hesabın var mı? giriş yap

  • ara ara aklıma geliyor, sosyal medyada eski videoları önüme düşünce izlemeden geçemiyorum. "huysuz'u televizyonda izlemiş efsane nesil" olarak onun eksikliğini her geçen gün daha çok hissediyorum galiba.

    bugün ilginç bir röportaj izledim. seyfi dursunoğlu, orhan kural'ın sorularını yanıtlıyor. belli ki programın çok bâriz bir toplumsal farkındalık misyonu var, bu kapsamda çeşitli konularda huysuz'un görüşleri alınıyor. ancak bunu yaparken sohbetin son derece sığ bir hal alması -buraya cuk otursa da "cringe" demek istemiyorum ama- tuhaf mı desem, bir olmamışlık hissi mi uyandırıyor desem, hadi tuhaf diyeyim, bi' tuhaf geldi bana. şöyle ki:

    1- orhan kural, oyuncu bedia muvahhit ve kankası vasfi rıza zobu hakkında bir anekdot anlatıyor, neymiş efendim, bir gün arabayla giderlerken vasfi rıza'nın tuvaleti gelince bir yerde duruyorlar, adamcağız uygun bir yer ararken zaman geçiyor, sonra hâcetini gideriyor ama aceleden önünü ıslatıyor, bedia muvahhit de durumu fark edince, vasfi rıza açıklama yapmak zorunda kalıyor ve "sorma bedia, dışarı çıkınca yağmur başladı" diyor, bedia muvahhit ise muzipçe "tabi sen onu buluncaya kadar mevsimler değişiyor" diyor. hani böyle izleyicide, "eee, bu ne şimdi, ne gereksiz" hissi uyandıran bir anekdot. huysuz bile zoraki bir gülümsemeyle "daha edepli bir şey anlatmanızı tercih ederdim, en azından yaşıma hürmeten..." diyor asjfsflk.

    2- yine bir diğer saçma konu başlığı, fenerbahçeli eski futbolcu alex'in heykelinin dikilmesi hakkında. orhan kural diyor ki, "250 bin şehit verdik çanakkale'de, onlar için bir anıt yapıldı, bir de buraya brezilya'dan bir futbolcu geldi, türkiye'yi sömürdü, özel jetiyle 250 bin dolara gitti, bir de arkasından onun için bir heykel yapıldı, acaba çanakkale'de 250 bin şehidin kemikleri sızlamadı mı? herkes için heykel yapılmalı mı?" diyor. huysuz da "ne alaka aq" dercesine bakıyor önce. sonra güzel bir cevap veriyor: "çanakkale'deki heykeli devlet yaptırdı, futbolcunun heykelinin parası, herhalde bağlı olduğu spor kulübünden verildi, yani bunlar çok özele giriyor, ben bu sualinizi çok zekice bulmadım." diyor. daha ne desin adam, harika bir cevap...

    3- bir başka konu başlığı ise futbol, orhan kural futboldan hoşlanmıyor belli ki ve huysuz'u bu konunun içine çekerek "bir futbol maçı seyretmenin topluma bir tek faydası var mı?" diye soruyor. huysuz yine ustaca cevaplıyor ve: "o zaman şunu da söyleyebilirsiniz, senin yaptığın show'da ne var ki insanlar bunu izliyor dersiniz, onun arkasından bu gelir, futbolcu da kimsenin yapamadığını yapıyor, zevkleri münakaşa edemeyiz beyefendi." diyor. cevabın inceliğine bakar mısınız?

    bir noktada artık huysuz açıkça "beyefendi sen hoşlanmadığın şeyi, niye başkalarına zorla empoze ediyorsun? bu galiba profesörlüğün verdiği bir şey..." diye çıkışarak aslında tüm röportajın gizli niyetini açığa vuruyor. sorulan sorulara çanak cevaplar vermiyor yani, o kadar takdir ettim ki anlatamam.

