hesabın var mı? giriş yap

  • 23..03.1918'de new york'ta doğup, 23.08.1991'de samsun'da vefat eden bir eğitimci. 30 yıla yakın bir zaman boyunca samsun maarif koleji'nde görev yapmıştır. samsun anadolu lisesinin mezunları kendisini görmeseler de adını duymuşlardır. eski mezunları zaten kendisinden eğitim almışlardır. okulda kendisinin düzenlemiş olduğu botaniğe adı verilmiştir.

    daha yakından tanımak için, samsun anadolu lisesi mezunlarından adnan rıfat kurun'un göndermiş olduğu, uzm. ecz. ergin yazıcıoğlu tarafından hazırlanmış yazıyı kopyalıyorum:

    "carl tobey (23..03.1918-23.08.1991)

    23.03.1918 tarihinde amerika'nın newyork kentinde doğdu. babası, zamanının tanınan zengin bankerlerinden allen tobey'dir. çocukluk yıllarında ablasıyla birlikte babaannesinin yakın ilgisiyle büyüdü.

    ilk ve orta öğrenimini newyork'ta tamamladı. yaz tatillerini ailesinin long island'daki yazlık malikanesinde geçirdi. alman imparatoru kaiser yazlık komşularıydı. babasının kendisine hediye ettiği at ile biniciliğe, 12 metrelik yelkenliyle de denize olan tutkusu başladı. bu başlangıç, ilerleyen yıllarda carl tobey'nin türkiye'deki yaşantısında hem belirleyici olacak, hem de çalışmalarında büyük kolaylıklar sağlayacaktı.

    üniversite öğrenimini newyork'ta princeton üniversitesi tarih bölümünde üstün başarıyla tamamladı. ilerleyen yıllarda, okul arkadaşlarından biri olan keneddy, amerika bileşik devletleri başkanı olurken, bir diğeri de müzikallere imzasını atan alan learner olacaktı.

    mezuniyeti sonrasında bir müddet amerika'nın güney eyaletlerinde öğretmen olarak görev yaptı.

    ii.dünya savaşının başlamasıyla birlikte, pilot eğitmeni olarak fransa'ya paris'e gitti. pilot eğitti. paris'teki yıllarında şairlerle, gazetecilerle, müzisyenlerle, yazarlarla ve filozoflarla dostluklar kurdu. bunlardan bazıları; jimy baldwin( vatandaşlık hakları savunucusu) , max ernest ( ressam ), j-p satre ( filozof ), simon de beauvoir ( yazar ) 'dır.

    amerika'ya dönüşünde bir müddet yakın bir arkadaşının evinin bahçesiyle ilgilendi. bahçenin güzelliği sayesinde çevresinden takdir topladı ve teklifler aldı.

    1955 yılında "barış ve eğitim gönüllüsü" olarak bir yıllığına türkiye'ye geldi. ilk görev yeri istanbul' dur; fakat aynı gönüllü grubundaki yeni evli bir çiftin birinin samsun'a diğerinin ise istanbul'a görevlendirilmesi ve kendisine yapılan değişim teklifini kabul etmesiyle samsun'a geldi. bu değişimde rol oynayan faktör " samsun deniz kenarında mı?" sorusuna aldığı " evet " cevabıydı. gençlik yıllarındaki deniz tutkusu samsun'u tercihinde önemli etken olmuştur.

    1955 yılında, bugünkü 23 nisan ilköğretim okulunun olduğu alanda kurulan samsun maarif koleji'nde ingilizce öğretmeni olarak göreve başlar. okula yakın olması sebebiyle engizli (19 mayıs ilçesi/samsun ) bir ailenin iki katlı, sarı renkli, bahçe içerisindeki evini kiralamaya karar verir. ev sahibiyle tanışmak ve kiralama talebini iletmek amacıyla engiz'e giderken çetirlipınar köyü muhtarı asım kurt ile tanışır. asım kurt köyün hem muhtarı hem de toprak ağasıdır. asım kurt ile vücut diliyle iyi anlaşırlar, yerler içerler iyi dost olurlar. bir yılın sonunda muhtar asım görev süresi dolan dostunu samsun limanından uğurlarken, carl tobey, dostunun eline bir mektup tutuşturur ve der ki "...ben sandaldan inip , gemiye binmeden açma" muhtar asım dostunun dediği gibi yapar; mektupta " ...seneye görüşürüz." yazmaktadır. carl tobey'in 36 yıllık samsun macerası da böylelikle başlar.

