hesabın var mı? giriş yap

  • daha ilk sahneden sonunu tahmin edebilmiştim, o kadar da abartmaya gerek yok...

    şaka lan şaka, film bittikten sonra bile anlamadım ne olduğunu da oturdum bi' defa daha izledim. evet.

  • evet atatürk havaalanından 15 temmuz günü sadece 3-5 km mesafe için 300 usd istemeleri de ne kadar ekmek peşinde olduklarının delili zaten

    edit: 28 hazirandaki işid havaalanı saldırısındada aynı işi yapmışlar idi,uyaran arkadaşlara teşekkürler

  • dostoyevski kumar alışkanlığından ötürü aşırı derecede borçlanmıştır. o sırada ortaya stellovski adında bir yayıncı çıkar. dostoyevski'ye şunları söyler: “bak senin bütün borçlarını kapatacağım. sana iki yıl yetecek kadar da para vereceğim. fakat bir sözleşme imzalaman gerek.

    senden bir kısa roman istiyorum. bu kısa romanı bana bu sözleşmeyi imzaladıktan tam 24 ay sonra vermeyi kabul edeceksin. istediğim sürede bitirip bana teslim edersen sorun çıkmayacak. fakat eseri bir gün bile geç verecek olursan bundan önce yayımladığın ve bundan sonra yayımlayacağın bütün eserlerin hakları benim olacak.” çok fazla borcu olan dostoyevski sözleşmeyi mecburen imzalar.

    aradan 23 ay geçer fakat tek bir cümle bile karalamamıştır. durumdan haberdar olan fransız yazar stendhal, dostoyevski'ye “ben 'parma manastırı' romanımı dikte ettirerek (söyleyerek yazdırmak) yazdırdım, sen neden denemiyorsun?” der. başka çaresi olmayan dostoyevski kabul eder.

    o zamanlar rusya'da bir dikte etme okulu vardır. okulun en yetenekli öğrencisi grigoryevna snitkin adında isveç asıllı genç bir kızdır. kız bu görevi yapmaktan gurur duyacağını söyler ve dostoyevski ile eseri yazmaya başlarlar.

    eseri son gün bitiren dostoyesvki hemen stellovski'nin yanına gider. dostoyevski'nin yazma sürecini baştan sona takip eden uyanık yayıncı stellovski dostoyevski eseri teslim edemesin diye ofisini kapatıp gitmiştir. o zamanlar rusya'da noter yoktur. noter görevini polis karakolundaki memurlar yapıyordur. dostoyevski eserini polis karakolundaki memurlara onaylatır. daha sonra bu olaydan dolayı yayıncı ile davalık olsalar da davayı dostoyevski kazanır.

    her rus gibi dostoyevski de zaferi kutlamak için bol votkalı bir davet verir. davete bütün dostları ile birlikte romanı dikte ettirdiği genç kız grigoryevna snitkin'i de çağırır.

    gecenin ilerleyen saatlerinde dostoyevski genç kıza “senden bir konuda fikir almak istiyorum “der.

    bu durum genç kızın gururunu okşamıştır.

    “memnuniyetle, ben size nasıl bir fikir verebilirim merak ettim” diye karşılık verir.

    dostoyevski şöyle der: “ben bir roman yazmaya çalışıyorum. romanın başkarakteri korkunç biri… sara nöbetleri geçiren, kumar bağımlısı, düşman kazanmaktan çekinmeyen bir adam. bu adam kendinden genç bir kıza aşık oluyor. sence bir evlenme teklifi kaleme alacak olsam bu gerçekçi olur mu?”

    kız ise şöyle der: “evlenme teklifinizi kabul ediyorum bay mihayloviç…

    o kız dostoyevski'nin ikinci eşi anna grigoryevna snitkin'dir. yazdıkları eser ise ünlü roman “kumarbaz”dır.

    debe editi:
    öncelikle bırakın ilk sıradan debeye girmeyi, entryi yazarken debeye gireceğini sanmıyordum.
    teşekkür ederim.
    ilk defa okuduğum bu yazıyı başlık altında aratıp ondan sonra yazdım. başlık altında yazılan tüm yazılar “doğal olarak”, yazarların basında /nette okudukları yazılardır. onun için adı üstünde “dedikodu” olan olayların net bi doğrusu yok.
    alttaki yorumları okuduğumda da kitaba dair hikayenin net olarak doğrusu şudur diye “kaynak göstererek” yazmamışlar. dolayısıyla bu yazının da onların yazdıklarından bi farkı olduğunu düşünmüyorum.