    geneli son derece kabız ilerleyen sohbetin bazı anlarıysa eğlenceli diyaloglara sahne oluyor, şöyle ki;

    o.k.: vücudunuzu bağışladınız, çok hoşuma gitti.
    s.d.: niye vücudum sizi bu kadar enterese ediyor ki?
    o.k.: yani istifade... ben de düşünüyorum.
    s.d.: istifade etmeyi? (gülüşmeler)

    - & -

    o.k.: hayatınızda kürk giydiniz mi?
    s.d.: kürk?
    o.k.: kürk, hakiki hayvan kürkü?
    s.d.: hayır, giymedim.
    o.k.: giymediniz, çok teşekkür ederim.
    s.d.: yani hayvanlara acıdığım için değil, o parayı verip kürk alamadığım için. (gülüşmeler)

    şimdi ikisi de rahmetli oldu tabi, aralarında 6 ay bile yok.

    yaşadığı çengelköy'ü tanımlarken "sakin, sessiz, âsûde bir yer, burnumun dibinde insan yok, kalabalıktan nefret ediyorum." diyen huysuz'un ölümünden birkaç ay sonra mezarını ziyaret etmiştim. henüz kabri düzenlenmemişti, sadece başucunda bir tahta parçasına adı yazılıydı, hepsi bu. hemen yol kenarında, gelen geçene lâf atacakmış gibi duran bir mezarı vardı...

    onca sahne, show, televizyon, kabare, kalabalıklar, alkışlar... hepsinden uzakta... her kabir gibi sakin, sessiz, kendi deyimiyle "âsûde"... fakat yol kenarında olmasından mütevellit burnunun dibinden sıklıkla insanlar geçiyor. şimdi bundan, hayattayken olduğu kadar şikayetçi değildir umarım. :)

    bir huysuz geldi geçti bu dünyadan, ince bir ruh, kristalize bir zekâ idi.

  • 3 michelin yildizi'na sahip tokyo'da bir metro duraginda bulunan sushi resorani.

    tesadufen izledigim jiro dreams of sushi belgesel/filminde gordum ve izlemeyi birakamadim; ki gercekten inanilmaz seyler var hakkinda.

    usta jiro ono'dan baslarsak; cok zor bir hayat yasamis, deyim yerindeyse aile nedir bilmeden deliler gibi calisarak sushi ustasi olmus, yoshikazu ve takashi adinda 2 erkek evlat sahibi, 1925 dogumlu muazzam bir insan. kendisi bana japonlar hakkinda donen klasik geyiklere tam uyan bir profil gibi gorundu. deliler gibi calisan, her gun ayni isi yapan ve mukemmele ulasana kadar durmayan ve tatillerden nefret eden biri. haliyle de yillar icerisinde efsane mertebesine yukselmis.

    kendisi 3 michelin yildizi alan en yasli sef olarak guinness rekorlar kitabina girmis. ancak isin ilginc tarafi michelin yetkililerinin denedigi sushileri hep oglu yoshikazu yapmis aslinda. kendisi de zaten "aslinda herkes tum isi ustanin (benim) yaptigini zannediyor ama sushi bana gelene kadar zaten isin %95'i bitmis oluyor" diyor gulerek.

    ancak jiro usta sadece servisi yapip birakmiyor. oncesi ve sonrasi da var.

    oncesi;

    80 yasinda kalp krizi gecirene kadar balik pazarina kendisi gidermis hep. o gune kadar oglu bir kez bile gitmemis pazara. ki oglu dedigimiz de az once bahsettigim yoshikazu; yani michelin yildizlarini toplayan sushileri yapan adam.

    baliklari aldigi adam da ayri manyak mesela. 10 dakika kadar ton baliklari ve halden secilmeleri hakkinda konustu herif. sonunda da "jiro'nun ton baligi konusunda bize guvenmesi benim icin bir gurur kaynagi" diyerek bitirdi. seviye buralarda dolasiyor yani.

