hesabın var mı? giriş yap

  • mayo clinic'in yönetilebilir bahisçilik için tavsiyeleri şunlardır:

    - bahis yaparken asla borç almayın.
    - sadece kaybetmeyi göze alabileceğin kadar bahse girin.
    - bahse yatırılacak para yalnızca eğlence bütçenizden gelmelidir.
    - atm'lerden ve kredi limitlerinden kaçının.
    - kumar oynayarak geçirdiğiniz zamanı sınırlayın.
    - bahis yaparken alkol kullanmayın.
    - yerçekimini hatırlayın: yukarı çıkan her şey aşağı inmelidir.
    - anlamadığınız bir oyun için bahis yapmayın.
    - kazanç ya da kayıplarınız hakkında asla yalan söylemeyin.

    amerikan psikiyatri birliği teşhis ve istatistik el kitabı'na göre bahis bağımlılığı olan kişide son 12 ayda aşağıdakilerden en az dördü görülmelidir: sayfa 585

    - arzu edilen heyecanı elde etmek için artan miktarda parayla kumar oynamak zorunda hissetmek.
    - bahis yapmayı bırakmaya veya durdurmaya çalışırken huzursuz veya sinirli olur
    - bahis alışkanlığını kontrol etmek, azaltmak veya durdurmak için defalarca başarısız girişimlerde bulunmak.
    - genellikle bahis yapmak ile meşgul olmak (örneğin; geçmiş bahis deneyimlerini yeniden yaşama, şike yapma veya bir sonraki girişimi planlama, bahis yapmak için para kazanmanın yollarını düşünme gibi ısrarcı düşüncelere sahip olmalıdır.)
    - sıkıntılı hissettiğinde kumar oynamak. (örneğin; çaresiz, suçlu, endişeli, depresif)
    - bahiste kaybettiği parayı geri kazanmak için bahis yapmak.
    - bahis bağımlılığını gizlemek için yalan söylemek.
    - bahis alışkanlığı nedeniyle önemli bir ilişki, iş, eğitim veya kariyer fırsatını tehlikeye atmış olmak.
    - bahiste kaybettiği paraların mali etkisini azaltmak için başkalarından gelecek paraya güvenmek.

    yukarıdakiler size tanıdık geliyor ise bahis alışkanlığınızı yönetmeye çabalamanın, çabalarınız başarısız oluyorsa profesyonel destek almanın vakti gelmiş demektir.

    kaynak: mayo clinic

  • bu kişi tıbbi eğitim aldığı için yoğun bakımda hastaların oksijensiz kalınca öleceğini biliyor kabul edilmeli ve kasten adam öldürmekten yargılanmalı diye düşünüyorum. yaptığının açıklaması olamaz.

  • aşırı kar yağdı doğal olarak kapandı diyor. e arkadaş madem aşırı yağışta yollar kapanabiliyor o halde ibb'ye attığınız iftiraları ne yapacağız??. sanırsın ki sadece tem otoyoluna çok kar yağmış da istanbul'un diğer yerlerine anca iki üç kar tanesi falan düşmüş.

  • geçen sene philip morris eğitimindeyiz. yaklaşık salonda 106 kız var, hepsi de podyuma çıkar gibi gelmiş. toplasan da 10 erkek var. hani tekelden sigara alırken aniden belirip "sigarayı kendinizi için mi alıyorsunuz" diyenlerden..

    eğitmen geldi, şöyle bi süzdü etrafı, erkek yok gibi bişi, şöyle erkekler bi parmak kaldırsın görelim yau dedi delikanlıları..

    yanımdaki erkek arkadaş da fazla sallamadı, e görsün canım ne o çocuk gibi triplerinde haklı olarak.

    arkadaki kız: hahah kaldırsana erkek değil misin hahaha
    arkadaş: kaldırdım ben, sen farketmedin.

  • sınıfta anıl var. anıl'ın cyborg olduğunu düşünüyoruz. anıl bir anadolu lisesinden bizim okula bizim bilmediğimiz bir puanı yükseltmek için gelmiş. anıl odasının duvarına güneş saati çizmiş.

    sınıfta gülcan var. matematik hocası gülcan'ı seviyor. bu dünyada belki de bir tek gülcan'ı seviyor. hatta gülcan'ın karnesine "unutma unutulanlar unutanları asla unutmaz" yazmış. (bkz: ibrahim erkal)

    hocanın sorduğu bütün sorulara ya anıl parmak kaldırıyor ya gülcan. biz de not tutmak zorunlu olduğu için deftere çizdiğimiz şekillere not süsü vermeye çalışıyoruz. figüranız biz.

    bir gün hoca tahtaya bir soru yazdı. yabancı bir ses "30 derece" dedi.

