hesabın var mı? giriş yap

  • yıllarca "lider sultası", "parti içi demokrasi" kavramını ağzına sakız edenlerin nedense tek bir olumlu yorumla bile bahsetmediği seçim. eksikler olabilir, düzeltilmesi gereken hususlar olabilir. bu tecrübeden sonra bir dahaki seçimde daha da iyisi yapılır.

    kimse kusura bakmasın da türkiye'nin mevcut şartlarında, bunu takdir etmeyen aydın, demokrat falan değildir.

    tahminlere göre meclise girecek chp milletvekilerinin yaklaşık yüzde 80'i önseçimlerde gelmişlerden oluşacak.

    bu ne demek biliyor musunuz? seçilmek için, yerinde kalabilmek için genel başkana, parti üst yönetimine yalakalık yapmak zorunda kalmayacak milletvekilleri. ilk başta chp üyelerine yani halka karşı sorumlu olacaklar.

    işte bunu yapan adam da kendine güvenen ve gerçek bir demokratlık örneği gösteren kemal kılıçdaroğlu'dur.

  • savulun, liste yaptim:

    -denizde ufuk cizgisinin arkasinda selale var ve deniz oradan asagi dokuluyor sanirdim.

    -dunya'nin bir kure seklinde oldugunu biliyordum ama bizim kurenin uzerinde degil de ic katmanlarinda yasadigimizi saniyordum.

    -dunya'da sadece 2 ulke oldugunu saniyordum: turkiye ve abd. zira televizyonda ya turk filmi oynardi ya amerikan filmi oynardi.

    -dunya'da sadece muslumanlar ve hiristiyanlarin oldugunu saniyordum. muslumanlar'in "allah'a" hiristiyanlar'in "tanri'ya" inandigini ve bulutlarin uzerinde allah ile tanri'nin surekli gurestigini, kah birinin kah otekinin galip geldigini saniyordum. tabi ki iki tanri da voltran seklindeydi.

    -ezan okundugunda dunya'da olmus tum ruhlarin bir yerde toplandigini ("summon edilme" seklinde) saniyordum. hatta ezandaki "hayalel selah" bolumunu "hayalet ol sen gel" seklinde saniyordum. yani ezan gunde 5 vakit gerceklesen bir ruh cagirma seansiydi bana gore.

    -solucanlarin yavru yilan oldugunu, buyuyunce tam yilana donustugunu saniyordum.

    -ali kirca'yi levent kirca'nin kardesi saniyordum.

    -sadece yaz mevsiminde antalya'ya gittigimiz icin antalya'da mevsimin surekli yaz oldugunu saniyordum. bir kere ekim ayinda gitmistik ve havayi yagmurlu gorunce resmen kultur soku yasamistim. antalya'da ilk kez yagmur gorunce ufkum genislemisti.

    -degisik dillerin harflerin farkli kodlanmasi seklinde oldugunu saniyordum. mesela turkce'deki "a" harfi ingilizce'de "e" seklinde. yani sadece harflerin yerlerini degistirerek yeni diller uretildigini saniyordum. bu durumda bir dilin alfabesini ogrenince o dili ogrenmis oluyordunuz. keske o kadar kolay olsa.

    -4-5 yaslarindayken fenerbahce, galatasaray gibi takimlarda oynayan futbolcularin 13-14 yaslarindaki gencler oldugunu saniyordum. o zamanlar 13-14 yas gozume ne kadar buyuk gozuktuyse artik.

    -filmlerde olenlerin gercekten oldugunu saniyordum. hatta cesitli filmlerde olen aktorler icin "adama bak ne kadar fedakar, coluk cocuguna para kalsin diye gonullu olarak olmeyi kabul etmis" diye bakiyordum.

    -omrumun ilk yillari izmir-istanbul-antalya ucgeninde gectigi icin turkiye'yi bu uc sehirden ibaret saniyordum.

    -temel reis'in (popeye) turk yapimi bir cizgi film oldugunu saniyordum.

    -ulkedeki tum koylerde kibar feyzo'daki maho aga gibi bir aganin oldugunu, hatta koyleri resmi olarak agalarin yonettigini saniyordum. ilkokulda hoca yerlesim birimlerinden bahsederken "koyleri muhtarlar yonetir" dediginde "aga yonetmez mi?" demistim, hocayi guldurmustum. ha bir de memlekette her evlenen mutlaka baslik parasi oduyor saniyordum.

    -futbolda turnuvalarda nasil mac berabere biterse penaltilara gidiliyorsa basketbolda da ayni sekilde serbest atislara gidiliyor saniyordum. hayatimda ilk kez bir basketbol maci uzatmalara gidince heyecanlanmistim ama serbest atislara gecilmedigini gorunce hayalkirikligi yasamistim.

    -yaser arafat'i metin akpinar saniyordum.

    -can dundar ve mithat bereket'i kardes, ikisinin babasini da mehmet ali birand saniyordum.

