hesabın var mı? giriş yap

  • rahatsız olmamak için videoyu sessizde, sektörler halinde çok izlemeden geçtim. durumu tahmin edebiliyorum. berbat bir ölüm şekli.

    konuya paralel, bu şerefsiz kuduz virüsünün yapabildikleri çok acayip..

    kaç milyon yılda evrim geçirip son halini aldı bilinmez ama son evrelerinde konaktaki tükürük bezlerini harekete geçirip kendini tükürük içinde gizleyerek ısırma-bulaşma şeklinde yeni konağa geçiş yapması ve bir süre sonra onunda motor yetilerini etkileyerek beynini bloke edip öldürmesi resmen korku filmi gibi.

    ulan bunu allah tasarladıysa demezler mi “allam hem kulunu var ediyorsun, üstüne bin bir türlü bela veriyorsun, sen bizimle dalga mı geçiyorsun?” diye..

    daha bunların keşfedilmemiş türleri var ve buzullarda kim bilir ne ruh hastası(!) türler daha suya karışıp karşımıza çıkacak..

    not: aşı konusuna dikkat edin. küçük bir yırtığı bile riske atmaya gelmez.

  • bir arkadaşıma gitmekteyim. evine daha önce gitmediğim için incirliyi geçince mesaj atıcam o da beni duraktan alacak sözde. incirliyi geçiyorum ama mesajı yanlışlıkla tatildeki babama atıyorum:

    ben: incirliyi geçtim.
    baba: yolun açık olsun kızım.

  • türevleriyle beraber inceleyelim;

    * kadının kendi yaşında bir erkeğe aşık olması => (aşık olduğunuz erkek şu an 4-5 yaş küçük, hatta daha da küçük kızlara yazıyor. lütfen daha sonra tekrar denemeyiniz.)

    * kadının kendinden yaşça küçük erkeğe aşık olması => (bkz: açmayın teyzeler)

    * kadının eğitim, kültür, görgü, kariyer, para vırt zırt açısından kendinden daha berbat durumdaki bir erkeğe aşık olması => "vay salak!"

    * kadının kariyer, sosyal statü, para açısından kendinden üstün bir erkeğe aşık olması => "vay sınıf atlamaya çalışan paragöz!"

    * kadının kendinden uzun erkeğe aşık olması => "vay bodur!" *

    * kadının kendinden zayıf erkeğe aşık olması => "vay koca dötlü! adamı da mı yiyeceksin?"

    sonuç: (bkz: napak ölek mi pampa)

  • hala bazilarinin " büyük milletler hic alfabe degistirmemistir taam mı" seklinde yorum yaptigi hadise. peki japonlar türkler gibi yüzlerce yildir turkce ile uzaktan yakından alakasi olmayan bir lisanin alfabesini mi kullanmaktalar. o japonya kendi dilinin alfabesini kullanmaktadır. slavlarin krill alfabesi aziz krill tarafından slav halkları için geliştirilmiş bir alfabedir bin kusur yıl önce. senin bu tabanda yapabileceğin tek eleştiri "neden göktürk alfabesi değil de latin alfabesi kullanmayı seçtik?" olabilir en fazla. ayriyeten türkler kendisi dişinda uluslarla en fazla ilişkide bulunmuş ırklardan biridir dünyada. karsilasmadigi milletler pek azdir tarihte. bunun beraberinde getirdiği kültürel etkileşim ile türkler pek çok değişim yasamis, pek çok defa alfabe değiştirmiştir. çinliler, japonlar gibi izole yasamamislaridir uzun yillar boyu. uzun lafin kısasi bok atacak başka bir şey bulun sevgili arap milliyetçileri.

  • yoktur.

    dilim döndüğünce açıklamaya çalışayım.

    önce iki boyutlu varlıklar hayal edeceğiz ve bunları bir kürenin üzerine yerleştireceğiz. sonra da bu indirgenmiş modele bir boyut daha ekleyip mevcut evren modeline geçiş yapacağız.

