilgili o kadar çok spekülasyona denk geldim ki, işbu entrinin sebebi sadece, artık galat-ı meşhur haline gelmiş yanlışları düzeltmek olsun. tabi ki bahsettiğim düzeltmeler maddi hatalara ilişkin değil. zaten uzmanı da değilim. daha çok göbeklitepe kültürünün anlamı ve önemi üzerine yanlış çıkarımlardan bahsedeceğim.

    yazarlarından biri olduğum, bir sanat sitesinde altamira, lascaux, chauvet gibi mağara adamı sanatının örnekleri ile ilgili bir yazım yayınlanmıştı. ekinde 34.000 bin yıl öncesinden günümüze kalan sanat eserlerine dair fotoğraflar da vardı. şöyle bir okuyucu yorumu gördüm. "hocam 34.000 yıl falan ne anlatıyorsun ? göbeklitepe bile en fazla 12.000 yıl geriye gidiyor." insan elinden çıkmış en eski eserlerin göbeklitepe’ye izafe edildiğini, daha yaşlı yapı, sanat eseri hatta insan yapımı alet olmadığını sanıyordu sanırım. sonra farkettim ki bu arkadaş yalnız değil. meraklıların büyük kısmı göbeklitepe'nin ne ifade ettiğini hiç anlamamış. kahir ekserisi "tarihin sıfır noktası" söylemini yanlış anlamlara tevil etmiş. gerçi o tabir de (kim bulduysa) ne demek anlamış değilim. terminolojide tarihin sıfır noktası yazının icadıdır. yazının icadından sonrasına tarih çağları, öncesine pre-historia (tarih öncesi) denir. yani samuel noah kramer gibi söylersek tarih sümer'de başlar. tarihin sıfır noktasıyla kastedilen medeniyetin başlangıcı demekse, medeniyet yerleşik toplum ve şehirler ile başlar. birazdan göreceğimiz gibi göbeklitepe'yi yapanlar yerleşik öncesi avcı toplayıcı göçebelerdir.

    medeniyet sözcüğü arapça medine yani şehir kökünden gelir. medeni şehirli demektir. batı dillerindeki civilization, latince civitas yani yine şehir kökünden gelir. türkçedeki uygarlık sözcüğü ise ilk yerleşik hayata geçmiş türk toplumu olan uygurlardan türetilmiştir. şehir ve yerleşik kültür olmadan medeniyet olmaz.

    o zaman söyleyeyim insan elinden çıkmış ne teknik, ne pratik ne de sanatsal buluntuların en eskisi göbeklitepe değildir. sadece sanat eserlerinden gidelim.

    altamira bizonları, 17.000 yaşında görsel

    willendorf venüsü, 28.000 yaşında görsel

    chauvet atları, 32.000 yaşında görsel

    hohlenstein-stadel aslan adamı, 40.000 yaşında görsel

    tan tan figürini, yaklaşık 500.000 yaşında görsel

    daha eskileri de var üstelik.

    makapansgat manuportu, sıkı durun, yaklaşık 3 milyon yaşında görsel

    göbeklitepe'nin önemine gelirsek; önce şunu bilmek gerekir.

    en eski olduğu için bu kadar önemli değildir. onun ayırt edici özelliği ölçeğindedir. o büyüklükte kompleksler yapabilmek için çok sayıda insan gücü, sürekliliği sağlayacak kurumsal yapılar ve eşgüdümü sağlayacak organizasyon tecrübesi gereklidir. yani ancak yerleşik tarım toplumlarında olması beklenen kalifikasyonlar.

