hesabın var mı? giriş yap

  • binlerce yıldır kimsenin söylemedigi gerçek. ama ben bu oyunu bozdum tabi. neticede insan ömrü taş çatlasa 120 yıl filan. artık birileri bunu anlamali. çok basit.

  • aborijinler yeryüzündeki her şeyin bir ruhu olduğunu ve bunların dünyaya yarar sağlamak için var olduklarına inanırlar.

    aborijinler doğaya o kadar saygılıdırlar ki, sadece ayakta kalmalarına yetecek kadarıyla yetinirler. bitkilerin tümünü koparmaz, bir kısmı toprakta bırakarak yeniden yetişmesini sağlarlar. hayvanları yettiği kadar avlarlar, onlara zarar verecek bir şey yapmazlar. hatta bazıları gömülmek istemezler, böylece hayvanlar tarafından yenerek ve toprağa karışarak doğadan aldıklarını ona bu şekilde vereceğini düşünürler.

    sinekler hakkında bile şöyle düşünüyorlar: onlar, kulaklarımızın içine dolarlar çünkü her gece uyurken kulaklarımıza dolan kumu ve kiri temizlerler. bizlerin harika bir işitme yeteneğine sahip olduğumuzu görebiliyor musun? evet, onlar burnumuza da girerler ve orayı da temizlerler. … önümüzdeki günlerde hava daha da sıcak olacak ve burnun temizlenmezse, daha çok rahatsız olacaksın. sıcaklar dayanılmaz olunca hava alabilmek için ağzını açmak zorunda kalacaksın. … bak bizim tenimiz ne kadar yumuşak … sadece yürüdüğü için teninin rengi değişen bir insan görmemiştik. … biz, kimsenin derisini bir yılan gibi kuma bıraktığını görmedik. senin teninin sinekler tarafından temizlenmeye gereksinmesi var ve günün birinde sineklerin yumurtladığı yere geldiğimizde, yemeğimizi de onlar sağlayacaklar.*

    "insanlar hoşlarına gitmeyen her şeyi anlamaya çalışmaktansa yok etme yoluna gitselerdi varolmazlardı." diyor aborijinler. bir şeyleri değiştirme çabasında değiller, hiçbir şeyi de eleştirmiyorlar. yalnızca kabul ediyorlar. oysa biz her şeye karşı geliyor, hiçbir şeyden memnun olmuyor ve çevremizdeki her şeyi -hatta insanları bile- değiştirmeye çalışıyoruz. çünkü o kadar benciliz ki kendi çıkarlarımız için yaşıyoruz. mutlu olduğumuz zaman başkalarının ne halde olduklarını düşünmüyoruz. bununla kalmıyor, hiçbir şey için –herhangi birine- şükretmiyoruz. aborijinler ise karşılarına çıkan her şeyde doğaya teşekkür ediyorlar.

    kimseyle yarışmayı da sevmiyorlar; "birisi kazanınca diğerleri kaybeder. bunun nesi eğlenceli ki? oyunlar eğlenmek içindir. neden insanları böyle bir deneyime tabi tutup, sonra da tek bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz?" diyorlar . en küçük bir örnekle insan tuttuğu takım uğruna her şeyi göze alabiliyor. daha iyi yerlere gelebilmek için başkalarının hayatlarıyla oynayabiliyorlar; hile, rüşvet gibi yollara başvurabiliyorlar. hatta hiç düşünmeden başkalarının canını alabiliyorlar. rekabet çağındayız ve bu çağdan asla kurtulamayacağız. her şey böyle otomatik bir şekilde, duygusuz insanlar eşliğinde devam edecek ve bitecek. biz farkında olmadan yaşamımız elerimizden akıp gidecek.

    "insanların yaşamında pasta kreması diye bir şey var. bu, onların varoluşlarının tüm dakikalarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş lezzetli, hoş görünüşlü tasarılar yapmakla geçirdikleri ve yaşamlarının pek az zamanının sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere ayırdığının bir kanıtı bizce." diyorlar aborijinler.

    onların inancına göre maddesel nesneler korkuya yol açar. insanlar ne kadar çok mala sahipse o kadar çok korkarlar. ve olasılıkla sadece bu nesneler için yaşarlar.

    herkesin bir görevi var aborijinlere göre. bazıları insanlara şifa vermek için, bazıları alet yapmak için, bazıları ise sır tutmak için dünyaya gelir ve yaşamı boyunca bu görevi yerine getirmeye çalışır. biz ise başkalarının önüne geçmek için yaşıyoruz. çünkü bunu mutluluğun tek yolu olarak görüyoruz.

    bilim adamlarına göre avustralya’da elli bin yıldır insanlar yaşamakta. elli bin yıl sonra ormanları yok etmemiş, suları kirletmemiş, canlı türlerinin soyunu kurutmamış, hiçbir türlü zehirlenmeye yol açmamış olmaları ve bununla birlikte her zaman bolca yiyecek ve korunak bulmuş olmaları gerçekten şaşırtıcıdır.