    samsun'a dönüşünde kiraladığı evde 1955'den 1973 ( ? ) 'e kadar kalmaya devam eder. bu yıllar içerisinde samsun maarif koleji karşısındaki evinde çok güzel çiçekler yetiştirir; tek sıkıntısı haylaz okul çocuklarının bahçesine girmesidir. bahçenin duvarlarının üstüne ek bir taraba yapmak suretiyle bunu önlemeye çalışır ama hiçbir zaman kızmaz.
    yaz tatillerinde samsun ve çevresinde at ve merkep sırtında bitki toplama gezileri yaparken bir yandan da çetirlipınar köyünde asım kurt'un çiftliğinde köylülere yeni modern ziraat tekniklerini öğretmeye çalışmakla vakit geçirir. yeni ziraat tekniklerini tanıtırken zaman zaman köylülerle ters düşer, tartışır, yöre halkı tarafından " .. bu gavur topraktan ne anlar " diye eleştirilere maruz kalır, en çok da asım ağanın kardeşiyle tartışır ama doğruları anlatmak ve öğretmek için bıkmaz, usanmaz ve kırılmaz. bu özelliği ileride onu tanıyan yöre halkı ve öğrencileri arasında ziraat eğitimi aldığı ve ziraat mühendisi olduğu sanılmasına neden olacaktır.

    at ve merkep sırtında yapmış olduğu bitki gezileri sırasında yöre halkı tarafından "... bu adam amerikan ajanı, kardeşim bitki bahanesi " diye yanlış anlaşılır ama o yine de yılmaz, at ve merkep sırtında dağ bayır demeden bitki örnekleri toplamaya devam eder. samsun ve çevresinde yaptığı bitki toplama gezilerinde ajan olarak algılanmasından oldukça rahatsız olur ve bu durum onu oldukça zorlar. ilerleyen yıllarda bir türk dostu "....bak madem ki, bitki toplarken seni ajan zannediyorlar, çekiniyor, yardım etmiyorlar; o halde sen de onlara ormancı olduğunu söyle, bu köylü kısmı ormancıdan çok çekinir, ormancının her istediğini yapar, hoş tutar, sen de böylelikle rahat edersin" şeklindeki telkini üzerine kendini istemeye istemeye köylülere ormancı olarak tanıtmaya başlar ve böylelikle bitki toplama gezilerinin kolaylaştığını, köylülerden yardım ve yakınlık gördüğünü hatıralarında bahsetmiştir.

    görev yapmış olduğu süre içerisinde, samsun anadolu lisesi bünyesinde topladığı bitki örneklerini de içeren bir bahçe oluşturmuş, bu bahçenin bakımını bizzat kendisi üstlenmiş, ilerleyen yıllarda aylığını kendisi vermek suretiyle bir bahçıvan tahsis etmiş ve bu bahçeyi öğrencilerine de gezdirerek öğrencilerde çiçek, bitki ve doğa sevgisinin oluşmasına katkı sağlamıştır.

    1955 yılında göreve başladığı samsun maarif koleji (samsun anadolu lisesi)'nden 1983 yılında emekli olmuştur. 1983-1985 yıllarında suudi arabistan'da ingilizce öğretmeni olarak kısa bir süre görev yapmış ve tekrar türkiye'ye dönmüştür.

    1986-1987 öğrenim yılında özel meralcan koleji'nde ingilizce öğretmeni olarak göreve başlamış, 1991 yılında rahatsızlanana kadar görevine bilfiil devam etmiştir.

    rahatsızlığı sırasında tedavisi samsun ssk hastanesinde, dahiliye bölümünde uzm. dr. levent durupınar tarafından sağlanmış, tedavi kürleri sırasında rahat etmesi için bir müddet samsun vidinli otelinde misafir edilmiş, 23.08.1991 tarihinde tedavi gördüğü lenf kanserinden hayata veda etmiştir.

    yaşadığı süre boyunca, başında sekiz köşe kasketi (ki bu yörede köylülerin tipik şapkasıdır), kadife pantolonu, kareli oduncu gömleği, boğazlı kazağı, el örgüsü süveteri, 1971 yılında merak sarıp çalmaya başladığı bağlaması ve içmekten keyif aldığı nargilesiyle tam bir türk gibi yaşar. kendini o kadar türk kabul eder ki, inancını bile değiştirip müslüman olur.orucunu tutar, inançlarının gereklerini yerine getirir ama asla belli etmez.