    genel kabul görmüş teori şudur. insanoğlu mağaralarda, ormanlarda, savanalarda, avcı toplayıcılığın hakim üretim tarzını temsil ettiği çağlar boyunca, küçük gruplar halinde yaşadı. üretimi ancak günübirlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelikti. fakat sonra avladığı bazı hayvanları öldürmek yerine sağ tutmaya, topladığı bazı bitkileri kendisi ekmeye başladığında sadece bir öğün sonrası için değil, daha uzun vadeli ihtiyaca yönelik yiyecek stoklamak mümkün oldu. yiyecek fazlası, her gün avlanmanın getirdiği iş yükünü azaltınca grup üyelerine daha çok zaman kaldı. teknik gelişti. yemek bol olunca daha büyük nüfusları beslemek mümkün oldu. popülasyon arttı. av sürülerinin peşinde göçer hayatı yaşamanın gereği kalmadı. yerleşiklik başatlaştı. yiyecek üretimini ilk kontrol edenler tarlalara, meralara sahip çıktı. mülkiyet böyle doğdu. stoğunu saklayabilmek için silolar, depolar yapmak gerekti. göçebelik yerine yerleşiklik öne çıkmaya başladığı için haneler, meskenler inşa edilmek istendi. böylece primitif mimari ve mühendislik doğdu. kalabalık gruplar halinde ve yerleşik halde yaşamak toplumda bazı ihtiyaçlar doğurdu. buna yönelik meslekler, zanaatlar, iş bölümü ve uzmanlaşma gelişti. ürün fazlasını kontrol eden gruplar zamanla politik iktidarı oluşturdu. artı ürünün kontrolü meselesinin yağmayı, hırsızlığı ve hazıra konmayı engelleyen işlevsel bir mekanizmayı da kapsaması gerekiyordu. politik iktidarın emrinde kolluk kuvvetleri ve adli müesseseler ilkel halleriyle tesis edildi. mülkiyet, sınıflaşma ve ekonomik katmanlar oluştu. güneşin, yağmurun, nehir baskınlarının zirai istihsale uygun seyretmesi için göksel üretici güçlere yakarılması, ürünün kutsanması, hasadın şenliklerle kutlanması gibi ritüeller, organize dinlerin yolunu açtı. avcı toplayıcı kabiledeki doğacı/animistik şifacının pozisyonu, tarım toplumunda ruhban sınıfına dönüştü. artı ürünün sayımı, dağıtımı, bölüştürülmesi, ticareti vs. hesap gerektiren ve kayıt tutulması gereken bir karmaşıklık düzeyine ulaştığında matematik ve yazı ortaya çıktı. (ilk yazılı eserler olan sümer tabletlerinin kahir ekserisi edebi değil ticari içeriklidir. muhasebe kayıtları, sözleşmeler ve bunun gibi)

    tüm bunların gelişimi binlerce yıl sürdü ama süreci başlatan kilit unsur tarım devrimiydi. yani önce üretim biçimlerinde ve üretim ilişkilerinde radikal bir dönüşüm yaşanmıştır. kurumlar, yapılar, dinler arkadan takip etmiştir. maddi koşulların (altyapı) kültürel strüktürü (üstyapı) belirlemesine dair yaklaşım marksist tarih teorisidir. arkeoloji ve antropoloji gibi disiplinler için kabul görmüş en tutarlı yaklaşımın sahibi de gordon childe adında marksist bir arkeologdur.

    şimdi yine teoriye göre tarım devrimine erişememiş ve yerleşik hayata geçememiş toplulukların büyük iş gücü isteyen ve karmaşık organizasyonlar gerektiren projelere girişememesi gerekirdi. göbeklitepe'yi ilginç kılan ise konut, ocak kalıntısı, çöp yığını gibi yerleşim izine rastlanmamasıdır. kazılarda, diğer iskan edilmiş alanlarda oldukça sık rastlanan kilden figürinler de çıkmamıştır. tam tersi, alanda bulunan binlerce yaban hayvanı kemiği yapı inşaatında çalışan işçilerin yiyeceklerini avlanarak ötelerden taşıdığına işaret etmektedir.