    *

  • cevabı benim için net (bkz: çalışmam) olan soru cümlesi. resim yaparım, bol bol kitap okurum, basketbol oynarım, kamp yaparım, trekking yaparım, hiking yaparım daha bir dünya hobime bir dünya zaman ayırırım ama asla çalışmam.

    hiçbir şey yapmıyorsam 365 gün yatarım ama yine çalışmam.

  • o zamanlar anlayamamıştım ama simdi düşünce yapını çok iyi biliyorum. küçücük beyinlerdi sana emanet edilen. insanları sınıflandırdın, bir kısmını aşağıladın. derse gelince de pek iyi olduğun söylenemez. hala 4 işlem yaparken zorlanıyorum sayende. karşıma çıkmasan iyi edersin.

  • hüzünlü edit: maalesef bugün aramızdan ayrılmış manager oyunlarının içinden çıkan gerçek efsane. gerçek hayatta kariyer başarısı yakalayamadın belki ama bize sanal ortamda yaşattığın mutluluklarla hiç ama hiç unutulmayacaksın...

    tüm zamanların bilgisayar oyunlarındaki yaşayan efsanesinin bugün doğum günü.

    championship manager 01/02 oyununun baş kahramanı belaruslu bugün 37 yaşında. hani bir deyiş vardır, "zaman mı adamı yaratır yoksa adam mı zamanı?" diye. tsigalko'yu bu deyişten çekip çıkartan, ona belki de hayatının dokunuşunu gerçekleştiren, oyundaki belaruslu oyuncuların potansiyellerini belirleyen antonio poutillo şöyle söylüyor:

    "o zamanlar gençtim ve belarus’taki futbolun geleceği olduğunu düşünüyordum. oyuncuların yeteneklerini belirlerken koyabileceğiniz puanlamalara sınır yoktu. tsigalko’yu çok sevmiştim. hızlı, golü koklayan birisiydi. üst düzey bir oyuncu olmak için ihtiyaç duyulan her şeye sahipti. aynı zamanda izlediğim milli maçta ondan çok etkilendim ve bu yüzden itibar puanını yüksek koydum. oyun piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra forumlarda hakkında konuşmalar başladı. onu çok düşük ücretlerle alabiliyordunuz ve her maç gol atma garantisi vardı"

    gerçekten de öyleydi. tsigalko'nun bir sezonda 80-90 gol istatistiklerini bizzat kendim deneyimledim. tabi oyunu oynayanlar hep ileride gerçek hayatta bir yıldız olacak temennisinde olsalar da hiçbir zaman oyundaki popülaritesinin yanından dahi geçemedi. hatta 26 yaşında yaşadığı sakatlıktan dolayı futbol hayatı sona erdi.

  • yüksek ötv ve kdv yüzünden gerçekleşen durumu sorgulayan bir amerikalının sorusudur. türkiye'nin yüksek ötv uygulamasının iki amacı vardır:

    1. cari açığı azaltmak
    türkiye ne yazık ki katma değeri düşük üretim yapan bir ülke. buna rağmen ürettiğinden fazla tüketim yapıyor. bu fark borçlanma ile sağlansa da uzun vadede bunu sağlamak kolay değil. büyük motorlu araçlara veya lüks araçlara ötv uygulamanın aşağıdaki etkileri olur:
    i. lüks araç ithalatını azaltır
    ii. lüks araçların pahalı yedek parça ithalatını azaltır
    iii. bu araçların yakıt tüketimi fazladır. petrol veya işlenmiş akaryakıt ithalatını azaltır.

    2. devlete gelir
    devlet daha adil olan beyana dayalı dolaysız vergileri (gelir vergisi, kurumlar vergisi) toplayamadığı için tüketimi zorunlu olan ürünler üzerine ağır vergi koyarak bütçesini tamamlıyor. mahallenizdeki kuyumcunun vergi tabelasında belirttiği rakam alt gelirli bir ofis çalışanından daha azdır. işte o kuyumcudan vergiyi, kuyumcunun mercedesi üzerinden alabiliyor.

    cari açık olmasa da petrol üretimi olmayan gelişmiş avrupa ülkelerinde bile ufak tefek arabaların dolaşmasının sebebi ilk maddeyle alakalıdır. ikinci madde ise sosyal devletle de alakası olmayan bir clio'nun 200 bin lira üzerinde olmasını sağlayan bir acımasızlıktır. en azından yakıt tüketimi verimli ve yedek parça maliyeti az olan araçlarda ötv'nin düşürülmesinin doğru olduğunu düşünüyorum.

  • mevzu kendi hayatları olunca ne kadar da anlayışlı talepkarlar. ulan sen subay eşlerine söylediklerini ne çabuk unuttun terbiyesiz