  • konuyu ima eden o kadar çok başlık var ki pıtırcıklı, böcekli; meramını nereye arzetmesi gerektiğini bilemiyo insan. en doğrusu açık konuşmak. (bkz: dobra)
    uygun tanım, böylesini görmedimdir.

    belli ki, bu arkadaşlar leziz bir ilişki yaşıyorlar, hatta mevzuyu evlilikle de taçlandırmışlar. (bkz: allah mesut etsin) ne güzel. keşke, bir şansları olsa da her sabah nikah memurunu kah evlerine çağırıp, kah emirgan'daki çay bahçesine davet edip aşklarını bir daha bir daha ve hatta bir daha tescil etseler. zira dışarıya yansıttıkları görüntü böyle bir ihtiyaçları olduğu doğrultusunda.

    yine bana bok yemek düşüyor gibi gözükmekle beraber, her sabah bir sürü kişinin önünde (bkz: yetmiş milyon bizi izliyor) birbirine tekrar tekrar aşk ilanında bulunan bu çift; her gün yenisi eklenen entry'lerle ilişkilerinin benim gibi dallamaların dahi ağzına sakız olmasını, sözlüğün tülin ve caner'i olmayı kabul etmiş görünüyorlar. zira bu public ortama yazılan her şey, hakları michael jackson'un olmakla beraber, fiilen artık publictir. public olan da çekilir uzatılır. ikibuçukken üç yapılır.

    insan sevdiğini göstermek ister, bunu ona bana herkese anlatmak, coşkun ruh halini patlatmak ister. ben de yapmışımdır bunu, merak eden arasın bulsun sözlükte. lakin sen bunu her sabah sadece sintaksı değişen aynı manadaki cümlelerle yaparsan derler ki "hacı baba batı yakasında değişen bir şey yok belli ki, her sabah her sabah sen bize neyi anlatıyon allaşkına?"

    kısacası, çoğunluğun algı ve normlarının dışında yürüyen bu ilişkiyi, bile isteye her allahın günü gündeme getirirsen, zaten kerameti kendinden menkul ahalinin gözüne sokarsan; o çoğunluğun içinden bununla dalga geçen de çıkar, anlamayan da çıkar, ha bir ihtimal örnek alan da olur. olmamalı ama o da olur be anam.

    bu da çuvaldız,
    sevmek suç muuu?
    kader buu mu?
    sensizrabbimcanımalsınkaderimdesenvarsın

  • oğlum 7 yaşında, berbere gittik ikimizde traş olacağız. ufaklık traşını oldu sıra bana geldi. berber çocukluk arkadaşı olunca muhabbet sohbet derken zaman bayağı geçti, oğlumun oflayıp puflamalarını duyuyorum bi yandan. işimiz bitti vedalastık çıkarken aşağıdaki diyalog gerçekleşti.

    +baba bence gitmeyelim tekrar girelim içeri
    -noldu lan çok mu sevdin berberi?
    +ne sevcem be seni beklerken tekrar uzadı saçlarım, annem kızar şimdi niye traş olmadın sen diye.
    -eşşoolu..

  • bir kaç yıl önce(2018 veya 2019 hatırlayamadım tam) , gecici olarak istanbul anadolu yakasında bir benzlikte pompacılık yapıyordum. biraz mental açıdan kötü dönemlerimdi. neyse

    bir gün ümit bey geldi.kibar bir şekilde hal hatır sorup, istediği miktarı söyleyip markete yöneldi. açık kahve(veya koyu lacivert ) rengiydi sanırım, bir bmw ile gelmişti. verdim benzinini, beklemeye koyuldum.

    hava buz gibi. ellerim donmuş. ümit bey karşıdan geliyor. elinde, starbucks makinesinden alınmış koca boy kahve. yüzünde bir gülümse ile bana uzattı ve "afiyet olsun" dedi..