    tonlarca taşı belirli bir sıra ve düzen içinde taşımak, yerleştirmek ve şekillendirmek, uzun süreli ve çok miktarda işgücü ile bu işgücünün koordineli çalışmasını sağlayacak iş bölümü, uzmanlaşma, yöneticilik becerisi ister. bu saydığımız kalifikasyonlar geniş tarlaları birlikte işlemeleri gereken yahut sürülerle besi hayvanlarıyla uğraşmaları gereken toplumlar için mümkün olabilirdi ama teknik kapasitesi ok, yay ve mızraktan ibaret olan, işgücü değil, toplam nüfusu 150 kişiyi geçmeyen (antropologların koyduğu üst sınır) avcı toplayıcı kabileler için göbeklitepe gibi yapıların inşası mümkün olmamalıydı.

    aslında göbeklitepe gizeminin düğümü budur. tarım öncesi yarı göçebe bir topluluğun mega inşaatlar yapabildiğini kabul ettiğimizde, alt yapının üst yapıyı belirlediği, artık genel geçer kabul görmüş sosyoloji kuramlarına tereddütle yaklaşmak gerekecektir. yüzlerce belki de binlerce insanın işbölümü ve eşgüdüm ile çalışmasını sağlayabilen toplumsal yapının basit avcı toplayıcı kabilelerden beklenmeyecek kadar karmaşık, hiyerarşik ve çok katmanlı olması gerekir. bu durumda önce kültürel yapıda bir devrim gerçekleşmiş, tarım üretimi, şehirleşme arkadan gelmiş demektir.

    dahası arkeologlar göbeklitepe’yi öncü tapınak ya da kült alanı olarak sınıflandırdıklarında tarım toplumundan önce de organize dinlerin ve sınıfsal katmanların yerli yerinde olduğunu öğrenmiş oluruz. bu da kuram için ezber bozan diğer bir yorumdur. normalde tarım öncesi topluluklara dair ören yerlerinde kamusal yapı çıkmaz. tapınak, saray gibi yapılar sınıflı topluma yani dikey hiyerarşiye işarettir ki, böylesi sosyal strüktürler artı ürün ve mülkiyet kavramıyla ilişkilidir. avcı toplayıcı toplumların karakteristiği itibariyle ortaklaşacı, komünal ve sınıfsız olması gerekirdi.

    çatalhöyük mesela, şablona harika uyan bir ören yeridir. tarihi 9 bin yıl öncesine giden bu neolitik dönemden kalma buluntuların nerdeyse tamamı konutlardan ibaret olduğu için yerleşiklik başlamış demektir. büyük saraylar ve konaklar çıkmadığı için henüz sınıflı topluma geçmediklerini, avcı toplayıcılığın görece egaliter ve komünal yapısını kısmen muhafaza ettiklerini varsayabiliriz. alt katmanlarda kamu binalarının izine rastlanmazken üst katmanlara doğru bazı konutların çevresindekilere göre büyüklük açısından farklılaşması, bize sınıfsal tabakalaşmanın bin yıllara yayılan bir süreç içinde tedricen ortaya çıktığını gösterir. üstelik çatalhöyük’te tapınaklar yoktur, sadece kült binalar vardır. farkı ne derseniz tapınaklar başta işlevine uygun inşa edilmiş yapılardır, kült mekanlar ise başta ayin, tören, tapım gibi fonksiyonlar için inşa edilmemesine karşın sonradan kutsallaştırılmış yapılardır. bugün bir caminin ya da kilisenin planını ya da temelini bile görsek bu inşanın amacına dair fikir yürütebiliriz, en azından mesken olmadığını bir bakışta anlarız. çatalhöyük'e baktığımızda, dinsel ritüeller için kullanılmış olsa gerek diye düşündüğümüz yapıların en başta bu amaçla inşa edilmediğini, sağındaki ve solundakilerden farkı olmayan alelade bir konutun zaman içinde kült mekana dönüştüğünü yani kutsiyet kazandığını anlayabiliyoruz. ama çatalhöyük'ten yaklaşık 3 bin 500 yıl önce yaşamış, üstelik yerleşik yaşama geçmemiş göbeklitepe sakinlerinin elinden çıkma eserler kesinlikle kült yapı sınıfına girmiyor. belli ki göbeklitepe amacı her neydiyse ona uygun inşa edilmiş.

    işte yerleşik hayata ve tarım toplumuna geçmiş çatalhöyük’te bile sınıfsal hiyerarşi, organize dinler ve ruhban sınıfı teoriye uygun olarak peyderpey oluşuyorken, henüz tarım devrimini gerçekleştirmemiş avcı toplayıcı göbeklitepe sakinleri nasıl tapınak inşa etmiş olabilirler? soru budur?

