hesabın var mı? giriş yap

  • beyoncé osursa bile ödül alır algısı yaratmaya başladılar son zamanlarda. eskiden bu daha ayarındaydı. 2020 yılında albüm bile çıkartmadan bu yılki en çok ödülü alan sanatçı oldu. büyük bir torpil söz konusu bana göre.

    dua lipa için biraz üzüldüm. future nostalgia hakettiği değeri göremedi. bir yıl boyunca dua bu albümün pr ını yapıp durdu. konsepti bozmadı. düetler vs yapıp hemen kapatmadı albüm dönemini. şarkılarında her biri ayrı güzel ve eminim 2020 yılında bu albümü piyasaya sürmeseydi 2020 müzikal anlamda çöp bir sene olabilirdi. bir ödülle ayrılması kötü oldu.

    the weeknd ise grammy tarihinde en çok hakkı yenen sanatçı olarak tarihe geçti.

    doja cat sen önüne gelenle düet yap bir yıl boyunca çalışıp dur ve bir grammy'i bile hor görsünler sana olacak iş değildi. belki de altın yılıydı bu yıl. bu fırsatı iyi değerlendirdiğini düşünüyorum çokta rakibi yoktu ama olmayınca olmuyor geçmiş olsun diyoruz.

    bts için diyeceklerim de şu adamlara bir ödül bile vermeyeceksiniz çağırmayı kardeşim prim yapmayın çok büyük bir fan kitlesi var diye.
    bts'in yerinde olsam kıyameti koparırdım ama adamlar medeni işte. geliyorlar performanslarını sergileyip reyting kazandırıp geri gidiyorlar yazık.

  • diğerlerini bilenler akıllıdır, ama kendini bilenler daha akıllıdır, diğerlerini kontrol edenler kuvvetli olabilirler, ama kendini kontrol edebilenler, çok daha güçlüdürler demiş kişi.

  • bim'den içeri girildiğinde insanın dört bir yanını saran kocaman bir boşvermişliğin, zihnin en ücra noktalarına sirayet eden o anlamsız hiçliğin tüm bedendeki tezahürüdür. evet, gözyaşartıcı bir gerçek bu anlamsızlık. o gelişigüzel sıralanmış, ilk bakışta reçel mi yoksa otlu peynir mi olduğu anlaşılmayan ürünlerin arasından geçerken, sağa sola atılmış kolilere basa çarpa ilerlerken hissedilir. çalışanların o android görüntüsünü izlerken sorgularsınız hayatı. neden allah'ım, neden!!? diye isyan edersiniz ama artık çok geçtir her şey için. bim'in sarmalları arasında yok olmaya, hiçliğin içine doğru yol almaya başlamışsınızdır çoktan. çok geç. evet. çok. geç.

  • bir gün korku filmi izleyip salonda uyuyakaldım. sabaha karşı beyaz bir şey üstüme atlayıp beni uyandırdı. resmen altıma sıçtım. bir baktım bembeyaz bir kedi. acıktı herhalde benimki dedim kalktım. ayılınca hatırladım benim kedim yok ki! sokak kedisi olamayacak kadar temizdi. ben de kapıcıyı arayıp evimde kedi var dedim. o da sabahın beşi aq banane dedi. doğru dedim. sonra yan komşunun kapısındaki paspasda kedi resmi olduğunu hatırladım. bir iki saat sonra gittim kedilerini geri verdim. balkondan benim eve zıplamış manyak.

    bir kaç gün sonra duştan çıktım, bir baktım kedi gene benim evde. kapı çaldı verdim direkt.

    1 günlüğüne şehir dışına çıktım. geldiğimde kedi gene bendeydi. kapı çaldı, kediyi verirken kadın sizin evi çok seviyor, sürekli size geldi dün biz de balkondan geçip aldık dedi. ben de ehüehü diye gülüp kapattım kapıyı. sonra bir dakika lan dedim bunlar benim eve girmişler! bunu bana söyledi ben de mal gibi gülüp uğurladım kadını.

    aynı gün kapıcıya anlattım durumu abi dedim ailecek bana musallat oldular, önce kedi alıştı sonra komple yan daire bana geliyorlar dedim. o da çok yanlış, özel hayat diye bir şey var belki ben birini öldürdüm kuvvette saklıyorum demesin mi!

    o günden beri balkon kapısını kitlerim. kedi neyse hadi yan komşu da neyse ama kapıcı girerse büyük sıkıntı.

