hesabın var mı? giriş yap

  • köyümün festivalindeki çekilişten leğen kazanmıştık. çok duygusal anlardı. annem: "koş oğlum git al!" dediğinde herkesin arasından sıyrılıp kürsüdeki adamın yanına çıkmıştım.. herkes bana bakıyordu. hayalimdeki leğene kavuşmak üzereydim.. teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes benim o leğeni iki elimle tutup adeta bir ülkenin bayrağı gibi taşıyor oluşuma şahit oluyordu. mikrofonu elime aldığımda ağzımdan şu cümleler dökülmüştü: "ben.. biz bugün sadece bir leğen değil, çok daha fazlasını kazandık.. köyümüzü!" teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes beni alkışlıyordu.

  • arkadaşımın arkadaşı ekolü:
    evde birkaç keyif verici maddeyi (hadi buna da sigara diyelim) harmanlayan bir grup arkadaşımız -biri kimyacı- keyifle televizyon karşısında oturmaktadır. bu arada söz konusu karışım gibi karışımlar deneme halindeler o aralar. çoğunu da kameraya çekip sonradan izliyorlar ki, hem o kafayla unuturlarsa falan en güzel kafanın hangi karışımda olduğuna dair bir done olsun ellerinde, hem de sonradan izlemek epey eğlenceli oluyor. nitekim o ara çektikleri -bir başka- videoyu ben de izledim, hakikaten şahaneydi. neyse, haberlerde bir organ mafyası konusu oluyor. bunlar hep birlikte kitlenmiş haberi izlerken çocuklardan biri -tek bacağını altına doğru kıvırarak üstüne oturmuş- "ananı s...... bacağım yok laaan! organ mafyası bacağımı çalmış" diye feveran ediyor ve evin içinde 45 dakikalık bir kayıp bacağı bulma operasyonu başlıyor. anlatılanlardan aklımda kalan en bomba iki replik:

    - (kanepeyi kaldırıp altına bakmakta olan bir cengaver, ayakta durmakta olan bacaksıza bakarak) abi eve gelirken yanında mıydı, hatırlıyor musun?
    - (bacağı çalınan talihsiz arkadaştan geliyor) tamam beyler buldum!

  • eğer aşıksan, onun yanında iken mutluysan düşünmeden yapılması gerekendir. fakirlik ne ki? sen de çalış, o da çalışsın, 5 değil 1 çocuk yapın olsun bitsin. hayat dediğin şey etiketine bakmadan bir şey alabilmek değildir. mutluluk da bu değildir.

    öyle yıllarım oldu ki hiçbir şeyin etiketine bakmaya gerek duymadım, istediğim her şeyi alabilmemi sağlayacak bir gelirim vardı. ama mutsuzdum. çünkü yapayalnızdım.

    şimdi yaptığım seçimlerden ötürü orta gelirli bir insanım. bir gün evlenecek olursam bu kararımda paranın etkisi olmayacak. asla da pişman olmayacağım.

    edit: buldum kendim gibi birini. fikrim hiç değişmedi. gönüller bir olsun.

  • düşünsene dünyaya mustafa olarak geliyorsun, adına kemal ekliyorlar, en son atatürk oluyorsun. ve 100 sene önce böyle bir coğrafyadan adeta bir gelişmiş avrupa ülkesi çıkarıyorsun. büyük adammışsın, çok büyük hem de.

  • menü planlama; işletmenin bel kemiğidir. iş görenler arasındaki uyum, hareket-zaman etüdü, motivasyonları, satın almanın kolaylaşması ve sunduğunuz ürünün satışlarını artırmak, bilinirliğini artırmak, o ürünü insanlara hatırlatmak amaçlı yapılan aktivitelerin tümünü kapsar. menü planlama, çalıştığınız işletmeye göre değişmekle birlikte temel satış aktivitilerinin elementlerinden biridir. özellikle otel işletmelerinde bu elementlerin en yaygını ve halk tarafından da en çok bilineni indirimdir. bazı ürünler için kaçınılmaz olmakla beraber, indirime giren bir ürünün imajını korumak için dikkatli olmak gerekir çünkü indirime giren bir ürünü tekrar eski fiyatından satmak eskisinden daha güç olacaktır. bu yüzden hiçbir otelin mutfağında indirim yapıldgını göremezsiniz. asıl indirim menüde yapılmıştır ve bu genel fiyata yansır.