    şimdi müsaadenizle naçizane kendi görüşümü ilave etmek istiyorum.

    en başta göbeklitepe tapınak mı, barınak mı, sığınak mı, meclis mi, rasathane mi, sanat galerisi mi, primitif emtianın trampa edildiği bir ticaret merkezi mi, seküler bir festival alanı mı ya da bambaşka amaçlara hizmet eden bir yapı mı bilmiyoruz. arkeolog ian morris'in naklettiği, meslektaşlar arasında yaygın bir şaka vardır. "kazıp çıkardığınız şeyin ne olduğunu çözemezsek dinsel deyip geçeriz" yapının tapınak yahut öncü tapınak olduğu kesin bulgu değil, en iyi tahminimiz. sonra tapınak ya da ayinlerin varlığı tek başına, bugünkü gibi kurumlarıyla, bütçesiyle, ruhban sınıfıyla, tastamam örgütlü bir dinin varlığını, dolayısıyla organize dinlerin var olabilme koşullarını giderecek (tarım devrimine atfedilen) karmaşık sosyal/siyasal hiyerarşinin mevcudiyetini kanıtlamaz.

    tartışmayı organize dinler var mıydı yok muydu ikileminden kurtaralım. bu çapta yapıların inşasının dinsel bir amaç taşısın taşımasın avcı toplayıcı toplulukların boyunu aşan bir pratik olması gerekirdi sorunundan gidelim. burada tahminimce yapılan hatalı yorumlar paleolitik çağların avcı toplayıcı ilkel kabilesinden tarım toplumlarına geçişte kesikli bir aşamacılık tahayyülünden kaynaklanıyor. bir anda ve kesin çizgilerle avcı toplayıcılık yerini tarıma, göçebelik ise yerleşik yaşama bırakmadı. tarım devrimi binlerce yıla sari, içinde iki ileri bir geri aşamalar barındıran tedrici ve girift bir süreçti. nasıl ki bugün sanayi toplumlarının içinde hala tarım toplumlarının unsurları devam ediyorsa, tarıma geçiş süreci de avcı toplayıcılığın birçok unsurunu bağrında yaşatmaya devam etmiş olmalı. tarım devrimini biteviye ve tekil bir süreç olarak ele aldığımızda avcı toplayıcılıkla arasına kesin bir çizgi çekmiş oluyoruz. bu durumda sosyal yapıdaki karmaşıklığa ve işbölümüne giden evrimi zaman çizelgesinde tek bir noktada görmek istiyoruz. halbuki, belirli bir bölgedeki yaban bitkileri ve hayvanlarını tükettikten sonra bufalo ya da mamut sürülerinin peşinde başka bir bölgeye göç eden, az nüfuslu göçebe ilkel kabile yaşantısı ile tarıma dayalı neolitik toplumların, siyasi erki de içeren şekliyle ilk tam gelişmiş örneği olan sümerler arasında yarı göçebelik, yarı yerleşiklik, konar göçerlik, pastoralizm, natufyen kültür gibi bir çok ara geçiş formu vardır.

