hesabın var mı? giriş yap

  • aslında ismi travma sonrası stres bozukluğudur.tssb şeklinde kısaltılabilir.dsm-4'te post traumatic stress disorder olarak geçer(ptsd). tecavüz, işkence, doğal afetler gibi travmatik yaşantılar sonucunda ortaya çıkabilir, kişinin başa çıkma mekanizmalarına bağlı olarak çıkmayabilir de. olayı yaşamadan sadece izleyerek deneyimlemek de bu bozukluğa sebep olabilir. flashbackler,olayın tekrar tekrar hatırlanması,olayın yaşandığı yerden ya da benzerlerinden kaçınma,olayı anımsayamama ve geleceğe dair olumsuz beklentiler gibi semptomları vardır. özellikle tecavüz travmasının çözümlenmesi çok zordur. olaydan yıllar sonra belirtiler başlayabilir her ne kadar unutmak en iyi yöntemmiş gibi görünse ve sık sık bastırmaya gidilse de travmanın tamamen hatırlanması iyileşmenin başlangıcıdır.

  • ironi filan herhalde.

    bilmeyen için:
    keloğlan şamanik türk/altay inancından gelme bir mitolojik hikaye. yani keloğlan doğduğunda müslümanlık daha dedesinin portakalında vitaminken, masonluk ise bizim şimdisi ile galaksinin öbür ucundaki bir sistemde kolonileşeceğimiz tarih arasındaki farkın dengi bir uzak geleceğe tekabül ediyordu.

  • her şey bir '' vur ulan '' çığlığıyla başladı.

    ne zamandır üst komşunun evinden gelen anakronik sesleri dinler, halla halla deyip geçerdim. mesela bir keresinde evden kutsi bağırıyordu '' aynadaki yüzünün karşılığı benim '' diye. dedim bu modası geçince dinlenecek bi şarkı mı yav? üstünde durmayıp geçtim. sonra bir keresinde nuri bilge'nin üç maymun'la ödül almasına sevindiklerine şahit oldum. yeni haberleri olduysa demek dedim. ama geçen akşam bir şeylerin ters gittiğinden o '' vur ulan '' cümlesiyle emin oldum.

    hiç kısık olmayan tv'lerinin sesinden anladığım kadarıyla maç vardı. hemde milli maç. benim niye haberim yok diye araştırıyorum, ne sözlüklerde döşeyeceğimiz bir borudan bahsediliyor, ne de başka bir yerde herhangi bir bilgi var. sesler yükseldikçe bunun şu meşhur türkiye-çek cumhuriyeti maçı olduğunu anladım. önce nostalji yapıyorlar herhalde zannettim her zamanki iyi niyetimle. ama bir nostalji için çok fazla heyecan vardı yukarıda. sonuçta nostalji dediğin muazzez ersoy sakinliğinde yaşanan bir şeydir. iyice dikkatimi çekmeye başladı durum. seslerini dikkatle dinliyorum. goller oldukça çılgınlar gibi seviniyorlar. ya sonucu bilinen bir maç için bu neyin coşkusu derken o dakika geldi. evet nihat'ın attığı süper golün dakikası. '' vur ulan '' çığlığını duydum. sonra yine büyük bir coşkuyla golü kutlama. bu sadece bir nostalji merakı olamazdı. bir golü canlı izlemeyen bir adam futbolcuya '' vur ulan '' demezdi, diyemezdi.

    daha fazla dayanamayıp maç bitince yukarı çıktım. fazla internet şifreniz varsa alabilir miyim deyip etrafı bi kolaçan edecektim. kapıyı vur ulan diye bağıran evin babası açtı. beni görünce '' ne çaktık ama beee '' deyip sarıldı. hala şaşkın şaşkın bakınırken adam '' kusura bakma olum, ülkenin hali perişan, bir maçla kendimizden geçiyoruz biz de işte '' dedi. diyecek daha iyi bir şeyim olmadığı için '' nasıl perişan '' diyebildim. '' görmüyor musun ergenekon filan başlattılar bunlar, memleketi bitirecekler. sattı ülkeyi amerika'ya, içini boşlatıyor şimdi de. bizimde elimizden hiçbir şey gelmiyor. kahroluyorum, çocuğum kahr. maç filan işte... '' amca bi saniye dedim. bi saniye ya ne demek ülkeyi sattı, ergenekon filan? ergenekon kız çıktı, haberin yok mu? noluyor lan burada? derken aralık kapıdan duvarda asılı duran takvime ilişti gözüm. yıl büyük harflerle yazdığı için sadece onu seçebildim; 2008. büyük bir hasssiktirle birlikte merdivenlerden koşmaya başladım. aşağı indim kapıyı kilitledim. tarihe saate baktım. vatsap uyarı hatası filanda vermiyordu. arkadaşları filan arayıp benim doğru zamanda olup olmadığıma baktım.

    emin olunca rahatlasam da bu insanları içlerinde bulundukları o durumdan nasıl çıkaracağım konusunda hiçbir fikrim yok. olayın üstünden bir hafta geçti hala bir fikrim yok. korkuyorum yakında tencere tava çalmaya başlayacaklar ve herkes durumu fark edecek diye. apartmanı karantinaya alıp ilaçlamazlar bizi inşallah.

    debe editi; selam, yine ben. yakında dizi gibi haftada bir bölüm yayınlanacak olağanüstü bir ekşi sözlük hikayesi olduğundan haberimiz var değil mi? peki tamam süper. heyecanla...

    ha bi de cemre buraları okuyorsan şey. eee. naber?

