hesabın var mı? giriş yap

  • polis, devlet değildir. polis memuru da devlet değildir.

    mevcut anayasa diyor ki (madde 6) halk, tek egemen güçtür ve bu yetkisini hükümet, meclis ve yargı yoluyla kullanır. yani devlet, halkın yetki kullandığı araçtır.

    polis ise, hükümete bağlı kolluk kuvvetidir. görevi ise egemenliğin asıl sahibi olan halkı suçlara karşı korumaktır. polis, halk adına hiçbir şey yapamaz, halk adına hükümet bir şey yapabilir, polis ise emirleri yerine getirir.

    bir polis, "ben devletim" diyorsa o devlet, polis devleti olmuştur. anayasanın ilgili maddesi ise fiilen gasp altındadır.

  • 5-6 yaşlarında iken [1992-93] yaşadığım ve hayatta garibanlık sebebiyle başıma gelen en acı olaylardan birini paylaşmak isterim.

    izmir'in küçük bir ilçesinde yaşayan 5 çocuklu fakir bir aileydik. babam iş bulunca çalışan ama beş çocuğa yetişeyemen bir badanacı [duvar boyacısı] ydı.
    elektriksiz, susuz farklı evlerde aralıklarla 7-8 sene kadar rezilce yaşadık. ailecek yoksulluğun ve muhtaçlığın her türlüsünü gördük. camiden, mezarlıktan su taşıdık, pazar bitimi ucuz sebze meyve almaya, toplamaya gittik. daha neler neler...

    neyse, bir yaz akşamı annem ve 5 kardeşimle parktan eve dönmüştük. koşup oynadık derken o kadar susamışım ki, eve girer girmez hemen koşup tahta dolabın içindeki bulduğum ilk şişeyi kafama diktim. zira evde buzdolabı bile yoktu.

    ansızın içime bir ateş düştü, boğazıma bir bıçak saplanmış gibi oldu. can acısından ve boğazımdaki yanmadan sesim bile çıkmadı, gözlerimden kanlı bir yaş gelmeye başladı, boğuk sesler çıkara çıkara köpürmeye başladım. meğer evde aydınlanmak için kullandığımız gaz yağı bitmiş, annem de bakkaldan gazyağını yeni alıp gelmiş ancak aceleyle evden çıkarkan ulaşamayacağımız bir yere koymayı unutmuş.
    içtiğim suya benzer sıvı gazyağıymış. gırtlağım ve ses tellerim oracıkta parçalandı...

    annem durumu farkedince çığlık çığlığa beni kucağına alıp büyük ablamla birlikte hastanaye koştu, taksi vs çevrede yok, arabalarsa tek tük geçiyor. yolda babama ve sarhoş bir arkadaşına rastladık, onlar da geri dönüyorlarmış. bu kez onlar da peşimize takıldı bir süre sonra acil servise vardık. ben olanı biteni fragmanlar halinde hatırlıyorum. acilde önce litrelerce suyla midemi yıkadılar, daha sonra yine belki bir litre kadar zeytinyağını mideme bastılar ve ambulansla behçet uz çocuk hastanesi'ne bizi sevk ettiler.

    birkaç gün hastanede yatmışım, uyandığımda babam ve ablamın çok acıktıkları, simit alacak kadar bile paraları olmadığı ve benim kurtulduğuma dair sevindirici haberi ilçedeki anneme verecek bir telefonu edemediklerine dair bir yürek burkan bir konuşmaya şahit oldum. ikisi de yoksulluktan canlarindan öyle bezmişlerdi ki ben ayılınca önce usul usul sonra da hüngür hüngür ağlamaya başladılar. zavallı annem kim bilir o iki gün zarfında ne hissetti, nasıl kendini teskin etti bilemiyorum.

    kendimi toparladıktan sonra hastaneye babamın bir senet imzalayıp bırakarak bizi çıkardığını, ilçeye giden dolmuşlara yalvar yakar veresiye binerek eve geldiğimizi hatırlıyorum. boğazım ve ses tellerim aylarca kendine gelemedi, konuşamadım. az buçuk sesler çıkarmaya başladığımda da sesim ergenlik çağına yeni girmiş akordsuz bir oğlan çocuğu gibi çıkıyordu. fakat katı gıdaları belki bir sene kadar rahatça çiğneyip yutamadım.