  • aslanlı yolun sırrına vakıf birisi değilim ancak hayattaki ender şanslarımdan biri olarak, anıtkabir'de şantiye mimarı olarak çalışmış nezih eldem 'in * öğrenciliğini yapmış biriyim. hoca sağolsun bilgisini öğrencilerinden hiç esirgemez, o son yıllarında zorlukla çıkan sesine rağmen deneyimlerini gürül gürül akıtırdı. öğrenciler olarak da mümkün olduğunca çıtımızı çıkarmadan, akan pınardan elimizden geldiğince testimizi doldururduk. nezih hoca gibi kariyerinde 3-5 mimara kısmet olacak yapılar olunca da anlattıkları daha da ilginç oluyordu. mesela bu aslanlı yolun döşemesi gibi, "oğlum zemini tam anlamıyla oturtamadığımız için derzsiz döşemelerde çatlaklar oluşuyor ve kot farkları çok belli oluyordu, o yüzden asimetrik ve geniş derzli bir döşemeyi tercih ettik." ha başka bir çözüm olmaz mıydı, inanın ki bu soruya cevap verecek yeterli bilgi kaynağım yok.
    ama yapımı 1953'de bitmiş henüz 61 yıllık yapı üzerinden de sırlar hurafeler üretmeye başlamışız bile. maalesef bu alışkanlık ilk de değil.

    (bkz: mimar sinan hurafeleri)
    (bkz: nezih eldem)

    edit: bu entriyi, aslanlı yoldaki döşemelerin arasındaki açıklığının sebebini, "yürürken düşmemek için yere bakmamız gerekiyor, o yüzden de ataya olan saygımızı göstermiş oluyoruz." gibi saçma sapan bir hurafaye cevap olarak yazmıştım, hurafeci gidince de entrinin ayağı boşta kalmış.

  • ilk 2 bayramda kimse kapımı çalıp şeker istememişti. bu duruma istanbul’da geçirdiğim 4 yılın sonunda alışmak zorunda kalmıştım ama yeni taşındığım bu semtte diğer semtlere göre ‘eski bayramlar’ geleneğinin çok daha az olduğunu bilmek içimdeki heyecanın sönmesine yetmiyordu. tüm bayramı evde geçirdiğim halde kapıma kimse gelmemişti. gerçi önceki 8 bayramdan acı bir biçimde tecrübe edinmiştim alınan şekerlerin kullanılamayacağını. benim de şekerle aram pek yoktu. bu yüzden artık şeker almayı da bırakmıştım.

    sonraki bayram da aynı şekilde yalnız geçmişti. ist.da komşuluk ilişkisi gibi bir kavram yok. hele bekarları/öğrencileri kimse komşu olarak bile görmüyor. bu çok umrumda değildi aslında benim için önemli olan çocukluğumdaki bayramları hatırlatan ve bayramı bayram yapan şeker toplama ritüeliydi.

    bir sonraki bayram(oturduğum semtteki 3. bayram) kapı çalındı. diafonda “kim o?” soruma verilen “bayramınız kutlu olsun” cevabıyla içime neşe dolmuş ve tek basışta sorunsuz açılıyor olmasına rağmen garantiye almak için defalarca otomatiğin düğmesine basmış ve kapıya dikilmiştim. çocuk kapıya gelip “bayramınız kutlu olsun” deyince evde artık şeker almayı bıraktığım için şeker olmadığını hatırlamış ama bu fırsatı kaçırmamak için çocuğa para vermiştim. sanırım bu ikimize de mutlu etmeye yetmişti.
    bir sonraki bayram yine ve sadece o çocuk geldi. bu defa tedbirliydim, şeker almıştım. ondan başka kimsenin şeker toplamaya gelmeyeceğini bildiğim için tüm şekerleri ona verdim. çocuk 3. yıl yanında 6 yaşlarında (sanırım) kardeşini de getirmişti. bu, mutluluğumun iki katına çıkmasını sağlamıştı.

    şimdi oturduğum semtteki 7. yılıma giriyorum. bugün geleceğinden hiç şüphem yok. dün gece marketten şekerlerini aldım ve bekliyorum çocuk. bu defa adını da öğrenmek istiyorum. artık senden “çocuk” diye bahsetmek istemiyorum!

    edit: çocuk tekrar geldi mi diye soranlar oldu. evet! çocuk geldi. ama büyünün bozulmasından korktuğum için adını sormadım. sonraki yılda da yurtdışına taşındım. benim için o hep "çocuk" olarak kalacak.