    epipaleolitik çağda bile halklar bazı bitki ve hayvan türlerini evcilleştirerek yerleşimler kurmaya başlamışlardır. ki göbeklitepe'ye sanıyorum 40 km mesafede kazılan karahantepe'de bir yerleşiklik kanıtı olarak köy yaşantısına dair bulgular ortaya çıktı. yani henüz bilinen anlamıyla tarım (bitkilerin insan eliyle toprağa ekilerek hasat edilmesi) söz konusu değilken yabani tahıl türlerini devşirerek ve yaban keçisi, yaban koyunu gibi türleri evcilleştirerek kalabalık köyleri besleyecek kritik artı ürün stoğuna ulaşmış olmaları çok mümkündür. 12 bin yıl öncesi urfa ve çevresinin bitki örtüsü ve iklimini tahminleyen uzmanlar, milyonlarca av hayvanının büyük sürüler halinde otlayabildiği, natufyen kültür için çok uygun bir ortam tarif ediyor.

    her ne kadar ilke olarak yerleşik toplumu tarım devriminin bir fonksiyonu olarak kabul etsek de uygun çevresel avantajlarla zirai üretim tarzı başat duruma gelmeden yerleşik yaşama geçildiğini kabul etmek akla yatkındır. bu bakış açısı fikri takip bize şu çıkarımları verir. ilk yerleşimlerin tarihlenmesi tahmin ettiğimizden daha geriye çekilebilir. yerleşik yaşam için tarımsal üretim tarzının varlığı koşul olmaktan çıkarılabilir. avcı toplayıcılarda hiyerarşi ve sosyal örgütlenme meselesi yeniden gözden geçirilebilir. bunlar da az şey değildir. tarihe ve antropolojiye bakışımızda bazı parametreleri revize etmemizi gerektirir.

    ama altyapının üstyapıyı belirlediği savına dayanan oldukça kapsamlı ve tutarlı teoriyi hepten çöpe atmayı teklif eden yaklaşımlara katılamıyorum. "dinsel düşüncenin insanlık tarihinde maddi koşullar doğrultusunda biçimlenen bir görüngü değil, tersine bir motor güç işlevi gördüğü, yani devrimin önce insanın simgesel dünyasında yaşanmış, bu, gerçek dünyayı biçimlendirmiştir" şeklinde özetlenebilecek görüş dinin maddi dünyayı öncelediği fikrine dayandığı için neo-sağ çevrenin çok hoşuna gidiyor. farkındayım.

    insanın (tarih öncesi de dahil) zamansal derinlik içindeki yolculuğunu bugüne kadar en iyi açıklayan kuramın marksist tarih tezi olması bir kısım çevreler için oldukça rahatsız ediciydi. bana öyle geliyor ki göbeklitepe'den elde edilen bulguların klasik teoriyi çöpe attığını iddia etmekte bu kadar aceleci davranılmasının sebebi bu yargı yanlılığına dayanıyor.

    edit: tan tan figürini ve makapansgat çakılı için şöyle bir itiraz geldi. doğal süreçle oluşmuş insanların sembolik olarak kullanımına geçmişlerdir diye. aslında doğrudur. arkeologların buluntuların arasından kazıp çıkarabildikleri objelerin bazıları insan yapımı oldukları için değil, insan kullanımında oldukları için oradadır. ağırlıklı görüş de bu yöndeymiş zaten. gerçi anlatılmak istenen ana fikre zararı yok. arkeologların kesin olarak insan yapımı olduğunu bildikleri objelerin içinde 3.3 milyon yaşında lomekwi taş keskileri, 1.4 milyon yıllık olduvai baltası ya da 420 bin yıl öncesinden kalma clacton mızrağı gibi aparatlar vardır. son iki taşı listeden çıkarıp bu saydıklarımdan eklesem sanırım metnin mesajına bir zarar gelmez, sanat eserlerinden örnekleyerek gitmiş olmamızın bozulan insicamı dışında.

    bir de küçük bir not. göbeklitepe ile ilgili bulguları yorumları 20 yıla yakın zamandır dinlerken, kafamda bir fikir oluşuyordu ama uzman olmadığım için fikirlerim makul mü, saçma mı emin değildim. internet ortamında, gençlik yıllarımdan beri hayranı olduğum antropolog sibel özbudun'un, göbeklitepe hakkında bildiklerim ve düşündüklerime çok yakın görüşlerine denk gelmem görüşümü netleştirdi.