    hoca sınıfı bakışlarıyla taradıktan sonra sordu "kim dedi onu?"

    alper, anıl ve gülcan'ın sultasını kırmanın verdiği sevinçle "ben" dedi.

    hoca alper'in sırasına doğru ilerledi. hoca yaklaştıkça alper'in suratındaki zafer ifadesi yerini endişeye bıraktı. gelen bir aferinse şimdiye kadar gelmiş olmalıydı...

    hoca kendisinden beklenmedik bir çeviklikle alper'e dalıverdi. hem de ne dalmak... sağlı sollu. duvar tarafında oturan alper'in kafa lambrilerden sekip tekrar tekrar hocanın yumruklarıyla buluştu.

    alper büyük bir şok ve küçük bir beyin sarsıntısı yaşarken hocanın soluk soluğa sesini duyduk:

    "parmak kaldırmadan konuşma!"

  • tabanca olan mke kırıkkale bu ülkenin endüstriyel tarihinde ilginç bir mihenk taşıdır. yabancı lisans, depolanmış hurda malzeme, kötü işçilik. üstüne artık ne yapılsa düzelmeyen kötü şöhret. savunma endüstrimizin yükselişe geçmeye başladığı şu zamanlarda nerelerden gelmişiz diye geriye bakıp ders alınması gereken ilk örneklerden biri olması gerekir.

    öncelikle osmanlı'nın batı'nın teknolojik olarak gözle görünür olarak geride kalması endüstri devrimine, 1800'lerin ilk yıllarına kadar gider. üç entrylik o koca hikayeyi bir cümlede özetleyeceksek buhar makineleri, değiştirilebilir parçalar kullanıp fabrikalara ve seri üretime yönelmiş batı'nın osmanlıya 1799-1899 arasındaki 100 yılda attığı fark ondan önceki 5 asırda atılanın birkaç katıdır. o zamana kadar kendi silahını el atölyesinde yapan, topunu elde döken, barutunu baruthanede yapan ve bunları gidip inebahtıda viyana'da falan kullanan osmanlı; zaman ilerledikçe çok daha işlevsel batılı devletlerin seri üretim topuyla tüfeğiyle ne kalite ne üretim sayısı olarak baş edemez. edemeyince de geri kalmamak için yurt dışından ilk kez parayla silah satın almaya başlar. zaten almasa ne yapacak ülkede silah dizayn edecek mühendis, o mühendisi mezun edecek fakülte, makine yapacak bilimsel altyapı, o makineyi çevirecek enerji üretimi mi vardır? sanayi devrimi zamanından sonra osmanlı ikmal altyapısı o yüzden var olan ekipmanın birbirine uydurulup çalıştırılmaya uğraşıldığı bir teknikerlik denemesinden öteye pek gitmez.

    osmanlı ordusunun materyal kademesinde modernizasyon arayışları başka bir entrinin konusu olsun, günahlarını almayalım 19.yy ikinci yarısında modernleşmeye çok çalışacaklar ve martini-peabody, winchester, mauser gibi şirketlerle anlaşmalar yaparak teknoloji neredeyse onu satınalma yoluna gideceklerdir. yani geri kalmak istiyor değildirler ama endüstri çağında bilim ve teknoloji yarıştırılıyorsa dışarıya elleri mahkumdur.

    19.yy sonundan cumhuriyet türkiyesine bir 50 yıl ileri sararsak cumhuriyet osmanlının aksine eğitim altyapısına da endüstri altyapısı işine de girmiştir. savunma sanayisi ve ateşli silahlar söz konusu olduğunda osmanlıdan miras kalan binlerce mauser tüfeğinin ve kurtuluş savaşında da düşmandan ele geçmiş binlerce yabancı silahın kalibrelerinin falan değiştirildiği, 7.92mm yapılabildiği bir teknolojiye nihayet sahip olmuşuzdur. o zamanların asfa silah fabrikası yeni silah dizaynı işine pek girmez. sürgülü mavzer sistemi dünyada hala geçer akçe olduğundan bu eski tüfeklerin bakımını yapıp, yenileyip eksiğini gediğini takıp servise geri sokarlar.