    1986-1991 yılları arasında kendisiyle bir aile büyüğüyle ilgilenircesine, yakınen ilgilenen kemalettin erbilgin'e, son zamanlarında vasiyet eder ve aynen şöyle der: " ...ben öldüğümde sakın papaz falan çağırayım deme , beni usullerimize göre uğurla". vefatı sonrasında arzusu yerine getirilir fakat amerikan makamları tarafından soruşturma açılmak istenir, bu durumun resmi vasiyetinde de yazdığı av.mustafa cılız tarafından da belirtilerek girişim sonuçsuz bırakılır.

    ebedi istirahatgahı samsun kıranköy mezarlığı 125 ada , kemalettin erbilgin aile kabristanlığındadır.

    carl tobey , vefatından önce tüm çalışmalarını ve şahsi eşyalarını mezun olduğu princeton üniversitesi kütüphanesine bizzat kendi göndermek suretiyle vakfetmiştir. tüm bu evraklar 73680 kayıt numarasıyla princeton üniversitesinde 11 koli halinde saklanmaktadır. bu kolilerden bazıları öğrencisi olan ve princeton üniversitesi inşaat mühendisliği mezunu cem tunçoğlu tarafından açılmış, kolilerden kişisel fotoğrafları, kitapları ve notları çıkmıştır.

    vefatı sonrasında okul bünyesindeki bahçesi, samsun anadolu lisesi mezunları derneği tarafından yeniden düzenlenmiş, bahçe girişindeki tabela halen abd florida 'da yaşamakta olan öğrencisi metin türkimre tarafından hazırlanarak gönderilmiş, yine bahçenin hakim köşesindeki carl tobey'i anlatan tasviri yağlı boya tablo resmi ise son zamanlarında beraber görev yaptığı ingilizce öğretmeni, ressam brain keth rowbotham tarafından yapılmış ayrıca bu temsili resim kartpostal olarak da basılmıştır. yine onun sevgisiyle büyüyen ama onu görmeyen minik öğrenciler tarafından yapılan samsun anadolu lisesini ve carl tobey'i anlatan resim müdüriyet odasını süslemektedir.

    bu sessiz, kendi halinde alçak sesle ve tatlı bir ses tonuyla konuşan 1.75 m boyundaki, kasketli, ince yapılı, mavi gözlü, hatırnaz ve sevgi dolu insan " ben burada insanlığı ve hayatı öğrendim" diyerek , büyük, küçük kendisini tanıyan herkesin gönlünde taht kurmuş, kimilerine göre carl tobey; kimilerine göre de "kartopu" adıyla saygı ve sevgiyle anılmaktadır.

    yazar: uzm. ecz. ergin yazıcıoğlu-samsun 2006

    kaynaklar:

    1. dr kemalettin erbilgin, özel meralcan koleji genel müdürü
    2. mustafa atalay, özel meralcan koleji genel sekreteri, samsun maarif koleji ilk mezunu
    3. zeynel özdemir,samsun anadolu lisesi müdürü
    4. dr.hicabi eryıldırım, göz hastalıkları uzmanı
    5. müjgan eryıldırım, kız meslek lisesi eski müdürü
    6. ecz. adnan rıfat kurun, ögrencisi
    7. ercan elmas, ögrencisi
    8. ilkay emir-samsun emniyet müdürlüğü, polis memuru"

    şu da cenazesinden bir resim:
    http://www.facebook.com/…1020285046&oid=28796425496

    tabutu omuzlayanlardan hüseyin yazgan hocamız da geçtiğimiz yıllarda vefat etmiştir.

  • benim var bir iki tane.
    milli takım kampı bulunduuğm şehre gelmişti.
    kimler kimler yok ki tanju, rıdvan, feyyaz, metin, ünal karaman, engin ipekoğlu, oğuz çetin falan.
    neyse, o zaman liseliyiz.
    hergün gidip izliyoruz bunları, millet imza alıyor, kızlar peşlerinde.
    biz de beşiktaşlıyız ayıptır söylemesi.
    bizim sarı fırtına yanında iki futbolcuyla beraber, tabir-i caizse takımdan ayrı düz koşu yapıyor.
    biz de iki üç arkadaşız.tribünden aşağı inmişiz, tellerden izliyoruz.
    aslında daha o yaşlarda bile ünlü falan görünce gidip hemen konuşayım falan derdinde biri değildim.ama gaza geldim ben de.
    neyse, "metin abi" "metin abi" diye çağırdık biz bunu.
    eliyle tersledi bizi, azarlar gibi bir şeyler söyledi. "görmüyor musunuz çalışıyorum" gibisinden.
    buz kestik hepimiz.hiç kimse tek laf edemedi.
    fena halde kırılmıştık.
    haklıydı aslında.
    ama en azından selam verip geçebilrdi.
    o gün bugündür metin'i sevmem.
    aynı kamptan bir başka anı.
    bu sefer feyyaz.
    otobüsün içinden insanlara bakıyor.
    yüzlerce kişi var ortamda.
    el sallıyorum, fark etsin istiyorum, garsona el kaldırırsınız da görmeyince kafayı kaşırsınız ya öyle.
    sonra nasılsa fark etti beni, gözgöze geldik, gülümsedi, el salladı o da.
    feyyaz'ı zaten severdim.o günden beri daha da sevdim.hem o metin'in yerine olsaydı asla azarlamaz, kibar feyzo gibi gülümserdi bize.