  • bir kadinin omru boyunca karsilasabilecegi en buyuk hesaplasmalardan biridir muhtemelen kendisini istemeyen bir adamin aslinda iyi biri oldugunu kabullenmek.

    asik oldugu erkegin hicbir zaman kendisini istememis oldugunu ya da artik istemedigini ogrenen kadinin kabullenme sureci uzundur. elisabeth kubler-ross'un tanimladigi 5 stages of grief yani sevdigini kaybeden insanin gectigi 5 asamanin tamamini gecer kadin. yani

    - inkar* --> "olamaz boyle bir sey. o beni hala seviyor. benden vazgecemez."
    - ofke* --> "allaan salaa! ben fazlaydim ona. cok fazlaydim. degerimi bilemedi."
    - pazarlik* --> "belki de yeterince anlayisli olamadim ona. daha anlayisli olacagimi soylesem kesinlikle yeniden beni ister."
    - depresyon* --> "ben onsuz ne yaparim?"
    - kabul* --> "ne yapalim. beni sevmiyor."

    bu asamalarin bazen bir ikisini atlar kadin. ya da bazi asamalari hizlica gecer. bu asamalarin hangi hizda gecilecegi, kaybedilenin yoklugunun ne kadar belirgin olduguyla baglantilidir genelde. nihayetinde bittigini, adamin onu istemedigini kabul eder.

    adamla kadinin karsilasmalari ya da kadinla adamin cevresinin karsilasmalari mumkun degilse, kadin artik pacayi kurtarmistir. mutlu mesut devam edebilir hayatina. arada hatirlayip uzulse de daha fazla hirpalanmaz artik. adam hakkinda kafa yormaz, kendini suclamaz, adami suclamaz. oldu da bitti masallah...

    butun bu asamalari gecip rahata kavustuktan sonra bazen hayat kadini rahat birakmaz.

    bir gun bir arkadasi ile bir cafede oturup kahve icerken, yanindaki arkadasinin bir arkadasi gelir masaya mesela. laf doner dolanir adama gelir. kadinin adamin tanidigini bilmeksizin bu arkadasin arkadasi adamdan bahsetmeye baslar. ne kadar iyi kalpli, ne kadar sevecen, ne kadar duygusal,... oldugundan. adamla yasadiklari guzel anilardan ornekler verir ustune. kadin susar.

    bir kac gun sonra baska bir ortamda yine kadinin adamla yasadigi maceradan habersiz insanlar adamin bahsini acar. yine o mukemmel adam, yine o dunya sekeri, dunya zekisi, dunya yeteneklisi, dunya duygusali adam... kadin yine susar.

    kadin, kendisini uzen, kendisinin kalbini paramparca eden adamin aslinda kendisini taniyanlarin bahsetmekten hoslandiklari o mukemmel adam oldugunu duydukca daha da uzulur.

    herkese karsi anlayisli, herkese karsi vicdanli, herkese karsi yardimsever olan adamin dunyada canini yaktigi, uzdugu, kirdigi tek insanin kendisi oldugunun ayirdina varir sonunda. diger insanlardan ne eksigi oldugunu dusunur. dusunur de bulamaz. herkes dr. jeckyll ile karsilasmistir da mr. hyde'la karsilasmis tek insan kendisidir yeryuzunde.

    kendisine yasattigi onca acidan sonra onun aslinda "iyi" biri oldugunu kabullenmesi gerekir. o bes asamadan bir tur daha gecer. ama bu sefer kaybettigi adam degildir aslinda da kendine olan guvenidir. nihayetinde yasadiklarinin ana fikrini bulur, ki bu da cogu zaman "ben sevilecek kadin degilim." olur.

    not: bu entryye katkilarindan dolayi alright isimli sarkisi icin zap mama'ya, i'm a fool to want you yorumu icin lisa ekdahl'a, yazarken ictigim bir paket parliament sigarasini philip morris products s.a.'nin verdigi lisans kapsaminda ureten philsa as'ye ve tabii ki adama* tesekkuru borc bilirim.