    menüde yer alan yemekler bir yandan müşterinin temel besin ihtiyaçlarını karşılarken bir yandan da sosyal ve psikolojik doyum sağlamalı, ekonomik ve eğitici olmalıdır. burada moda ve prestij de önemlidir. planlama aşamasında menüyü oluşturan hammaddelerin tedariği işin en önemli bölümlerinden biridir. tedarik aşamasında göz önünde bulunması gereken bazı noktalar vardır. bunlar maliyet, etkinlik, ulaşılabilen nokta sayısı baz alınarak çeşitlendirilmiştir. her ürün tüketicisine (yani uygulayıcısına) ulaşmanın en kısa ve en az maliyetli yolunu iyi belirlemeli en etkin dağıtım şemasını kendisine gore ayarlamalıdır.

    menü oluşturulurken fiyatlandırma 3 farklı methodla yapılır. bunlardan ilki maliyete gore yapılan fiyatlandırmadır. maliyet üzerinden belirli bir yüzde ile kar marjı hesaplanır ve satış fiyatı belirlenir. en eski, en geçersiz; ama en çok kullanılan yöntemdir. rakibe göre fiyatlandırmada fiyat belirlemede baz alınan nokta rakiplerin koyduğu fiyatlardır. bu tarz genellikle oligopolistik pazarlarda yani içinde 3-5 tane firma olan, pazara yeni girişin neredeyse imkansız olduğu pazarlardır en basit örneği türkiye’deki leader of world oteller zincirinin oluşturdugu outside catering faaliyetleri örnek verilebilir. fiyatlandırmada rakiplerin fiyatları temel alınacak ilk noktadır. diğer fiyatlandırma tekniği ise modern pazarlamanın kabullendiği en etkin yöntem olan algılan değer (perceived value) e gore yapılan fiyatlandırmadır. önemli olan nokta müşterinin ürüne ne kadar paha biçtiğinin hesaplanabilmesidir. burada ürünü farklılaştırmak gerekir. karadut yerini yaban mersinine, pastırma jambona ve bir süre sonra da jambon pastırmaya evrilir. çatalda kavun spagettisi bir dönem fenomen olurken bir süre sonra dalından yeni koparılan kavun doğallıgın simgesi olarak elle tüketilir. müşterinin menünüzdeki ürüne verdiği değerin bir fiyatı vardır. bu fiyatının altında veya üstündeki fiyat firma için zarar demektir. eğer konan fiyat beklentinin üzerindeyse satış azalacak, altında olması durumunda ise satılan her mal daha düşük karla satılacaktır. doğru fiyata ulaşmak neredeyse imkansızdır ama sağlıklı pazar araştırmalarıyla en yakın değere ulaşılabilir. burada yemek hizmetlerinden faydalanan müşterinin besin ihtiyacı; yaşına, cinsiyetine, kilosuna, iş koluna, çalışma performansına ve bazı özel durumlara göre , yemek alışkanlıkları ise yaş, eğitim, sosyal ve kültürel yapı, gelenek ve göreneklere göre değişmektedir.