    pilav konusunda ise isi artik manyakliga getirmisler. pilav yapliyor, akabinde spatula gibi bir seyle yavas yavas ovuyorlar, sonrasinda yelpaze ile belirli bir sicakliga getirip ozel bir seye kapatiyorlar. "en iyi pilav vucut isisinin sagladigi sicaklikta servis edilmeli" diyor jiro. o kaplari da kendi ozel yontemleri ile kesfetmis.

    sonrasi

    bu kisimda da show devam ediyor. jiro insanlari izleyip kimlerin sag, kimlerin sol elini kullandigini saptiyor ve buna gore servis yapiyor. belgeselin sunucusu "aslinda biz onu izliyoruz gibi gorunse de, yerken o bizi izliyor" diyor. oturma duzenini ezberliyor ve kadinlarla erkeklere farkli boyutlarda sushi hazirliyor. cunku herkese ayni boyutta verilirse kisilerin aldigi tad orantili olmuyormus.

    restoranda 10 tane tabure var bu arada, o kadar. rezervasyonu 1 yil oncesinden yaptirmak gerekiyormus ve 20'lik bir set 350 dolar dediler sanirim. sureye vurdugunuzda dunyanin en pahali yemeklerinden biri oluyor. kisisel begeni olarak tartismali bir kisim burasi tabii. yine de emek inanilmaz. soyle ki;

    genc ciraklardan biri yaptigi omlet cesidi ustasindan onay alana kadar 200'den fazla denemeden gecmis ve bunun icin de 10 yil beklemis. bu kisim bana artik "yok ebesinin nikahi artik ya" dedirtse de hakim olmadigim bir konu sonucta diye saygi duydum. eleman "o an yumrugumu havaya kaldirip bagirmak geldi icimden ama kendimi tuttum tabi" diyor; sonrasinda da aglamis haliyle.*

    jiro'dan sonra mekani yoshikazu devralacakmis. diger oglu takashi ise kendi mekanini acmis bile. jiro kendisine "cok siki calis cunku artik geri donecek bir evin yok" demis. bu soz onemli cunku kendisine gore gunumuz genclerinin daha basarisiz olma sebebi ailelerinin yanina donebilme rahatligiymis. kendisinin zamaninda boyle bir sansi olmadigi icin "deli gibi calisip basarili oldum cunku kopru altinda ya da bir manastirda uyumak istemiyordum" diyerek basarisini buna bagliyor.

    belgeselde gordugum muhtesem sunum ve mutfagin isleyisi sayesinde cok merak ettim acikcasi ama aci gercek su ki hayatim boyunca asla gidemeyecegim bir yer. deger mi degmez mi o konulara hic girmiyorum bile ancak bir alanda bu tarz bir yetkinlik gelistirmis birinin urettigi seyi deneyimleyebilmeyi gercekten cok isterdim.

  • kaçırdığı golden sonra 16. yy'daki atalarına kadar sövdüğüm adam. attığı golden sonra da 16.yy'a kadarki bütün atalarının taşaklarını öperek özür diledim onlardan.

  • whatsapp, viber vb. uygulamalarin altina "program super ama internet olmayinca mesajlar iletilmiyor" diye 1 yildiz veren hatta imdb uygulamasinin altina "film izlenmiyor, insanlari kandiriyorsunuz" yazip 1 yildiz veren mallarin yaninda buna da şükür dedirten akıl fakirleridir.

  • başlığı altında saçma sapan entry'lerin girildiği takım. adam olsaydık da hatay'a 3-0 değil 1-0 yenilseydik. ya da 90+5'te kendi sahamızda rize'den 4. golü yemeyip 1 puan bari alsaydık. 76. dakikada 3-1 öne geçtiğimiz maçta beşiktaş'a 4. golü atıp şampiyonluğu genel averaja bırakmasaydık. şampiyonluk maçında averaj lazımken emre akbaba ve arda turan gibi el frenlerini ilk 11 başlatmasaydık. bunların hiçbirinin suçlusu hatayspor değil. 30 yıldır ankaragücü maçını konuşan beyinsiz adamlardan bi farkınız olsun.