  • şu tweette görülen ibretlik ayardır. demirtaş'ı melek gibi gösterenlere de kapak olmuştur ayrıca.

    debe: artık bi gelenek oldu en begenilenlere girdikten sonra gezi parkında ölen kardeşlerimizi anmak. doğrudur onları da unutmamak lazım ama algı operasyonlarıyla unutturulmaya çalışılan şemdin sakık'ın bir grup pkk'lıyla tezkeresini alıp evine dönen mehmetçikleri kurşuna dizmesi, dağlıca ve aktütün katliamı gibi bu eli kanlı örgütün yaptığı katliamları da unutmayalım. nitekim gidişat unutturulmaya çalışıldığı yönünde.

  • "bizim gibi kadınları çok takdir ediyorum ben. çalışıp kendi parasını kazananları." beyanatıyla beni acı içinde bırakmış olan kadın. gören de 12 saat fabrikada çalıştı, kadın haliyle çocuk okuttu, dimdik ayakta kaldı sanır. kadınlığı bebek taklidi yaparak ifade eden birinin, "tek taşımı kendim aldııım" hezeyanı kadının tek başına ayakta durabilmesi mevzusunda ne kadar muhatap alınıyor bilmiyorum ama ben kendisini muhatap almak yerine, onu övmek yerine fabrika işçisi emekçi ablaları överim, onların arkasına takılırım.

    abla yemin ederim içimi parçaladın ha, kadınlığın gururusun yemin ediyorum. reklam müziği ve yabancı müzisyenlerden alınmış bir tavırla müzik yapmak ne kadar zor, ne kadar zorlu bir iş. "o beni prenses peri sanıyoooooo." diye şarkı yapıyorsun arkadaş. alternatif kitleden bazı insanlar da "ya bu herhalde değişik ya, iyidir destekleyelim." diyorlar da kendine yer buluyorsun. bir de işte "biz böyleee tek başımızaaa, dimdik ayaktaa kaldık yaaa, çok süperiizzz, gideyim iki panda dansı yapayım, daha da özgürleşeyim." tripleri, bak 15 yaşında kardeşim var, o yapsa "ya git be" derim.

    bir de kendini överken fazla ego kusmamak için yanına aldığı, "bizim gibi" örneğindeki diğer kadın da sertab erener ha, o yani. kendisini sertab erener gibi biriyle eş değerde başarılı görüyorsa, panda dansına devam etsin bence.

  • bu kadar zaman bu başlığı takip ettim ve daha yeni yazabilmeye cesaret ediyorum. bipolar teşhisini 11 yıl önce koydular bana. ilk doktorum aileme hayatımın geri kalanında iyi şeyler yapamayacağımı söylemişti. en çok da bir ilişkisi olması imkansız demişti. kısmen haklıydı. ilk ilişkim ancak 18 yaşındayken oldu. bana o kadar kötü davrandı ki, bırakamadım buna rağmen. ikinci ilişkim de aynı oldu. hiçbirine eziyet etmedim, kıyamet koparmadım, polis kapıya gelmedi, sesim bile yükselmedi. sevgi bizim gibilere çok iyi geliyor çünkü. insan ilişkilerimizdeki başarımız ancak bir hayvan içgüdüsü kadar. ilacım, doktor takibim, terapim devam ediyor. hayatımı böyle sürdüreceğimi biliyorum. ancak sizin bahsettiğiniz gibi kötü biri değilim ben. şımarıkça bipolarım demeden önce bir sürü teste girdim. her ay lityum düzeyime göre dozum ayarlanıyor. son ilişkim ise yeni bitti. doktora sevgilim olduktan sonra gidip "ilaçlarımı ihmal edemem. beni dengesiz sevmez, takibim sıkı olsun." demiştim. o da gördü nasıl heyecanlı olduğumu. mani mi başka bir şey mi çözemedim. sonra o korkunç depresif dönemim geldi yani bu son birkaç ay. normalde daha durgun olmalıydım. doktora söyledim ama ilaçlarım yerindeydi. "sevilmek seni canlı tutuyor" dedi. hayatımda ilk defa bir kış dönemi evde duramadım. deliler gibi gezdim ve sevgilim bundan rahatsızdı. "hani kışın duruluyordun" dedi. sürekli yüksek enerjimi kaldıramadı. kendini çekti. o çektikçe ben çöktüm. şu anda ise yerimden kalkacak gücüm yok. biz ilişkilerde iyi değiliz. bizden kurtulmak için böyle başlıklar açmayın, atıp tutmayın. bizi alın karşınıza, tutun elimizi, güven verin. sakinleştiğimizi göreceksiniz. hissedemeyiz sizin kafanızdan geçenleri, anlatın. sevgiliniz bipolar diye ona hayvan muamelesi yapmayın. sizden daha yoğun yaşıyoruz hislerimizi. ama birini görünce öncekini unutacağımız falan yalan. böyle şeylerle aşağılamayın.

