hesabın var mı? giriş yap

  • hayatında yaşadığı ilk ve büyük depremde* ne olduğunu anladığı anda olurda ev yıkılırsa diye gelip bana hiç düşünmeden bedenini siper etmeye çalışmış, beni gecenin bir yarısında hüngür hüngür ağlatmış kadın.
    bir gün beni bırakıvermesinden delicesine korktuğum, canımdan öte olmasına rağmen bunu asla gösteremediğim kutsal varlık.
    fedakarlığın, sadakatin, hoşgörünün, karşılık beklemeden sevmenin tanımı, örneği. varoluş, direniş sebebim.

  • sık sık yaşadığımız durum. neyse ki buzdolabının kapısını açar açmaz bizim evlat girdiği delikten çıkıp göbeğini sürüye sürüye yanımızda bitiyor.

    tatile çıkarken eve gelip bizimkine refakat edecek arkadaşa konuyla alakalı bir not bırakmayı da ihmal etmedik: http://imgur.com/da4cfjf

  • ishal için doktora giderseniz salgın var der. bu benim bildiğim kadarıyla 30 yıldır böyle. hep ishal salgını var ama sıça sıça bitiremedik şunu bir türlü.

  • osmanlı tarihinde enteresan bir idam şekli daha vardı. tam olarak idam değil de ölüm yarışı gibi bir şey. üst düzey bir devlet görevlisi idama mahkum edildiyse olay bambaşka yerlere gidebiliyordu.

    idamına karar verilen kişi kıymetli biriyse son bir şans olarak yarışa tabi olurdu. kurban ile cellat (bkz: bostancıbaşı) yarış yapardı. topkapı'dan başlayan yarış kumkapı'da sona ererdi. eğer kurban yarışı kazanırsa koşulsuz istanbul'u terk etmesine izin verilirdi. cellat kazanırsa, kurban koşa koşa geldiği yerde cellatın kendini beklediğini görür, bundan sonrası celladın insafına kalırdı.

    cellat elinde bir bardak şerbet beklerdi kurbanı. beyaz bir şerbet ikram ederse kurbanın canını bağışladı demekti. kurban içer ve terk ederdi istanbul'u. yok eğer kırmızı şerbetse idam kararı kesinleşti demekti. öldürür ve denize atardı.

    "osmanlı'da idam teknikleri kan gibi kırmızı şerbetle yazılmıştı"

    burada biraz bahsediliyor:

    https://www.smithsonianmag.com/…ath-race-164064882/

    "osmanlı kayıtları, ölümcül geleneğin 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar sürdüğünü gösteriyor. ölüm kalım koşusunu kazanarak boynunu kurtaran son adam, kasım 1822'de sadrazam hacı salih paşa'ydı. ceza aldı, ancak yarışını kazandığı için o kadar saygı gördü ki, şam eyaletinin genel valisi olarak yükselişe devam etti"

  • marketlerde satılan şu 32'lik falan kocaman paketli tuvalet kağıtları var, onları satın alamıyorum. sanki her gören "oha lan, o nasıl bir sıçmak öyle" diye düşünecekmiş gibime geliyor, utanıyorum. ikililerden alıp çıkıyorum.

  • benim lan bu. evet ezikliğini hissediyorum.

    lisenin son senesindeyken babam iflasın eşiğine gelmişti. bırak beni bir üniversitede okutmayı, ki özel üniversiteden falan bahsetmiyorum bildiğin devlet üniversitesi, içine düştüğü borç batağından kurtulmak için ek gelire ihtiyaç duyuyordu. ben de bu durumda çalışmak zorunda olduğum için gidemedim üniversiteye. çalışırken açıköğretime kaydoldum. bu süreçte babam iflas etti ve ailenin bütün maddi yükü benim üstüme kaldı. yaklaşık iki sene sonra annem hastalandı. hayatımda bir kez bile hasta yattığını görmediğim annem yataklara düştü, akciğer kanseri dediler.

    işten arda kalan zamanlarda hastanelerde koşuşturdum. bir yandan tedavi masrafları, bir yandan evin masrafları derken fazla geldi, yetemedim. ilk kredimi çektim. malesef çok dayanamadı annem, 9 ay yaşatabildik. annem üniversite mezunu olduğumu görmeyi çok isterdi, göremedi.

    bitirdim açıköğretimi. diplomasını alınca mezarlığa koştum anneme gösterdim. o bilmez açıköğretim falan, diploma işte, üniversite diploması. sevinmiştir.

    kampüs havası solumadım, yurtta öğrenci evinde falan kalmadım, kettle'da makarna yapmadım amk. sizin kadar eğitim almadım ama açıköğretimde okurken çok şey öğrendim.

    mutlu musunuz lan şimdi?