  • öhöm.. moskova'ya ilk uçuşum. pencere kenarına oturdum uçağın kalkmasını bekliyorum. bir yandan da uçağa binip yerleşmeye çalışanları izliyorum. içeriye tarifsiz birşey girdi. hani olur ya slow motion. zamanın durduğu an. arkada only you çalıyor falan. siyah, omuzlara dökülen saçlar, beyaz yüz, doğal vişne rengi dudaklar, yaş 23-24, tarifsiz bir güzellik... benim gözler faltaşı gibi açılmış, allahım yarabbim diye düşünürken, bu hatun kişi geldi, geldi, geldi... yanıma oturdu. şöyle bir ufak kafa sallamasıyla selamlaştık. hatun oturdu, eşyalarını yerleştirdi. bu sarkma asılma olaylarından nefret eden bir adam olduğum için, bir yandan elimdeki derginin sayfalarına bakmaya çalışıyorum hani ilgilenmiyormuşum gibi, ama içim içimi yiyor, piyangodan büyük ikramiye çıkmış gibi bir hissiyatım var. aradan birkaç dakika geçti, hop hatun birşey sordu, hem de türkçe. şaşırdım tabi, sordum nereden öğrendiniz diye, ben istanbul'da çalışıyorum dedi. laleli'deki deri mağazalarından birinde tezgahtarlık yapıyormuş. bir yandan düşünüyorum, yahu sen holywood'a git, paris'e git, ne işin var laleli'de... tam bu sırada birisi peydah oldu, rusça birşeyler anlatmaya çalışıyor, bu hatunla birşeyler konuştular, tartıştılar, meğer biz yanlış yere oturmuşuz. (o zamanlar kiril alfabesini tam bilmediğim için ufak bir karışıklık) neyse hatun dedi ki, bizim yerimiz karşı taraf oraya gidelim. giderken elimi tuttu. bak ne diyorum. elimi tuttu diyorum. oturduk, sonra sonu gelmez muhabbet başladı tabi. 2,5 saat uçuş. dedim ki tamam kmc. olay budur, şimdi siz moskova'da bir iki görüşürsünüz. bir kahve. ardından romantik bir akşam yemeği. akabinde bir süre sonra beraber yaşamaya başlarsınız. 1 yıl sonra güzel bir düğün. hemen ardından aşkınızın meyvesi güzel bir bebek. 5 yıl sonra bir tane daha. yaşlanırsınız foça'ya yerleşirsiniz. mavi gözlü torunlarınız olur. önce ben giderim, hatun kişi mezar başında ağlar. o da dayanamaz bir süre sonra gelir. cennette buluşuruz falan diye daldım gittim ben. (bkz: 25th hour final sahnesi)

    moskova'ya geldik, ayrılırken telefonunu istedim verdi. tamam dedim, ararım, uygun olursak görüşürüz. herşey güzel, telefonu bir kağıda yazıp cüzdanıma koydum.

    1 gün sonra cüzdanı çaldırdım.

    ---------------------------------------------

    yıllar sonra gelen edit: bu macerayla ilgili, sağolsunlar, çok sayıda mesaj aldım. bir kısım arkadaşlar da sonra ne olduğuna dair sorular soruyorlar.

    olaylar daha sonra şu şekilde cereyan etti: tahmin edileceği üzere, bu kızı bir daha hiçbir yerde göremedim. bu olay 2004 eylül ayında yaşanmıştı. aradan 9 yıl geçmiş.

    ben kısa bir süre sonra evleniyorum. kız arkadaşım da aynen burada tarif ettiğim gibi biri; beyaz yüzlü ve vişne dudaklı. bu kadar yıl moskova'da hayatıma -ciddi ya da değil- giren, görsel olarak birbiriyle alakasız bu kadar insan arasından hayatımı birleştireceğim insanın aynı tarife uymasını iki şekilde açıklayabiliyorum. ya algıda seçicilik ya da kaderden kaçılmaz kardeş )

    ---------------------------------------------

    edit 2: evlendim. eylül 2013'te baba oluyorum :)

    ---------------------------------------------

    edit 3 (2015): oğlum 1,5 yaşında) ismini devrim koyduk. bir şekilde yukarıdaki hikayeye bağlayacak olursam, insanın aşık olduğu kişiye olan sevgisi güneş kadarsa, çocuğuna olan sevgisi evren kadarmış. ben bunu gördüm)

    ---------------------------------------------

    edit 4 (2018): oğlum 5 yaşında. annesiyle pek bir iletişimimiz kalmadı. ayrı yaşıyoruz. ama hem anne hem baba tarafından sonsuz sevgi gören bir çocuk. umarım anne-babanın bu durumu psikolojisini ileride kötü etkilemez. zira kaç tane bilimsel makale okuduysam, ebeveynlerin ayrı olması ama çocuğa sorunların yansıtılmamasının, birlikte ama problemli ilişkiden daha sağlıklı olduğunu söylüyor. herşeyin hayırlısı.