hesabın var mı? giriş yap

  • sanilanin aksine hayli eski bir uygulamadir... uygulama diyorum zira kast ettigimiz sey en ileride yer alan santrforun biraz daha geriye cekilerek yari oyuncu kurucu yari santrfor olarak kullanilmaya baslanmasi ve bu esnada sagindaki ve solundaki hucumculari da rakip ceza sahasina daha cok sokmasi uzerine kurulu bir plan...

    futbol tarihinde bu plani ilk olarak wunderteam'in yaraticisi olan hugo meisl'in, o takimin beyni konumundaki matthias sindelar'i kullanarak uyguladigi rivayet edilir... 1930'lu yillardan bahsediyoruz farkindaysaniz, 90 sene oncesinden...

    daha sonra marton bukovi, 1940'larin sonunda mtk'yi calistirdigi donemde bu plandan yararlanma yoluna gitmistir... yonetmen bukovi'nin basrolde gorev verdigi aktorun adiysa cok onemlidir: nandor hidegkuti...

    hidegkuti oylesine onemlidir ki kendisi belki de dunya futbol literaturunde santrfor sozcugunun anlamina ilk ve en cok derinlik katan isim olmustur... zira ozellikle efsanevi macar milli takımı'nda ustlendigi rol ve o takimin yaptiklari, futbol tarihinin gidisatini bastan asagi etkilemistir...

    macaristan'in o donemki milli takim teknik direktoru gusztav sebes'in elinde, gol yollarinda muazzam etkili iki isim vardi: sag icte oynayan ferenc puskas ve sol icte gorev yapan sandor kocsis...

    o donemin en moda futbol dizilisiyse wm'di... yani geriden ileriye dogru 3-2-2-3 seklinde ifade edilebilecek bir dizilis... bu sablona gore de puskas ile kocsis, ondeki uclunun gerisinde ikili bir hat olusturmaktaydi... ancak sebes bu ikiliyi kaleye daha yakin kullanmak istiyordu...

    ote yandan takimin santrforu hidegkuti, 9 numarayi olusturacak bircok ozelligin yani sira, bir orta saha oyuncusunun oyun gorusune ve pas becerisine de sahipti ve bu bakimdan biraz daha geride oynayabilecek donanima da sahipti... dolayisiyla sebes, klasik wm dizilisi uzerinde biraz oynayacak ve hidegkuti'yi geri cekerken, puskas ile kocsis'i daha ileri surecek, ortaya 3-2-3-2 gibi bir sablon cikacakti...

    o donemde cogu savunmanin adam markajina dayandigi da dusunuldugunde hidegkuti'nin geriye cekilmesi, rakibin santrhafini da pesinden suruklemesi anlamina geliyordu ve bu, rakip savunmada cok daha fazla bosluk da yaratiyordu... o bosluklara puskas ile kocsis girince de ortaya 25 kasım 1953 ingiltere macaristan maçı gibi futbol tarihinin en büyük kırılma noktalarından biri olarak kabul edilen bir mac bile cikmisti...

    hidegkuti'nin o macta ingilizlerin santrhafi ve kaptani olan billy wright'a kariyerinin belki de o kotu performansini sergiletmesi ve ingilizlerin kendi sahalarinda kita avrupasi'ndan bir takima ilk kez, ustelik de yarim duzine gol yiyerek maglup olmalari, futbolun taktiksel yonune ilgi duyanlarin hidegkuti ve macarlar uzerine bu mac ozelinde cok daha fazla egilmelerine yol acacakti... "deep-lying centre-forward" tabirinin populerlesmesi de bu mac sonrasina denk gelir... false 9 tabiri de zaten bu deep-lying centre-forward tabirinden esinlenilerek ortaya cikmistir...

  • şu endeksin doğruluğunu ülke dışına çıkıp özgürlüklerle içli dışlı olmadan anlayamıyorsun.

    bir lgbt birey "lan yine de yaşanıyor burada" diye debelenirken bir gidiyor ispanya'ya sıradan biri olduğunu fark ediyor.

    türkiye'nin çok sosyal olduğunu düşünen kişi bir gidiyor porto riko'ya dünyanın farklı döndüğünü görüyor.

    türkiye o kadar da kötü değil kadın bir gidiyor kanada'ya erkekten hiçbir farkı olmadığını görüyor.

    övmeyin anam. listenin olabilecek en doğru yerindeyiz.

  • -istanbul ankara arası bir yolculukta ya$anan bir olaydır

    adam otobusle giderken, bolu dagi'nda verilen molada korkunc siki$tığı için tuvalete ko$turmuş. bo$ kabin bulup kendini oraya atmı$. tam oturmu$ ki yan kabinden bir ses gelmi$.