    diyelim ki bizler iki boyutluyuz. çok çok büyük bir kürenin yüzeyine hapsolmuş haldeyiz. sadece x ve y eksenleri var. bir de zaman ekseni olarak t var. iki cam arasına sıkıştırılmış yaprak gibi düşünelim kendimizi ve külleten bütün varlıkları. veya bu durumumuzu, superman 3 filmindeki iki boyutlu hücrelere hapsedilmiş psikopat tipler gibi de düşünebiliriz. bu küre bizim evrenimiz. küre o kadar büyük ki kürenin yüzeyinde bulunduğumuz konumdan baktığımızda ufuk diye bir şey görmüyoruz. ışık da iki boyuta hapsolmuş durumda. yani doğrusal bir lazer ışını tuttuğumuzda dümdüz ilerliyor diye görüyoruz. bir süre sonra teknolojimiz gelişiyor ve ışığın çekim kuvveti ile eğildiğini keşfediyoruz. yani dümdüz ilerlediğini sandığımız o ışık hüzmesi kürenin merkezindeki çekim kuvveti sayesinde bir eğri çiziyor. kürenin yüzeyine mahkum halde iki boyutlu canlılar olduğumuz için üçüncü boyutta yaşamanın nasıl bir şey olabileceğini tasavvur etmemiz mümkün değil. böyle bir zihinsel egzersiz fiziksel kapasitemizi aşıyor. bu iki boyutlu evrenimize dair gözlemlerimizden biri de ışık hüzmelerini hangi yöne gönderirsek gönderelim eşit mesafelerin ölçülmesi. kürenin etrafında tam tur atabilmiş değiliz. böyle bir şey, fiziksel kapasitemizin çok çok üzerinde. hatta bırakın tam turu, küre yüzeyinin sadece çok küçük bir noktacık kadar kiriş/kesit bölgesini algılayabiliyoruz. öte yandan şayet fiziksel kapasitemiz elverse, gönderdiğimiz ışık hüzmesinin arkamızdan dolanıp, magellan'ın dünya turu gibi başlangıç noktasına varacağını gözlemleyebileceğiz. yani iki boyutlu varlıkların o kısıtlanmış hallerini ancak üç boyutta yaşayan birileri dışarıdan gözlemleyerek anlayabilir. iki boyutlu modelimiz bu şekilde.

    [ek/not/edit: iki boyutlu bir evrene dair harikulade bir kurgu için (bkz: flatland)]

    gelelim üç boyutlu modele, yani içinde yaşadığımız mevcut evrene. x, y ve z boyutlarımız var. ve bir de t dediğimiz zaman boyutu var. ne olursa olsun, bu boyutlara hapsedilmiş haldeyiz. mevcut üç boyutlu evrenimizde tıpkı bir kürenin yüzeyinde yaşayan iki boyutlu kardeşlerimizde olduğu gibi bir eğrilme/kavis/curvature var ama bunu algılamamız mümkün değil. bir ışık hüzmesi gönderdiğimizde arkamızdan dolanıp başlangıç noktasına geri dönecek. ama evrenimiz o kadar büyük ki bunu gözlemlemek fiziksel kapasitemizi aşıyor. birincisi ömrümüz yetmiyor. ikincisi de aynen iki boyutlu kardeşlerimizin üçüncü z boyutunda ayağa kalkmalarının mümkün olmaması gibi bizim de "üç boyutlu küre yüzeyi"nin dışına çıkıp nasıl bir üç boyutlu yüzeye mahkum olduğumuzu görmemiz imkansız. nasıl bir kısıtlama içinde olduğumuzu ancak ve sadece iki boyutlu indirgenmiş model ile mukayese yaparak ve beceriksizce (çünkü fiziksel olarak kısıtlıyız) bir mukayese yaparak algılamaya çalışabiliriz. elimizden başka bir şey gelmez. bugün vardığımız teknolojik düzey bize ışığın kütle çekim kuvveti ile birlikte büküldüğünü gösteriyor; bu olgu, üç boyutlu evrenin "küresel" (özellikle tırnak içinde yazdım) yapısını tahayyül edebilmek için bir yardımcı ipucu olabilir.

    bu yüzden evrenin herhangi bir merkezi yok işte. evrende her nokta evren denen üç boyutlu yüzeyin merkezidir.

  • yapısalcılığa yaslanan bir metin çözümleme yöntemi.
    bu yaklaşıma mesafeli olan bir hocamız anlatmıştı:
    new york'ta ünlü bir yönetmenin filmi izleniyor.
    sonra filmin görüntülerinin göstergebilimsel çözümlemesi yapılıyor.
    yok efendim filmin son sahnesinde kuşların havalanışı özgürlüğü simgeler falan filen diye.
    sonra yönetmeni çağırıyorlar konuşmacı olarak.
    ona söylüyorlar bu tespitleri.
    adam da diyor ki "sormayın sabahın köründe o kuşları parktan kovalamak için o kadar çok çabaladık ki... ama bir türlü başaramadık. girdiler görüntüye ister istemez."
    bu yaklaşımla çalışanlara saygım sonsuz.
    metinlere yönelik bir farkındalık yarattığı muhakkak.
    ancak enformasyon çağında kullanıcı türevli içerik bu derece yoğunken hem izleyiciyi hem de üretim aşamasını görmezden gelen metin okumaları saçma geliyor.

  • kendi çocuğuna masadaki diğer çocuklardan daha fazla yemek koymak. ayıptır, günahtır. teyzem çok yapardı bunu acayip üzülürdüm küçükken. annem de tam tersini yapardı bana ve kardeşime daha az koyardı çok da farklı olmazdı ama biraz bile olsun kayırma durumu olmasın, gözden kaçmasın diye öyle yapardı herhalde. o zaman sevinirdim ama çocuk aklımla annem ne kadar da düşünceli falan diye. iki lokmanın derdinde değilmişim o insaniyetin derdindeymişim.