    sonraki yıllarda hayatı toparlamak ve ailemin güçsüzlüğüne inat güçlenmek için elimden geleni yaptım, babamın babası, ablalarımın abisi rolüne büründüm, küçük yaşta çalışmaya başladım. para, pul, itibar, kariyer vs hepsini tek tek söke söke kimsenin de hakkına girmeden çekip aldım. ailemi yoksulluk girdabından bir şekilde çıkardım.
    ramazan ayları başta olmak üzere büyüdüğüm semtlerde tıpkı bizim gibi yoksul ailelere elimden geldiğince son 8-10 senedir yardım etmeye çalışacak bir hale geldim.

    kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmazmış derler. soğuk su işi bende yıllar geçtikçe takıntıya dönüştü, o günden sonra asla ılık ve sıcak su içmedim, içemedim. yaz kış dolapta her daim soğuk su bulundurdum. beni yakından tanıyan evine gittiğim veya evime gelen herkes mutlaka soğuk su ikram etmeye yoksa da mutlaka ılık su dolu bardağın içine buz atıp getirmeye başladılar. zira kimseye açıklayamasam da o soğuk suyu içmezsem sanki yine içimin yanması başlayacakmış gibi hissediyorum...

    kıssadan hisse çevrenizde yardıma muhtaç birileri varsa mutlaka bir şeyler yapmaya çalışın, kimin hayatına nasıl dokunacağınızı bilemezsiniz...

  • kopeklerin icinde en akillisi, sereflisi, iyihuylusu, merti, durustu, tezcanlisi, cansiperanesi, insancanlisi, hossohbeti, dududillisi, dusuncelisi, efendisi, halden anlayani, kadir kiymet bileni, alcakgonullusu, ketumu, tutumlusu, seveceni, dosta guven dusmana korku salani, gozupeki, harbi delikanlisi, kotu gun dostu, eliacigi, aza tamah edeni, malda mulkte gozu olmayani, mutedeyyini, intizamlisi, titizi, iffetlisi, vakuru, nefsine hakim olani, harama uckur cozmeyeni, sikiagizlisi, esprilisi, iyiniyetlisi, hos guluslusu, hayirseveri, liderlik vasiflarina sahip olani, ne mutlu turkum diyene ruhuna bagli olanidir.

    bilen bilir, bbc de bir belgeselde gordum, john connor diye bir cocuk var. bu cocuga bir terminator musallat oluyor. insan tutuyorlar olmuyor, terminator tutuyorlar olmuyor, cocugu kim korumaya kollamaya kalksa telef oluyor. en sonunda bir cift kangal tutuyorlar, kangallardan birisi saldiran terminatoru onden oyalarken, digeri arkadan dolasip once gogus atarak devrelerini bozuyor, sonra da ustune sivi hidrojen dokup sey ediyor. terminator tabi hasat oluyor, tuzla buz.

    bizim de bir kangalimiz vardi, bir gun dara dustuk borca kefil lazim oldu. ese soruyoruz yok, dosta soruyoruz yan ciziyor, en sonunda kangal dedi ki "abi bana sormadiniz ama, yani gerekiyorsa ben sizin icin bos kagida bile imza atarim abi". ya ne gerek var, olur mu diyoruz, dinletemiyoruz. allem etti kallem etti, o imzayi atti, dahasi sivasta arazisini de guvence gosterdi. bizi bataktan kurtardi. sonra bir gece ciktik laleli de bir muzikhole gittik, oturduk yemekler, mezeler geldi, kangal yemiyor. abi dedik ne oldu bir sey mi var? dedi abi sen ye demeden hayatta yiyemem. aaa davetiye mi bekliyorsun dedim de oyle yedi.