    debe editi: bu kadar çok destek mesajı beklemiyordum. hepinize ne kadar teşekkür etsem azdır. içini açanlar, bipolar sevgilisi olduğu dönemde yaşadıklarını paylaşanlar, kızanlar. hepiniz iyi ki varsınız. tek bir kesim beni kırdı. son sevgilimle ilgili yazdıklarımı okuyup ona kızanlar. x ben kötüyüm desem her zaman yanımda olur. ilişki dinamiklerinden bahsetmek gerek diye onu örnek verdim. kötü biri değil. sadece olmadı demek. bu ikimizi de kötü yapmaz.

  • eskiden istanbul'dan cenazesi olanlar otobüs firmasının bagajında yollardı rahmetliyi tabutun içinde. şimdi artık cenazeyi taşıma hizmeti falan verdiklerinden o kadar yaygın bir durum değil. işte öyle birgün otobüsün muavini, çok uykum geldi deyip cenazenin olduğu yere yatmaya gitti molada. oğlum korkmaz mısın falan diyecek oldu yaşlı amcalar, "ne korkayım amk ölmüş gitmiş herif" dedi. senin bakış açına sahip olduğum gün herşey daha farklı olacak.

  • tehlikenin boyutunu anlamak adına önemli bir tweet'dir.
    kaynak

    twitter'dan ulaşamayanlar için görsel

    --- spoiler ---

    istanbul esenyurt fi tower sitesi 1755 dairenin bulunduğu bir site. sitede türkler azınlığa düşmüşler. araplar site yönetimini sahte veya şüpheli vekaletnameler kullanarak ele geçirmişler. arapların çoğunluğu ele geçirdiği sitede harcamalar artmış. 2022’de 17 milyon, 2023’de 23 milyon ek bütçe çıkarmışlar. bu büyük rakamlara karşı çıkan türk ev sahiplerine “fakir. türk istemiyoruz” diyorlarmış. azınlıkta kalan türkler büyükçekmece cumhuriyet başsavcılığına şikayette bulunmuş büyükçekmece 1. sulh hukuk mahkemesine dava açmış yaklaşık 1 yıldır hukuk mücadelesi veriyorlar. aşağıdaki görüntülerde site bahçesinde kalınan bayram namazından. türk imamın arkasında namaz kılmamak için bahçede kılıyorlar. bu sitede yaşananlar türkiye’nin geleceğini anlatıyor.
    --- spoiler ---

  • bana mı böyle geliyor? koca medyaya bir ramazan dayağı yansıdı onda da oruç tutmayan tutanı dövdü*

    dindar-muhafazakar sayılabilecek bir semtteyim ve etraf sigara içenden, yemek yiyenden, su içenden vs. geçilmiyor. 19 yıldır bu semtteyim ve hiç böyle bir oruçsuzluğa rastlamadım.

    gelecek yıl da 2022'deki oruçsuzluk rekorunun kırılacağını düşünüyorum.