    ünlü olmak hakikaten çok zor ve ilginç. adam (metin) 25 sene önce birine atar yapmış. belki o gün canı çok sıkkındı, belki o gün çok kötü bir haber almıştı.bilemeyiz ama karşı taraf hala unutmamış o azarlar tavrı.
    diğer yandan diğer adam, kalabalıkta birini fark etmiş ve el sallamış.sorsan hatırlar mı? ama 25 sene sonra o selam hiç unutulmamış.

  • "sahnede eğer bir silah varsa mutlaka patlar." bunu hepimiz biliyoruz.

    gülse birsel de bunu o kadar göstere göstere, gözümüze soka soka yapıyor ki, bir sonraki sahnede ne olacağını anlamak hiç de zor olmuyor.. hatta ne olacağını çözdüğümüz için devamını izlemesi ziyadesiyle sıkıcı geliyor.

    misal;
    orçun, eylem'e içirmeyi düşündüğü kızları coşturduğu söylenen içkiyi cebinden çıkarıyor, eylem'e sesleniyor. birden annesi gelince, o elinde dursa bile görünmeyecek küçücük şişeyi panikle baharatların arasına atıveriyor. (ki cebine geri koyması daha kolay bir hamle olabilirken)

    hee bu demek oluyor ki, onu oradan alamayacak ve annesi onu yemeklere koyacak.

    peki yanıldık mı? hayır? aynen düşündüğümüz gibi de oldu.

    bu kadar mı? tabi ki değil..

    emir hasta yatıyor. rıza'nın deniz'e hediye ettiği orkideden oldukça rahatsız. çiçeğin ortamki oksijeni aldığını ve bu yüzden rahat nefes alamadığını söylüyor. çaktırmadan, deniz görmeden çiçeği terasa koymak için hızlıca çiçeği kapıp terasa çıkıyor. çiçeği masanın üzerine koyuyor. sonra da ne alakaysa çiçeği sulamaya kalkıyor. (çiçeği koy içeri gir, çiçek sulamak da neyin nesi) derken deniz'in sesi duyuluyor. panik yapan emir elindeki suyu nereye koyacağını bilemezken su yere dökülüyor ve koşarak içeri giriyor.

    hee, yere su döküldüğüne göre biri bu suya basıp düşecek.

    bi'şeyler bi'şeyler oluyor, diş ağrısı çeken bora terasa çıkıyor. "heh! suya basıp, kayıp düşecek kişi de geldi" diyoruz hepimiz.

    neden bora? çünkü tüm uğraşlara rağmen dişi çekilemedi, ayağı kayıp düşsün ki, diş kendiliğinden çıksın.

    eee yanıldık mı, hayır!

    çünkü gülse birsel, bir sonraki sahnede ne olacağını şıp diye çözmemizi sağlayacak basit oyunlar kurguluyor. ve bu da bildiğimiz, sevdiğimiz gülse birsel'e hiç yakışmıyor. kendisinden daha yaratıcı kurgular bekleyen bizleri hayal kırıklığına uğratıyor.

    şahsen ben uğruyorum.

  • 2005 yılında o zamana göre baya kallavi bir para ödeyerek sahip olduğum telefon. internetten indirdiğim polifonik melodilerle ve mp3'lerle manyak etmiştim cihazı. bir arkadaşımın 'insan bir telefondan daha fazla ne bekleyebilir ki, bence telefonda gelinen son nokta budur, daha başka bir şey ekleyemezler' demesiyle koltuklarımı kabartmıştı vakti zamanında. dönemine göre büyük bir ekranı, son derece kullanışlı bir joysticki vardı. o joystickle ne oyunlar oynamış ne işler başarmıştık. çevredeki birinde aynı telefondan görünce hemen temaydı, duvar kağıdıydı, melodiydi, videoydu elinde ne varsa bluetooth aracılığıyla toplardık. güzel aletti vesselam.

  • bankadaki kiralık kasanın parası ödeniyorsa teknik olarak aranıp sorulmaya devam ediliyor demektir. çünkü ödenen kasa parası, kasa içerisindeki her ne ise saklamaya devam etme yönünde bir irade açıklamasıdır aynı zamanda.

    ne yani düğün altınlarım oradaysa düzenli aralıklarla gidip onları sevip okşamalı mıyım?

  • kim milyoner olmak ister yarışmasını izliyoruz, kişisel gelişim kitapları ile ilgili bir soru soruluyor. eşime;

    - ben de bir kişisel gelişim kitabı yazsam. diyorum. adını da "dipten zirveye" koyarım

    - yaz tabi, ikinci isim olarak da "hiç görmediğim yerler" dersin.

    - dip mi?

    - zirve!

    - kırıcısın

  • babanın inşaat işçisi olması, babanın inşaat işçisi olması demektir.

    emekçidir. ayakkabı kutusunda yalnızca ayakkabı vardır. alnı aktır.