    sonra bir ihale isine girdik, olaya mafyatik insanlar da girdi. dediler o ihaleden cekileceksiniz. o sirada bizim kangala baktim arkadan dolasiyor. o an anladim ki sirtina gogus atip belini kiracak, sonra da bogazlayacak. kas goz ettim, abi ne yapiyorsun, manasinda? hemen anladi, durdu. mafya hala vidi vidi ediyor, dedim siz en iyisi bir kangallaa gorusun. kangalla bunlar odaya girdiler, 15 dakika gecmedi, kol kola ciktilar mafyayala. kangal mafyayi ikna etmis, dahasi, bizim nicedir anitlara bagli oldugundan icki ruhsati sorunu cikaran bir dukkan vardi, o isi de arada halletmis. buna da komisyon teklif etmisler tarlabasindaki bir pavyondan, bu da ye demedigimden avantayi yiyememis.

    1 milyona yakin atasozu ve deyimi, 10 bine yakin matematik ve fizik formulunu, 20 bine yakin kelimeyi hafizasina alabildigi icin ne zaman bulmaca cozecek olsam kangallarima danisirim. kangallar bulmacayi gorduklerinde hmen ikiye ayrilirlar. birisi onden yatay satirlari doldururken, digeri arkadan dolasip bulmacanin beline gogus atar, sonra dikey satirlari doldurur. bitirdikleri bulmacanin da basinda oturup beklerler, eger ki bitmemis bu dersen oyle gunlerce dururlar.

    gunde iki bulgur tanesi ile yasayan kangallar, bayramlarda ve onemli gunlerde telefon acarlar, olmadi bir kart atarlar. sesleri cok guzeldir, sahane uzun hava okurlar. 8 oktav ses araliklari vardir. bbc de bir belgeselde gormustum, promyer gecesi alto, soprano, bas, bariton, tenor kim varsa zehirleniyor. ilk mudahaleyi kangallar yapip, opera sanatcilarinin midesini yikadiktan sonra "show must go on" diyerek sahne aliyorlar. ilk kangal onden soprano aryasini okurken, digeri arkadan dolasip kanon yaparak basso profundo tonlar arasinda dolasarak eslik ediyor. bu arada opera binasina dadanan bir kurtu da olduruyorlar ki, bunu sonra gabriel knight beast within isimli oyunda islediler.

    bu entryde zorlandigim yerlerde entryi kangallara devrettim, birisi onden girizgahi yazarken digeri arkadan dolasarak kangallar hakkinda gerekli materyali toplayip, pdf haline getirdi, sunumu da powerpointten yapti.

  • durumun ciddiyetinin farkında olmakla birlikte sinanoba' ya asla gelemeyecegi için kendimi asla tehlikede hissetmeyecegim grip. en fazla beylikdüzü' ne kadar gelebilir. 1 yildir surada oturuyorum toplam 2 arkadasim ziyaretime geldi, kalkip da kus gribi gelirse mevzu cikar.

  • bir evlendiricilik programında hanım teyzenin teki koca adayında aradığı özellikleri sıralamakta iken damat adayı amcalardan biri lafı yapıştırır;

    - doktor, mühendis bir bey istiyorum. şöyle olsun böyle olsun bidi bidi...
    - tramvay durağına gelmişsin metrobüs bekliyorsun!

  • konu mcdonalds'ın ürünlerinin sağlıklı olup olmaması değil. türkiye'de iş yapmanın sürdürmenin ve yeni yatırım yapmanın imkansız hale gelmesi.

  • edit: ne güzel cevaplar alıyorum. "ev sahibi rapor paylaşmıyorsa tutmayı nevi" gibi müthiş çözümler. gerçekten bu zekayla insanlar bu yaşa nasıl geliyor anlamak mümkün değil.

    arkadaşım ortada sınırlı sayıda ev ve kuyruk halinde kiracılar bekliyorken hangi ev sahibi sizinle rapor paylaşır veya bununla uğraşır? bana 1 tane örnek gösterin. veya da hangi ev sahibi "evin bedeli kadar tazminat ödenir" gibi bir maddeyi sözleşmeye koyabilir. siz hayatınızda sokağa çıkıp gerçek dünyayla karşılaştınız mı?

    devlet bu raporları kiracının da almasına izin vermediği, alınan raporların açık bir şekilde yayınlanmasını sağlamadığı müddetçe kiracılar tabut kiralayıp kiralamadığını bilmeyecek. çünkü hatayda da gördüğümüz üzere 2021 yılında yapılan ultra lüks rezidanslar bile yerlebir olabiliyor.

