hesabın var mı? giriş yap

  • şu an yan dairemdeler. hafta içi çok sesleri çıkmıyor, hafta sonları ise biz buradayız diyorlar sanki. apartamanın hava boşluğuna bakan odadayken ilk kez duymuştum seslerini, acaba hangi radyo bu dedim meğer yan dairedeki çiftmiş çalıp söyleyen. ikisi de yan flüt ve gitar çalıyor, sesleri de yumuşacık. yatak odalarımız dip dibe. sabah uyandıkları andan itibaren başlıyorlar şarkı söylemeye, sonra duşta devam ediyorlar, neyse ki sesleri güzel. şu an yağmur yağıyor ve onlar balkondalar, kız çalıyor çocuk söylüyor, çocuk çalıyor kız söylüyor. daha çok sevsinler de birbirlerini daha çok söylesinler şarkılarını, biz memnunuz devam et 27 numara.

  • acil isler dışındaki (tutukluluğun gözden geçirilmesi vs) tüm duruşmaların ertelenmiş olmasına rağmen, anlaşmalı boşanma nasil acil sayılıp, tek celsede bosanma kararı verilmiş, merak etmekteyim.
    kanun önünde herkes eşitti değil mi? yarın sıradan vatandaş denesin bakalım, boşanma davası bu kadar hızlı sonuçlanacak mı?

  • bana ve ev arkadaşıma asla bir ezel olamayacağımızı, asla insan bile olamayacağımızı öğreten dizi. biraz izledik bu akşam, bir sahnede ezel abi scrabble taşlarını araklayıp gizlice bir şeyler yazıyor, sonra bir açıyor ki kızın adını yazmış oraya, "bahar". ev arkadaşım diyor ki, "vayy bee adama bak, biz olsak ne yazardık?", sonra ikimiz de aynı anda cevaplıyoruz, "vercen mi?". işte bir yanda ezel, bir yanda türk genci. bi de kızıyoruz kadınlara dizi izliyorlar diye, ben de kadın olsam bizi izlemez, dizi izlerdim anasını satayım, haklılar.

  • bu insanları da anlamaya çalıştım, ne bileyim ilk kez metroya biniyordur, böyle bir görünmez kuralın varlığından haberi yoktur vesaire. bir sağda dikilen olarak daima solda dikilenin en az üç-dört basamak gerisinde durdum ki geçmek isteyenlere manevra alanı kalsın.

    dün akşam bu solda dikilen arkadaşlar yüzünden, kalkmak üzere olan metroma yetişeyim diye (orası benim süzme salaklığım, ayrı mesele) "sağ"layayım derken ayağım kaydı yürüyen merdivenden 5 basamak birden filan düştüm. dikilen arkadaşlar sadece bir "aman aman" filan dediler arkamdan, ben de "siz şurada dikilmeseniz bu olmayacaktı" dedim yüzlerine bakmadan kalkıp yürürken. neyse. pantolonum dizden aşağı yırtılmış, onu bir şekilde kamufle ettim. dizle bilek arasında da boydan boya derin sıyrıklar oluşmuş. akşamdan beri acısı dinmedi meretin. gene bin defa şükrettim, bu kadarla kurtardım diye.

    yani demem o ki şu kuralı biliyorsanız yapmayın güzel kardeşim. benim gibi salakların başına iş açmamak için yapmayın bari.

  • sene 1998 ali sami yen'de galatasaray - trabzonspor maçı.. trabzonspor bize 5 tane çaktı, haliyle isyan eden galatasaray taraftarlarının arasında 5-6 saniye kadar, özellikle beni çekmiş cine 5. buraya kadar her şey güzeldi ancak şöyle bir sorun vardı; ağzımda sigara ile isyan eden ben, ilk kez canlı yayında babasına sigara içerken yakalanan mal olarak tarihe geçmiştim.

  • yarım ekmeği ortadan kesiyoruz, klasik ekmek arası yapacak şekilde. sonra açıp tost makinesine bastırıyoruz. o arada kaşar ve sucuk ayarlanıyor, sonra makineyi açıp içine biraz yağ sürüp yeniden kapatıyoruz ve yağ iyice içine siniyor ekmeğin...

    sonra sucuğu alıyoruz ve ekmeğin üstüne diziyoruz, ekmek açık halde yeniden bastırıyoruz ki sucuğun yağları ekmeğin içine aksın ve sucuklar pişsin.

    sonra üstüne kaşarları diziyoruz, ekmeğin kaşar ve sucuk olmayan tarafına acı biber salçasını abartmadan sürüyoruz. tostu kapatıyoruz ve iyice bastırıyoruz, kaşarlar eriyip akana kadar makinenin içinden almıyoruz, aktığını gördüğümüz an alıyor ve yanında güzel bir içecekle gömüyoruz.

    sonuç: 105 kiloyum amk.

    bir kaç ay sonra edit: 92 kilo oldum ve artık tost yiyemiyorum. ama siz yiyin benim yerime ben yemiş kadar olurum.

    edit: artık 85 kiloyum ve tost yiyebiliyorum nihaha dombililer sizi.