    -merhaba
    -adam $askin bir şekilde cevap vermi$ "merhaba"
    -ses devam etmi$ : nasilsin?
    -ilk defa ba$ina boyle bir $ey geldiğinden, yine $a$kin $a$kin yanitlamı$ : sagol iyiyim. sen nasilsin?
    - ne yapiyorsun?
    -bir an tereddut gecirmi$ zira adam onun tuvalette oldugunu bildigi icin mutlaka ne yaptigini da biliyormu$ baska bir$ey anlatmak isteyip konuyu deği$tirerek, ben istanbul'dan ankara'ya gidiyorum. sen nereye gidiyorsun?

    adamin sonraki cumlesi bu muhabbeti sona erdirmi$:

    -hayatim, telefonu kapatiyorum. yandaki tuvalette bir gerizekali var. sana sordugum sorulara yanit verip duruyor. ben seni sonra ararim. *

  • muğlalıyım ve sülalem 7 göbek chplidir.

    muğla büyükşehir ve ilçe belediyeler tıpkı diğer tüm partilerin belediyeleri gibi rezalet durumdadır. liyakat sıfırdır ve şöförüne kadar torpille işe alım yapılır. beyaz yaka ve teknik bilgi gerektiren bölümlere ise alımlar tamamen seçim dönemi en çok bağışı yapan ailenin ağzından çıkan laflarla olur. örneğin marmaris’te bu aile malatyalı bir kürt aşiretidir. belediyedeki tüm kadrolar muğlalı veya marmarisli olmayan doğulu vatandaşlarımıza verilmektedir. neredeyse tüm ihaleler aynı kişilere verilir, usulünce yapılmaz. örneğin mühendislik bürosu işlettiğim dönemde açılan ihalelerden ya son gün ya da kapanmasına 1 saat kala haber alıyordum. ailem chp’li ve yerli olduğu halde fen işleri 1 saat önceden arayıp ihalemizin süresi bitiyor 1 saat içersinde teklifinizi verin diyordu (mühendislik projesi bu!). son dakikaya kadar hiç bir platformda açıklama yapmazlardı.

    özetle chp’nin ve belediyelerinin akpli olanlardan en ufak bir farkı yoktur. yöneticiler aynı liyakatsızlığı ve adam kayırmayı korkunç bir biçimde icra etmektedirler

    gördüğünüz gibi restorasyonu yaptıran koca şubede bir tane bile işini düzgün yapan, potansiyeli olan, liyakatli adam yokmuş ki çıkıp da “ağa bu nedir” diyememiş.

  • devlet çocukların belli saattlerde bir yerde olmasını zorunlu hale getiriyorsa (bkz: zorunlu eğitim) onların ihtiyaçlarını da karşılamalıdır. her devlet okulunda yemekhane olmalı çocuklar düzgün diyetlerle beslenmelidir.

  • kim yapacak, oradaki köylüler yapmıştır. sebebi? sebep yok. köylü milletinde böyle bir kıskançlık var. bazen şehirden veya başka bir yerden gelip araziyi ekip biçenler oluyor. bu kişiler genelde bilinçli geldiğinden elde ettikleri ürünler de iyi oluyor. köylüler de kıskanıyor. arsa sahibi köyde yaşamadığından rahat bir şekilde ya tarlaya hayvanları daldırıyorlar, ya da böyle bir gece vakti tüm ağaçları kesiyorlar. bilenler bilir. sadece benim gördüğüm onlarca kişi var böyle. sonunda ya arsa sahibi ile köylü kavga eder ya da arsa sahibi araziyi terk eder. hafife almayın. en kötü haberlerde görürsünüz üç beş parça toprak için birbirini vuran köylüleri.

    bazı köylerde etrafı sağlam çitlerle veya duvarla çevrili, güvenlikli arsalar görürsünüz. sebebi köylü girip mahvetmesin diyedir. ben anlam veremiyorum bu duruma. hiç düşünmez ki o kişiler belki yüz binlerce lira ile o çiftliği kuruyor, köyü güzelleştiriyor falan... belki ilerleyen yaşları için kendine yaşam alanı oluşturuyor. umrunda olmaz, bir geçe girer, talan eder, çıkar. hiç öyle aldanmayın köylü güzellemelerine. köylü cahildir, paragözdür, kıskançtır, empati duymaz, acımasızdır... en namuslu kişi benim der ama başkasının karısına kızına bakarak öyle bir iç geçirir ki, elinden bir şey gelmeyince de kadınlı erkekli namus dedikodusu yayarlar. köylü gördüğünüz zaman selam bile vermeyin.

    (bkz: köylüleri niçin öldürmeliyiz)

    edit: üç dört sayfalık başlıkta bile köylünün kötülüğüne aynı şekilde uğramış yazar arkadaşların örnekleri var: (#145148969) (#145148060) (#145148107) (#145150512) (#145151304) (#145172945) (#145175106) (#145162705) (#145165313) (#145172918)

    edit 2: şehirde yok mu, diyenler olmuş. var. bu köylüler bir şekilde şehre yerleşince onların çocukları aynı köy geleneğini şehirde de devam ettiriyor.

  • yumurta rengi tamamen yumurtlayan tavuğun rengi ile alakalıdır.
    eğer tavuk beyazsa beyaz yumurta yumurtlar.
    eğer tavuk karışık renkli ise genelde kahverengi yumurta yumurtlar.

    seri üretim yumurtaların genelde beyaz olmasının sebebi ise özel olarak üretilen yumurta verimi yüksek tavukların beyaz renkli olmasıdır.

    ayrıca yumurta sarısı rengi ile de oynayabiliyorlar.
    tavuğa verdikleri yiyecekler ve ilaçlar ile sarısının rengini ayarlayabiliyorlar.