    -----

    türkiye cumhuriyeti'nin en büyük skandalıdır.

    oturduğunuz binanın raporu var mı, varsa ne zaman alınmış, ne sonuç çıkmış. bir kiracı olarak sorgulayamıyorsunuz.

    yetti mi?
    yetmedi.

    alt katınızda market var, indiniz baktınız, dairelerinizdeki kolonların devamı, markette yok. marketin kolonları kestiğinden şüpheleniyorsunuz. öyle ki; "yav bunun denetimi kaç paraysa ben vereyim parasını" diyorsunuz. ama o da ne; tapu sizin değilse veya tapu sahibi tarafından vekaletiniz yoksa bu denetim için birini gönderme hakkınız bile yok.

    oturduğunuz binada ölecek misiniz, kalacak mısınız hiçbir sorgulama hakkınız yok.

    bu nasıl bir saçmalıktır? kiracılar hayvan mı? kiracıların suçu günahı ne? ne idüğü belirsiz dairelerde yaşamak zorunda mıyız? alt katımızdaki marketi şikayet etme hakkımız bile bulunmuyor tapumuz yok diye.

    bu nasıl bir skandal. bu nasıl bir ülke?

  • dünyadaki dominant sinema kültürünün tedarikçisi ve yaratıcısı hollywood'dan bundan yaklaşık 27 sene önce çıkmış, klasik amerikan sinemasını dönüştüren, film endüstrisinin yıllar süren patinajını bitiren, 90'lar ve 2000'lerde çekilen bir çok başyapıtın gerçekleşmesinin öncülü olan, "devrimci bir başyapıt" övgüsünün muhtemelen de en çok yakıştığı film.

    1995 yılında gerçekleşen oscar ödül töreninde pulp fiction, aday olabileceği en önemli dallarda ödüle aday olabilmişti. peki hangi dallar oscar'da en önemlidir? hemen söyleyelim;
    bunlar kısaca 5 büyük olarak geçer; birincisi en iyi film, ikincisi en iyi yönetmen, üçüncüsü en iyi erkek, dördüncüsü en iyi kadın ve beşincisi de en iyi senaryodur. eğer herhangi bir film bu 5 ödülü almayı başarırsa, büyük 5'liyi aldı demektir ki, bu, yapılması en zor işlerden biridir. yani neredeyse hile yapmadan kazanmak imkansız gibidir. adeta mülayim sert'in poker masasına bir anda 5 ası vurması gibidir, bende de beş as var:)

    büyük beşliyi almayı başaran filmler elbette vardır ve izleyene olağanüstü sinema keyfi yaşatırlar. hatırladığım ilk örneği söyleyim; the silence of the lambs. 1991 tarihli muhteşem filme daha sonra başka bir entryde uzun uzun değineceğim. diğer iki örnek te; 1975 tarihli one flew over the cuckoo's nestve 1934 tarihli it happened one night tır. buradan anlaşılacağı üzere bu beş dalı almak çok zordur ve bu, neredeyse 30 yılda bir olan bir olaydır.

    peki pulp fiction büyük beşliye aday olabilmiş midir? aslında olabildiği kadar olmuştur. şöyle ki; filmde çok sahnesi olan ve filmin en iyi kadın oyuncu dalına aday çıkarabilecek bir yapısı olmadığından, sadece en iyi kadın kategorisine aday sokamamıştır. uma thurman, en iyi yardımcı kadın oyuncu kategorisinde aday olmuştur. filmin kendi yapısı gereği, herhangi bir kadın oyuncu başrolü, filmde bulunmamaktadır. pulp fiction diğer tüm önemli dallarda aday olmuş (toplam yedi adaylık) ve en iyi özgün senaryo dalında, henüz 32 yaşında olan yönetmen ve yazar quentin tarantino'ya ilk oscar'ını kazandırmıştır. ayrıca filmin aday olduğu "en iyi kurgu" dalını alamaması da küçük çaplı bir rezalettir. çünkü filmin belki de senaryo ve yönetmenlikten sonra en kuvvetli yanı kurgusudur.