  • önce web tasarım şirketi kurup, sonra tasarım kursunda öğrenmeye gelen adam gördüm ben.

    soruyordum; ''abi iş geliyor mu?'' diye, ''arada geliyor'' diyordu. ''e nasıl yapıyorsun?'' diyordum, ''kurs bitince yapacağız inşallah'' diyordu. sonra battı o abi...

  • sık olmasa da yaparım. kasiyer dahi kimsenin şikayetçi olacağını zannetmiyorum. bir bisküvi çöpü ne kadar kirli olabilir? yalnız bunu yaparken tek şeye dikkat ediyorum; ürünün barkoduna zarar vermeden ambalajı açıyorum. çöpü de kasiyer kendiliğinden atarsa teşekkür ediyorum atmazsa kendi poşetimin içine koyup evde atıyorum. olay bu kadar basit aslında.

  • şimdi şöyle; tabi bu adetler yeni değil geçmişte de vardi. ama eskiden bu lakaplardan kurtulmak isteyenler hacca gidiyorlar dönüşlerinde ön ekleri yerine "hacı" koyup dönüyorlardı. sümsük hatce nine oluyordu hacı hatce nine. hatta yeterli parası olmayipta hacca gidemeyenlerin anadolu'da bir geziye gidip hacca gittim geldim diye yutturdugu bile rivayet edilir.
    (bkz: refik halit karay memleket hikayeleri)

  • servisi var, yemeği var, maaşı da diğer yerlerden biraz daha iyi diye kabul edersiniz. yalnız yaşıyorsunuzdur ve çalışmak zorundasınızdır.

    sabah 6'da çalan alarmı erteleme lüksünüz yoktur. 30 dk. içinde elinizi yüzünüzü yıkayıp, ne giyeceğinize karar verip yola çıkmalısınızdır çünkü 10 dk. uzaklıkta olan servisi bekletme lüksünüz yoktur.
    servise binersiniz, günaydın dersiniz ama kimse cevap vermez. yeni olduğunuz için nezaket, henüz bünyelerinde filizlenmemiştir. birkaç karşılıksız girişim çabasından sonra artık siz de suratsız bir şekilde güne başlarsınız.

    işe gelirsiniz. sizden birkaç yaş küçük direktörünüzün aslında uzmanlık alanı bambaşkadır ama "dışarıdan adam almayalım" milliyetçiliği yüzünden sizin yıllardır yaptığınız iş için artık yöneticinizdir. emin olduğunuz şeyleri bilmediği yetmiyormuş gibi, öyle olmadığı iddia eder. çünkü size karşı küçük düşmek istemez. aynı şekilde aynı işi yaptığınız insanlara da yardım etme çabanız kötü karşılanır. "olupta" diye bir kelimenin var olduğunu iddia eden insanlarla daha fazla savaşamazsınız.

    12.30'da yenecek öğle yemeği için 10 dakika önceden sıraya girmeniz gerekir. 100'den fazla kişinin çalıştığı firmada geç kalırsanız size yemek kalmaz çünkü. 10 dakika önceden sıraya girerseniz direktörünüz işi aksattığınızı düşünür. 10 dakikada dünyayı kurtarmak yerine aç karnınızı doyurmayı istemişsinizdir. yemek asla 12.25'te verilmez bu arada, kuraldır. 12.30 olduğu an dağıtım başlar. iki ana yemek, iki yardımcı yemek seçeneğinden azar azar da olsa iki ana yemekten yeme lüksünüz yoktur. birini seçmek zorundasınızdır ama bu sadece sizin için geçerli. yıllardır orada çalışan insanlar iki ana yemekten yiyebilir, çünkü onlar hak etmiştir... toplamda 1 saat olan yemek için "bari biraz nefes alayım" diye dışarı çıkarsınız. 2 dk. geç kalsanız direktörünüz şakayla karışık(!) geç kaldığınızı size hatırlatır. sigara içmezsiniz mesela ama sigara içen insanlar günde 5 kere sigaraya iner. o göze batmaz. o normaldir çünkü ama sizin gecikmeniz çok ayıptır. olmayacak iştir. delirip sigaraya başlamanıza ramak kalmıştır.