    uzun zamandır düşünürüm. o kahveyi benim için mi almıştın ümit bey, yoksa tadını beğenmeyip de, çöpe gitmesin bari deyip mi verdin bana :)))))

    her durumda da klass bir insan. o an beni çok mutlu etmişti.işi rast gitsin...kahve + mütevazililiği

    not : o makineyi her gün görür, bazen canım ceker ama kazandığım paraya göre lüks kaldığından almazdım hiç. sizin sayenizde ilk kez o gün içmiş bulundum :)

    edit : ümit bey twitterda bir yazarımıza cevap vermiş entry e dair : "bunun redbull, kola, dondurma, bisküvi versiyonlarını da duyabilirsiniz. insanların enerjisi ve iletişimleriyle alakalı biraz anlık gelişen rutin refleksime dönüştü sanırım"

    edit : sene eklendi.

    edit: tamam arkadaşlar. en güçlü ihtimaller. 1.bana aldı 2.aslında kendine aldı ama beni görünce içinden bana vermek geldi o an. :) ya önemli değil. o an çok mutlu olmuştum.

  • güzel bir tecrübe kazanmış çocuktur, bir sonraki sınava bir gün önce okul binasını görmeyi, sınava vaktinden erken gelip geç kalma ve aksilik çıkma ihtimalini, evden çıkarken tekrar tekrar sınav için gerekli kimlik giriş kağıdı vs evrakları bakmayı sınav giriş belgesini defalarca okumayı ve öğretmenlerinin uyarılarını dikkate almayı öğrenecektir. malesef tecrübe ucuz bir yöntem değil. dünyanın sonu değil geçmiş olsun dediğim çocuktur.

    edit: dünden beri çok mesaj alıyorum, aile sorumsuzmuş ! yetiştirme yurdunda büyüyen çocuklarda bu sınava giriyor anne babası olmayan engelli olup çok ufak yaşta sorumluluk alan çocuk ve gençler var ajitasyona gerek yok.

    edit 2: sınava birdaha girme hakkı yokmuş, bu çocugun önünde üniversite ehliyet dil sınavı ales vs vs birçok sınav için önünde uzun yol var umarım o sınavlardan başarılı olur.

    edit 3: yolda giderken gaspa ugrarsa nolcak diye mesaj atanlar var, 1.6 milyon da bir ihtimal bile yaşanmadı öyle bir olay.

    edit 4: çocuğuma acıyanlar varmış, kınadığın başına gelmeden ölmezmişim vs vs mesaj atanlar var. tatil beldelerinde türk çocuklar sürekli ağlayıp yemeklerini anne babalarının elinden yerken, yabancı çocuklar uslu uslu ne kadar ufak olursa olsunlar kendi yemeklerini yiyor. burdan çıkarılacak sonuç bebeklikten itibaren sorumluluklar yaşına yeteneklerine uygun yüklenmeli.

    son edit: çocugu eleştirdiğim kınadığım dalga geçtiğim falan yok, insanlık hali unutmuş olabilir o gün şanssızlık yaşayabilir sınav umrunda olmayabilir bir sonraki sınavı dikkat etmesi gerektiğini üzülerek hayal kırıklığı ile öğrenmiş oldu. umarım bundan sonra şans ve başarı bu çocukla olur....

  • freud der ki:
    “çocuk yapmayı doğal ihtiyacın zaruri olarak giderilmesi gibi karmaşıklıktan çıkarıp, üzerinde düşünülmüş sorumlu bir eylem seviyesine çekebilseydik, insanlık için en büyük zaferlerden birini kazanmış, doğanın koyduğu sınırlardan esaslı şekilde özgürleşmiş olacaktık."

  • cidden acayiptir. adamın neden dokunduğu meçhul kapağın açılacağını da bilemez dokunan kişi. gerçekten son zamanlarda izlediğim en ilginç video.

  • köprü direk yukarıya bağlı, belediyenin konu ile alakası yok. ekrem başkana bağlamak isteyen cahiller çıkabilir, belirtmek istedim.

    allah sabır versin günlük karşıya geçenlere. çekilecek dert değil.

  • bu nasıl bir lanettir ki şu genç yaşımızda boğazımıza yapışmış?

    ilkokulda da bu saatte uyanıyorduk, şimdi de, yaşlanınca da böyle olacak, e ne anladım ki ben, bu mu hayat, 06.30 mu günün başlangıcı ya?

    her sabah buz tutmuş ellerimdeki su şişesiyle araba camı ısıtmam, yolda köpekler ve benim gibi bir iki kadersizden başka hiç kimse olmaması, sinyal verince bile görecek kimsenin olmaması... çok doluyum!

    7 buçuk saat sonra uyanacağımız gerçeği, adeta bir hayvanat bahçesi.