    aynı sene, klasik amerikan sineması örneklerinden olan forrest gump ve the shawshank redemption gibi iki müthiş film daha yarışmıştır. o seneki şampiyon "forrest gump" olmuştur. çoğunluğun tahminine göre eğer forrest gump o sene yarışmıyor olsaydı, bu defa da galip "the shawshank redemption" olacaktı. yani pulp fiction yine klasik sinemaya yenilecekti. tabii bunu kesin olarak bilmemiz zor, belki de imkansız.

    akademi o sene pulp fiction'ın yaratmış olduğu etkiyi hemen fark edememiştir. çünkü kuruluşun reflekslerinin zayıf olması ve bazı üyelerin klasik sinemaya objektif bakamaması bu yolu açmıştır. halbuki 1994 yılında cannes film festivali'nde, pulp fiction altın palmiye'yi alarak, aslında oldukça zor gözüken bir şeyi başarmıştır. çünkü bilindiği üzere fransa ve cannes film festivali, amerikan film endüstrisine alternatif filmlere prim verir. cannes daha evrensel olup, tüm dünyadan seçkin örnekler bulmaya odaklanır. nuri bilge ceylan'ın da hiç oscar adaylığı bulunmayıp, cannes film festivali'nde bir çok ayrı filmle ödül aldığını ve jüri üyeliği de yaptığını biliyoruz.

    pulp fiction'ın böylesi bir değişim ortamında hakkını veren ana etmen, cannes jürisi ve avrupalı eleştirmenlerin de filmi yere göğe sığdıramamasıdır. new york ve diğer amerikalı eleştirmenler burada oldukça geç adım atmışlardır. pulp fiction'ın 1994 yılının ve bulunduğu dönemin mucizesi olduğu gerçeğini ilk gören ve onaylayan aslında avrupa sinemasıdır. avrupa sinemasının sahip olduğu bu refleksle, tüm dünyadaki sinema endüstrisi dönüşmüş, bu dönüşümün lokomotifi de işte bu film olmuştur.

    quentin tarantino'nun bu filminden sonra, benzer kurgu ve şiddet sahneleriyle, enteresan bir espri anlayışına sahip diyaloglar içeren filmler de artmış, bunun gibi tarantino sineması özellikleri taşıyan filmlere "tarantinesk" sıfatı verilmeye başlanmıştır. tarantino, bu filmi yayınladıktan sonra ölseydi bile sadece bu filmi çekmeyi başarabildiği için yine büyük yönetmenler sınıfında yer alacaktı. yönetmenin kariyerinin devamında çekmiş olduğu müthiş filmler de, tarantino sinemasını sevenler için büyük bir hayat şansı olmuştur.

    filmin kaotik, sarsıcı ve şok edici/şaşırtıcı etkisi yıllar içinde virüs gibi yayılmış, günümüzde film yapmaya hevesli birçok yönetmen ve yapımcıya ilham olmuştur. 8 milyon usd gibi mütevazı bir bütçeye sahip olan film, tüm dünyada yaklaşık 215 milyon usd hasılat yapmıştır. tarantino ticari olarak 1 koyup 26 almış, kariyer anlamında ise 1 koyup 1001 almıştır. bariz görünen bir gerçek olarak söyleyebilirim ki pulp fiction, sinemanın devrimsel anlamda son filmi olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir. gelecek yıllarda böylesine büyük bir etkiyi yaratabilecek bir fenomenin çıkması olasılığı, maalesef günden güne azalmaktadır.

    14 nisan 1995 tarihinde türkiye'de vizyona giren pulp fiction'ın, ülkemizdeki 26. yaşı kutlu olsun.