hesabın var mı? giriş yap

  • (bkz: bubi tuzagi)

    sozlukteki erkekleri fislemek icin ortaya atilmis zarf. basliga yazan tum nickleri ayiklayip geriye kalanlara kiz muamelesi yapacaklar. eski bir cevik kuvvet stratejisi.

  • türk dil kurumu'nun internet sitesindeki açıklama şöyle:

    türkiye türkçesinde belirtisiz isim tamlaması yapısındaki özel isimlere yönelme veya belirtme hâl ekleri getirildiği zaman araya zamir n’si girer ve “çarşıbaşı’na”, “eminönü’ne”, “kırklareli’ne”, “köybaşı’nı”, “osmaneli’ne” şeklinde yazılır. fakat kocaeli, rumeli ve tunceli birleşik kelimeleri de belirtisiz isim tamlaması yapısında olmalarına rağmen, günümüzde “tek bir kelime” olarak algılanmaya başladıkları için “y” bağlayıcı ünsüzü ile kullanılmaktadır (kocaeli’ye, kocaeli’yi vb.).

    kaynak: https://www.tdk.gov.tr/…me-hali-ekleri-nasil-gelir/

  • başlıkta kundak aradım, bulamadım. demek ki kimse yazmamış, ben yazayım.

    sebebi yetiştirilme şekli. bebekliğini dört bir yanını saracak şekilde kundakta, çocukluğunu "aman çocuğum üşütüp hasta olacaksın şu kazağı ve montu da giydirelim sana" sözlerini işiterek ve çevredeki herkesten soğuk betona oturma, terli terli su içme gibi kibar uyarıları alarak geçiren biri büyüdüğünde soğuk havada tişört giyemez. soğuk havada kazağının altından belin açıkta kalsa cırcır olacak şekilde geçer hayatın.

    abd'de mesela soğuk havada yürü sırtına montu geçirip, sokaklarda kıçında şort ayağında şıpıdık terlikli insanlar görürsün. sen montunun ceplerine ellerini iyice sokuştururken düşünürsün bu adam nasıl üşümüyor diye.

    anadolu insanı kundağı sever. ister ki bebeğinin, çocuğunun açıkta bir yeri kalmasın, üşütüp hasta olmasın. hayatımızın ilk bir kaç yılını ne kadar giyinik geçirdiysek, geri kalanını da aynı oranda giyinik geçiriyoruz.

    insanımızın evladına olan aşırı ilgisi karakterimizi de olumsuz olarak şekillendiriyor. örneğin, sendeleyip düşen bir çocuğa koşup, daha durumunu tespit etmeden ve kendi kendine kalkıp kalkamayacağını bile beklemeden elinden tutup ayağa kaldırıyoruz. tek başına bir halt yapamayacağını düşündüğümüzü ve zor anlarında hep başkalarından yardım beklemesi gerektiği mesajını çocuğun beynine beynine veriyoruz. oysa doğrusu, ciddi bir durum olmadığı belliyse çocuğun kendi kendine ayağa kalkmayı denemesini beklemek. memleketimizde malesef, her düşen çocuk bir yerine zarar gelmemiş olsa dahi ağlar. gel der, sen de gidersin. ağlamak daha kolay, o yüzden kendi çabasıyla ayağa kalkmayı denemez bile çocuk artık. güçlü bir birey olarak yetişmekten uzaklaşır. sadece türkiye'ye özel olmayan kültürel bir sorun sanırım.

    neyse, nereden nereye. anlayış değişse de yeni nesilller marul gibi gezmese bari.

  • şark kurnazlarına bak, adam diyorki insan gibi, bekle herkes binsin ben alıcam. o hırt adama saldırıyor. ya bi gidin ya. kimsenin hakkını düşünmeyen insanlardan nefret ediyorum. ya bu hırtın arkadaşı da otobüsün önüne falan yatmışi ya arkadaşım bi gidin ya, dünya sizin çevrenizde dönmüyor. adam almıyorum dememiş azcık bekle.

    tanım: sonuna kadar haklı olan otobüs şoförü

  • two guys a girl and a pizza place isimli dizide, sharon'dan kaçmak isteyen pete, paris uçağında yanındaki kadına neden başka bir yere değil de paris'e gidiyor olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. tam bu anda "türkiye'ye de gidebilirdim ama dillerini bilmiyorum ve şu ğğğğğhhhhh (arapça ve fransızcadaki gırtlak seslerini çıkarmak için abartarak böğürür) seslerini çıkaramıyorum" gibi bir şeyler söyler.

    işin komik kısmı, gittiği ülke olan fransa'nın dili olan fransızca'da bu sesler varken türkçe'de böyle bir ses bulunmamaktadır.