    1945 yılında ise ellerinde artık kullanılmaktan harap bitap düşmüş osmanlıdan miras mauser 1889 7.65mm tüfekleri kalmıştır. silahlı kuvvetlerde bunlardan daha yeni mauser modelleri kullanıldığından fabrika müdürleri bunlara bakıp bu eski 1889lara 1891’lere ne yapacaklarını düşünürler. toplam tüfek mevcudu 5000 civarı bir yerlerdedir. o tüfekler balkan savaşında, cihan harbinde ve kurtuluş savaşında her gün her an savaş görmüştür. mütareke yıllarında ise işgalciler terhis edilen osmanlı ordusundan o silahların çoğunu alıp aynı tüfeği kullanan belçika'ya hibe etmiştir. işte elde kalan kazım karabekir ordusundaki, ankara hükümetinin istanbuldan ankaraya kaçırdıklarıyla 1945 yılına erişebilen atsan atılmaz satsan satılmaz bir beş bin tüfek vardır. o devirde bile ortamdaki en iyi en yeni tüfek değildir. ne yapılacaktır bunlar?

    asfa, bugünkü adıyla mke kırıkkale yokluk yıllarından çıkıp gelmiş bir anlayışın tezahürü olarak tek bir vidayı bile çöpe atabilecek cesarette değildir. ama 5000 tüfeğe modernizasyon yapmaya değmez zira nedir bir iki alay askerin antika silahı için makine mi değişecektir. ya da modernize edilmez öyle kullanmaya kalkarlarsa bir de bunlara ayrı mermi mi imal olacaktır. asfa bu silahları geri dönüştürmeye karar verir. 7.65 tüfek kullanılamıyorsa bunların balkanlarda, çanakkale'de, filistin'de, afyon'da, dumlupınar'da ateş edip aşınmış namlularını kesip yeni bir 7.65mm tabanca olarak değerlendirmeye karar verirler.

    o yılların çok başarılı polis tabancası walther pp lisansını da almanlardan satın alarak türkiye tamamen yerli üretim bir silahı iki yüz yıldır ilk kez kendi imkanlarıyla ite kaka onun namlusu bunun lisansı ile bir tabanca üretir ve adını da asfa fabrikasının kurulduğu yer olan kırıkkale koyarlar.

    dünyanın herhangi bir yerinde fabrikadan çıkmış ilk parti silahlar üreticinin alamet-i farika olacak diye en sağlam en güzel ürettiği silahlarıdır. ancak asfa'nın eski malzemenin suyunu çıkarana kadar kullanma anlayışı yüzünden ilk üretim kırıkkale görüldüğü yerde aksi istikamete kaçılan bir tabanca olacaktır. subaylara astsubaylara beylik tabancası olarak ahşap veya yeşil bakalit kabzalı versiyonları geldiğinde askerler bunları gazyağı tenekelerini dikip bir denerler. ateş edile edile muma dönmüş namlular yüzünden tenekenin bir tarafını delip diğerini delemeyen kırıkkale tabancası çoktur. yaylar iğneler vesaire de mke'nin eski malzemeyi değerlendirme merakı yüzünden tabancanın habire kırılıp duran özellikleri arasındadır. hangi tabanca iyi bilmenin imkanı yoktur, dahası bir sıcak çatışma durumunda teneke delemeyen bu tabancaya insan delecek diye hayatı teslim etmek de dosta korku düşmana güven vermektedir.

    ve devlet bu silahı kolordu ordu seviyesinde geniş olarak dağıtmakla kalmaz, polislere bekçilere kadar dağıtımı genişletir. dağıtanlar da kötü özelliklerinin farkındadır ama bu haliyle bile bir türk tabancası yokluktan ve ithal tabancadan bir yerde daha iyi değil midir? yani neticede yerli malı yurdun malıdır. böyle düşünürler.

    tabii o eski mauser namluları bitince mke fabrikası .380 acp kısa 9mm modeller de üretecek ve daha sonra sıfır namlu oymayı da öğrenip deneyecektir. ancak o ilk on onbeş yılda kırıkkale tabancanın sahiplerine çektirdikleri yüzünden kırıkkale tabancası türk halkının zihninde hep kötü kalite ile eşdeğer bir isme sahip olacaktır. o imajı hala kırabilmiş değillerdir.

    bugün de mke fabrikasından bir mermiden sonra satın alınabilecek en ucuz ürünlerden biridir. ama kim gidip aa 1175 liraya çalışan tabanca varmış diye özellikle gidip kırıkkale alır bilemem.

    2000'li yıllarda ceyhan cezaevinin önündeki jandarma tüfek atış poligonunda polis trafik şubesi, yunuslar, özel harekatlar gelip tabanca tüfek atacaksa (tüfek poligonları yoktu) kırıkkalesi olan bir komiser bazen çıkıp şey derdi:

    "bakın bu yolda uzun yıllar geçirmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum iyi bakılmış kırıkkale tabanca smith-wesson'dan da iyidir"

    sonra göstermek için silahı şak şuk kurar hedefe doğrultur ve tetiğe basar, ama üç mermiyi bir türlü arka arkaya atamazdı “iyi bakılmış” gariban kırıkkale. makine insanla resmen diyaloga girmiş, "yeter bittim lan allah canımı alsa da kurtulsam" diye cevap vermiş gibi olurdu.