    -1994 dunya kupasinda turkiye ile abd arasindaki saat farki yuzunden maclar abd'de gunduz oynansa da turkiye'de gece saatinde yayinlaniyordu. ben de maclari izlerken "vay be amerika'da ne teknoloji var, adamlar gece vakti stadyumu gunduz gibi aydinlatmislar" diyordum.

    -ay'in nasil olup da surekli sekil degistirdigini merak ederdim ve kendi kafama gore bir teori uretmistim. bu teoriye gore ay normalde yuvarlakti ama arada sirada meteorlar veya diger gok cisimleri tarafindan vurulup olusan darbe sonucu bir parcasini kaybediyordu. bir sure sonra da kesilen tirnak nasil uzuyorsa ay da bir sekilde eski haline geliyordu. sonradan olayin basit bir isik/golge oyunu oldugunu ogrendigimde epeyce hayalkirikligi yasamistim cunku benim teorim daha eglenceliydi.

    -halit kivanc ve cenk koray'i kardes saniyordum. ayni zamanda kemal sunal ile halit akcatepe'nin de kardes oldugunu dusunuyordum. munir ozkul ile adile nasit'in evli oldugunu saniyordum.

    -street fighter'daki ken, ryu, guile gibi karakterlerin gercekten de yasadigini ve ayni oyundaki gibi kendi aralarinda surekli dovustugunu saniyordum.

    -asilarak idam edilmenin kurbanlik hayvan gibi kancayla sirttan asilma seklinde gerceklestigini saniyordum. ilk kez boyundan iple asilma oldugunu ogrendigimde de olumun kafanin kopmasi seklinde gerceklestigini sanmaya baslamistim.

    -susam sokagi gibi kuklali programlarda kuklalarin icinde insan var saniyordum. kisaca kuklalarin uzaktan iplerle degil de kostum seklinde giyilerek hareket ettirildigini saniyordum.

    -futbol musabakalarinda futbolcular aralarinda hic konusmuyor saniyordum. ceza sebebiyle seyircisiz bir mac gordugumde, oyuncularin kendi aralarinda ne kadar konustugunu gorunce saskinligimi gizleyememistim.

    -kibris turkiye'nin bir parcasi saniyordum.

    -fatih sultan mehmed koprusunu fatih sultan mehmed insa ettirdi saniyordum.

    -tansu ciller'i suleyman demirel'in kizi, mesut yilmaz'i da turgut ozal'in oglu saniyordum.

    -kirmizi baslikli kiz, kulkedisi gibi bir cok masalin turkiye'de gectigini saniyordum.

    -mahmut hekimoglu'nu ferdi tayfur'un abisi saniyordum.

    -ali uyanik karakterini ferhan sensoy canlandiriyor saniyordum.

    -o zamanlar naim suleymanoglu, hamza yerlikaya gibi surekli olimpiyatlarda madalya kazanan atletlerimiz oldugu icin ulkecek olimpiyatlari domine ettigimizi saniyordum. sonradan ulke olarak olimpiyatlarda pek sesimizin solugumuzun cikmadigini ogrenince epeyce hayalkirikligi yasamistim.

  • son durak derken mecidiyeköy-bakırköy hattındaki son duraklardan bahsetmiyorum şüphesiz. misal taksim-hürriyet mahallesi hattı olabilir, yani bu hattaki merkezi değil de çevredeki durak (merkez-çevre ilişkisine de bir atıf yapmış olum gördüğünüz üzre, ne çakalım) ne diyorduk, eğer o mahalleden değilseniz enterasan bir deneyimdir. durakta üç kişi filan beklersiniz misal, otobüs gelsin diye. ya da gittiğinizde otobüs vardır ama öyle kendi halinde parketmiş duruyordur. anlarsınız, o otobüse bineceksiniz. duraktaki küçük kulübede şoför otururur tek başına. ya da bir iett görevlisi daha olur en fazla. neyse şoför bakar ki durak ufaktan kalabalıklaştı, kalkar kapıyı açar, millet üşümesin otursun diye sonra yine kulübeye döner hat saatini bekler. sonra kulübede sıkılır mı artık ne olursa, yine kalkar, şoför koltuğuna oturur, orada bekler kalkış saatini. o ara şoförle önlerde oturan mahalleli iki üç kişi arasında küçük bir sohbet döner, bu ne soğuk gibilerinden. şoför baya dost canlısıdır bu aşamada. durup durup ara gaz verir, otobüsün kapısına gelip "ne zaman kalkacak, bilet alıp geleyim" diyenlerle söyleşir. bu arada kapısı açık bekleyen otobüste oturan üç beş kişi bu sefer kendi aralarında bir sohbete başlar, küçük bir kasaba garı havası oluşur. neyse efenim sonra kalkar otobüs, durklardan yolcu ala ala. osmanbey'e geldiğimizde otobüs tıklım tıklım olmuştur. yolcular artık birbirini tanımamaktadır, şoför asabileşmiştir, sanki kasabadan büyük şehre gelinmiştir on dakikada. "aynı otobüs mü lan bu?" diye düşünmeden edemez insan arkalarda bir yerde otururken.