  • aslında türkiye’deki sanatçıların anlatılacak çok hikayesi var. ancak atıyorum bir amerika’yla falan karşılaştırdığınızda bu alandaki çabanın çok çok kısıtlı olduğunu görüyoruz. mesela yurt dışında ünlü gruplar için minimum iki belgesel, üç dört tane biyografi oluyor. böylece istediğiniz kişiyi daha yakından tanıyabiliyorsunuz. türkiye’de ise bu tür anıları öğrenmek için sanatçıyla bir şekilde denk gelmiş insanların bunları anlatmasını beklemek durumundasınız. spesifik örnek vermek gerekirse zeki müren ya da neşet ertaş hakkında çok güzel anılar var. ama bunlar bazı röportajların bazı yerlerinde yer alıyor sadece, ya da o ana denk gelen insan başkasına anlatıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor bu hikayeler.

    yazılan hiç mi bir şey yok derseniz var. ama bunlar da anlatılan kişiyi çok idealize ediyor. çünkü bizde biraz romantiklik var. eğer sanatçının şarkıları ya da filmleri sevildiyse sadece iyi yönlerinden bahsediliyor. bu durumda merak ettiğiniz insanı tanıma şansınız kalmıyor pek.

    bu nedenle teoman’ın yazdığı faso fiso kitabını çok ilgi çekici buldum. aslında teoman dünyayı çok sallayan bir insan olmadığı için bu boşluğu doldurmak gibi bir amacı olduğunu düşünmüyorum. benim kitabı okuma motivasyonum da bu değildi zaten. yaşım nedeniyle türk rock’ının yükselmeye başladığı döneme denk gelemedim ve bu atmosfer hakkında bir şeyler görmek istiyordum sadece. ancak teoman’ın kendisini ifade ederken kullandığı açık dil sayesinde çok başarılı bir anı / biyografi / itiraf kitabı okumuş oldum.

    bunu sağlayan ilk nokta teoman’ın çocukluğuna duyduğu özlemdi. bunu yurt dışındaki örneklerde daha sık görüyoruz aslında. derli toplu bir anlatı kurmak isteyen yazarlar anlattıkları kişilerin çocukluğunda sadece ileride olacakları insanın özelliklerini arıyorlar. mesela steve jobs’un biyografisinde bu dönemini öyle bir anlatmışlar ki adam 7 yaşında ceo gibi görünüyor. teoman’ın ise kimseyi kendisine hayran bırakmak gibi bir derdi yok. çocukluğunu da olduğu gibi görmeye çalışıyor. bu nedenle yalnız ve çekingen bir çocuğun kendi halinde yaşamını okuyoruz bu kısımlarda.

    metnin başarılı olmasındaki ikinci etken de teoman’ın alaycı dili. zaten biliyorsunuz kendisi geçtiğimiz yıllarda aradığını bulamadığı için müziği bırakmıştı. bu nedenle müziğe başladığı zamanlarda yaptığı acemilikler ile dalgasını sık sık geçiyor. ancak burada kişi olarak kendisini küçümsediğini düşünmemek lazım. çünkü kitap boyunca sürekli tekrar ettiği üzere aslında teoman geçmişini özlüyor. buradaki acemilikleri ve yaptığı hataları da muzip bir şekilde bize aktarıyor.

    çoğu biyografide kişinin kötü yönleri de neden-sonuç ilişkisine bağlanarak haklı gösterilmeye çalışılır. mesela bir insan çalışanlarına kök söktürüyorsa işine olan saygısından böyledir gibi bir açıklama yapılır sürekli. teoman’ın ise kendisini haklı çıkarmak ya da insanların gözüne hoş görünmek gibi bir derdi yok. hem şarkılarından, hem röportajlarından hem de bu kitaptan bildiğimiz üzere kendisiyle çok barışık bir adam değil. bu nedenle çalışanlarına bağırıp çağırdığı kısımları olduğu gibi anlatmış. daha sonra yaşadığı pişmanlıklara da yer vermiş. hatta üzerine pişman olmama ve daha olgun bir insan gibi davranmaya çalışmama rağmen bunu başaramadım diyerek adeta bize içini dökmüş.

    bir de türkiye’de içinde bulunduğumuz kültürden dolayı tabu olarak görülen maddiyat meselesi var. eğer başarılı bir insandan bahsediyorsanız uzun uzun nasıl yokluk çektiğinden bahsetmeniz, burada işi ajitasyona kadar vardırmanız gerekiyor. ancak hayatı anlatılan kişi başarıyı yakalayıp zengin olduğunda bunun boyutundan bahsedemezsiniz. örnek vermek gerekirse konser sonunda cebimde 20 lirayla eve döndüm gibi bir cümle kabul görür. ancak albümden bir milyon lira kazandı diyemezsiniz. teoman ise yaşadığı zorluklardan bahsediyor doğru ama bunu kendisine sempati toplamak için yapmıyor. ayrıca kazandığı paranın boyutunu da açık açık söylüyor. hatta “balans ve manevra için bir milyona yakın para harcadım ve çoğunlukla zarar ettim. canım sağ olsun.” diyor. bu pratiklerin çok dışında bir cümle ancak teoman’ın kendisi de sıra dışı bir insan zaten. ayrıca bu şekilde teoman’ın maddiyata bakış açısını daha açık bir şekilde görüyoruz. bu da onu daha iyi tanımamızı sağlıyor.

    sonuç olarak bu kitap zaten sınırlı bir alanda yazılmış çok iyi bir metin. karşımızdaki kişiyi işin tüm teknik kısımlarından sıyırarak olduğu gibi gösteriyor. ayrıca tutarlılık peşine düşmemesine rağmen oldukça akıcı. başına oturduğunuzda yaklaşık dört-beş saatte falan bitiyor sanırım. bu nedenle rock müziğe ilgi duymuyorsanız bile sırf bu farklılıkları nedeniyle fasa fiso'ya göz atmanızı tavsiye ederim.