    gün içinde diğer çalışanların sürekli tacizine maruz kalırsınız. yeni kız olarak, bütün eski çalışan hatunlar size bakmaya yüzünüzden değil ayakkabılarınızdan başlar. sizi süzüp sonra yanındaki arkadaşının kulağına fısıldar ve gülüşürler. çalışma arkadaşlarınız hırslıdır. sürekli açığınızı ararlar. ayağınızı kaydırmak için ellerinden geleni yaparlar. hele bir de başarılıysanız boku yediniz. her türlü pamuk ipliğine bağlısınızdır. çünkü kariyerinizi iş arkadaşlarınız belirler. onlar sizi sevmiyorsa başarınızın zerre önemi yoktur. bu arada başarı için çok basit "tebrikler" kelimesini bile duyamazsınız. hele bi hata yapın, dünyayı başınıza yıkarlar.

    içinize kapanık olma lüksünüz(!) yoktur. sürekli insanlarla iletişim kurmaya çalışmak için bir bahaneniz olmalıdır. karşınızdakiyle gerekiyorsa demet akalın'ın yeni çıkan şarkısının ne kadar güzel olduğunu, victoria secret'ta indirim olduğunu konuşacak kadar kadın olmalısınızdır. böyle şeyleri sevmiyor olmanız sizi suratsız yapar. kimseye kendinizi sevdiremezsiniz.

    gün biter. uzak bir noktada oturduğunuz için servisin kalkış saatinden 5 dk. önce aşağıda olmak istersiniz. kaçırma lüksünüz yoktur. çünkü kaçırırsanız şirket size bunun için ödeme de yapmaz. 5 dk. önce indiğiniz için iş arkadaşlarınız şikayet eder, işten erken çıkıyorsunuz diye. daha sonra geç çıkarsınız, iki kez servisi kaçırırsınız. paşa paşa toplu taşımayla saatler sonra eve varırsınız. kaçırmadığınız günler için ise artık kural değişmiştir. kadıköy'de oturduğunuz halde, servis sizi acıbadem'de bırakmaya başlar. çünkü 5 yıldır orada çalışan kişi "ben onun yüzünden evime 10 dk. geç kalıyorum" diye şikayet etmiştir. siz de deneme sürecinde olduğunuz için elbette(!) onun sözü geçer. sizi başka bir semtte bırakırlar. çünkü o kişi evine geç kalmamalıdır. siz diğer insanlar bırakılırken evinize 1 saat geç kalırsınız, o bir kriter değildir. deneme süreniz bitse bile bu değişmez.

    bundan sıkılıp artık işe daha yakın oturan sevgilinizde kalmaya başlarsınız. işteki mutsuzluğunuz ilişkinize de yansır. rahatladınız mı sanıyorsunuz? hayır. bütün gün karşı karşıya oturduğunuz direktörünüz iş çıkışı iş konuşmak için "bira içelim" der. iş arkadaşlarınızla sosyalleşmeyi sevmemeniz sizin asosyalliğinizdir. birkaç kez reddedersiniz, sonra da akşamları aramaya başlar. bütün gün tek kelime konuşmaz, akşamları dakikalarca iş konuşur. artık sevgilinizin "yeter ya bu ne akşam akşam" bağrışları itibariyle, direktörünüzün "tamam ya yarın konuşuruz" diyerek telefonu kapatmasını sağlarsınız. direktörünüzün sizden hoşlantısına cilveyle karşılık verememişsinizdir ve artık sizinle çalışmak da istemiyordur.

    hafta sonu çalışmamak üzere işe girmişsinizdir ama orada sürekli değişen görev tanımınız gibi bu da değişir. hafta sonu işe gelmek rutindir. iş hep vardır. işini seviyorsan gelmek durumundasındır. konsere gitmek, içmeye çıkmak, sosyal aktiviteler falan mı? saçmalıktır.

    memur değilim. bana "işi çok kafana takıyorsun, salla başını al maaşını" diyorlar. 24 saatimin 14 saatini alıp, bir de bu saatler süresince beni mutsuz eden bir yer için fazla mı duygusalım? bana sadece uyumaya fırsat verip, onun dışında at kadar stres yükleyen bir yeri çok mu kafama takıyorum? tüm bunların içinde bir de "yaratıcı" olmamı bekleyen bir yer için fazla mı yetersizim yoksa?

    edit: yeni mezun değilim, ilk iş deneyimim de değil. 11 yıldır çalışıyorum. yaptığım işte ödüller almış bir insanım. bu sadece başıma gelen talihsiz bir olay.