  • bugun gittik akademi sinemasina, biraz gecikmeyle, biletleri falan aldik, yergöstericiye verdik, herif yirtti, geçin istediiniz yere oturun bombos dedi, bizde girdik içeri, zifiri karanlık içersi, oturduk bi yere, arkadan bi ses:
    -çok isabetli seçim. dedi
    sinemadaki öbür iki kişinin önüne oturmuşuz...

  • o yaştaki çocuğun kendi iradesiyle türban taktığına inanan ve buna son derece normal diyen aktroll beyanı.

    edit: ayrıca o ''kapalı kız'' değil. o bir çocuk. bilinç altınızda ne tür pislikler dolaştığı çok açık ortada.

  • her şey bir friendfeed iletisi ile başladı. ne kadar dalga ne kadar gerçek olduğu bilinmez, birisi sözlükte yazılanlardan dolayı iki polisin kapısına dayandığını iddia ediyordu. önce olayın doğrulanmasına çalışıldı. evet olay doğruydu. sonra olayın niteliği anlaşılmaya çalışıldı. klasik olarak dini değerlere hakaret prim yapar mı hocu olayıydı. buraya kadar olay bilindik bir türkiye hikayesiydi, ekşi sözlük hikayesi değildi.

    sonuçta buraya üye olan herkes, asgari olarak okuma yazma biliyor demekti. yazdıklarından dolayı dava konusu olabileceğini ve sözlüğün kendisini legal planda savunmayacağını da biliyor olması gerekti. malum hukuk ilkesi yasayı bilmek mazeret sayılmaz ve bu bir ekşi sözlük yasasıydı. bireysel bir ihbar ve bununla bireysel olarak mücadele etmesi gereken yazarlar vardı.

    burada tek bir gariplik vardı. savcılık entryi silin dediğinde, yazara danışmadan kendi hukuk gücüne güvenerek hayır çekmeyi bilen site yönetimi, yazarın soruşturma konusu olmasında bahis görmezken, hatta reklamım olcak hafız diye avuç kaşırken, iş o yazara durumu bildirmeye gelince kanun boyle yalanına sığınıyordu.

    zaman geçtikçe hikaye garipleşmeye başladı. çünkü bireysel bir şikayet değil belli bir başlıkta yazan yazarlara toplu bir saldırı vardı. sözlük yazarlarının hiçbir haberi olmaksızın sadece sözlük yönetiminin bilgisi dahilinde, bu işlerdeki inatçılığıyla meşhur biri tek tek ihbarda bulunmuştu. yani olay yazan yazarların bireysel sorumluluğu değil sözlüğün kendisiydi. ama karşı taraf kurnazca davranarak sözlüğe yönelmiyor, yazarlar üzerinden dolanıyordu. ki sözlüğe yönelmesi halinde leoparı karşısına alacaktı. malum leopar ve zebra ekmek kapılarına yönelik en küçük bir riskte hemen ayaklanıveriyorlardı.

    aynı adresden aynı anda 100 istem gelse ddos saldırısı var diye alarma geçen sözlük yönetimi, aynı adresten peş peşe yazarlarına yönelen bu saldırının, bireysel olarak yazarlarına değil bizatihi kendi varlığına yöneldiğini görmüyor, görmek istemiyor ve hala aynı kavalı üflemeye devam ediyordu. hatta daha da korkakcası bunu o yazarlardan saklıyordu. çünkü o yazarlardan hiçbiri arkadaşları, eşi dostu filan değildi. öyle olsa malum alttan haber uçururlardı yoksa canım. onun yerine her zaman yaptıklarını yapıp peşlerine bir sürü fare takılmasını sağlayacak kaval nağmelerini üflemeye devam ediyorlardı.

    şimdi sayısı bilinmeyen, sözlük yönetimince yasalar böyle bahanesi ile kendilerine haber bile verilmeyen sözlük yazarları haklarındaki ihbara istinaden yapılacak işlemi bekliyor veya beklemiyor. sözlük yönetimi bu yol bir kere açıldığında ve duyulduğunda sözlüğün ağzına sıçılacağını anlamıyor bile. tek bildiğimiz aralarında ssg, kanzuk veya onların sevdiği birilerinin, yani yasaların işlemez hale gelmesini sağlayacak birilerinin olmadığı. ha leopar. onun başlığına yakında sakallı bir abi şu bakınızı verecek:

    (bkz: kuyruğunu tutmadan leopar böyle sikilir)

    benim onbinlerce sıradan sözlük yazarından biri olarak bu hikayeden kendi payıma çıkardığım şu: allahı kitabı tık olan ve kendilerini asgari esnaf ahlakından bile azade kıldıklarını cümle aleme ilan edenlerin tek bir fazla tık elde etmesini bile engellemek. olur ya tesadüfen biri bir konuda gugılda sörç yaparken entarime rastlar da siteyi tıklar diye silerim entarilerimi, canım yazmak isteyince yazarım, eğlenmek isteyince eğlenirim, sıfır katkı maksimum keyif. tıpkı as you like it.