hesabın var mı? giriş yap

  • ultrasonda görülen bir siyah yuvarlak karşısında; gözünün kenarından yaş akmasına şaşırmakla başlar.
    yıllardır süregelen ve nefret edilen regl ağrısı artık annelik işaretidir; sevilir. gülümseyerek; "gene ağrım var" denilir.
    günde bir paketi geçen sigara tüketimi bir anda sıfırlanır; krize girmeden, sinir küpü olunmadan, daha bir hafta önce "hastasıyım sigaranın, atın ölümü arpadan" derken bu kadar kolay bir vazgeçişe inanamayarak.
    bildik tüm beslenme anlayışı tepetaklak olur; mahalledeki gıda sektörü ile aramızda yeniden uçurumlar. iyi pişmiş etler, litrelerce sütler, ceviz, meyve...
    ve elveda kadim dost pizza, çılgın yarım ekmek kokoreç, biranın yanında midye dolma.

    bunca yılın "güzel kadın" tasviri değişir. keşke bir an önce kocaman olsa da şu göbek,keşke bir an önce tepki verse içimdeki güzellik. bel ölçüsü arttıkça artar mutluluk, içine girilemeyen her kıyafet bir gurur abidesidir.

    bu satırları 19 haftalık ikiz annesi olarak yazıyorum; anne adayı diyemiyorum artık; değil mi ki ekranda da olsa oğlum yüzünü dönmüş bana, kızımın hıçkırdığını görmüşüm, değil mi ki her akşam eve dönüş yolunda kıpır kıpır " yatır bizi, dinlendir" sinyallerini almışım; demek ki aleni bir şekilde anneyim. tüm rüyalarımda iki bebeğim, onlara birşey olmasın yakarışlarım, onlarsız hayatı henüz beş ay öncesi olmasına rağmen hatırlayamayışım, aldığım her kilo için bile sevinçten coşmalarım; en sevdiğim bel ağrılarım, şiş ayaklarım; anneyim artık.

    yıllardır hayal kurmadığımı hissediyorum; aklıma "biri bana 30.000 dolar maaş versin" fikri bile gelmemişti.
    oysa şimdi annemin nasıl olup da yarım saatlik gecikmem için felaket senaryoları yazdığını anlayabiliyorum.
    karnımı ve bardak altlığı boyutlarına gelen göbeğimi severken, kendimi bir anda ameliyat masasında görmeye başlıyorum, kahraman baba elimi tutmuş, işte oğlum geliyor ilk ("oğlum" diyebilmek bile ne kadar mucizevi bir nimet), -iyi mi?- diye soruyorum, ağlıyor canımın yarısı; pespembe hayal ediyorum, kara saçlı küçük burunlu, babasının aynısı, gözlerimi ondan ayıramadan kızım geliyor; belki saçsız belki tektük açık renk saçları, kısık gözleri, çok güzel olacak büyüyünce; bizim güzelimiz olacak.
    sonra odalarını hayal ediyorum; renkler hızla geçiyor gözümün önünden, henüz alınmamış sifonyeri oradan çekip buraya koyuyorum, kafamdan dolaplar yaratıyor, minik yorganlara resimler işliyorum.

    kocamın omzunda minik bir baş hayal ediyorum, huzurla uyuyor. aşk bu diyorum, iki kere üç kere aşk.
    sonra nasıl oluyorsa pas tutan hayal gücüm sınır tanımıyor, anaokulu müsameresindeki tavşanlar içinde bizimkileri ayırdetmeye çalışıyorum; ilkokul seçemiyorum, servislerden ödüm kopuyor, birisi okumayı söktüğünde ötekinin sarkık dudağını görüyorum, süs havuzuna giriyorum küçüklerimle birlikte, çimenlerde kaplumbağa gezdiriyorum, eve muhabbet kuşu alıyorum, sokaktan getirilen köpeğe onay verecek miyiz diye kocamla tartışıyorum, kızıma mezuniyet giysileri tasarlıyorum, oğlumun yüzünü tuttuğu takım renklerine boyamasına yardım ediyorum, dördümüz yemeğe oturuyoruz balkonda, oğluma azıcık rakı koyuyor babası, elin kızı üzmüş, gözleri nemli nemli. kızımla ben bir içli şarkı söylüyoruz ona.

    hayal gücüm geri geldi, anneliğin sihirli deyneği deydi bana. sayısala ilişkin en büyük hayalim zorlasam 2 trilyonda kalırdı, hayal gücümün sınırı 4 katrilyona yetmezdi. şimdi kocaman ufkum; madem ki hem ikizim olacak, hem de bir kızım bir oğlum, artık dünyada sınır yok bize, hayallerimize.

    korkum yok gelecekten; çünkü o kadar kocaman ki içimdeki aşk; herşeye karşı koruyacak onları.
    şu yaşadığımız kin dalgasından bile. onlar anne ve babaları gibi olacak biliyorum; ırk nedir bilmeyecekler, insan olacak özneleri, sevmeyi öğreteceğim onlara, bir avuç topraktan daha çok insanı ve memleketi sevmeyi.
    benim bebeklerime çok yakışacak rengarenk giysiler, sadece kan kırmızısı sevenlere inat, dillerine türkü yakışacak her dilde, bir kez bile olsa kına yakacağım kızımın eline, kokusunu bilsin diye,
    tepkisiz olmayacaklar, ne denilirse inanmayacaklar, güdülmeyecek bebeklerim, benim kanatlarımdan bile güçlü olacaklar.

    anne olmak bir acaip şey; şimdiden beşer hayat yaşadım ikisi için, biner kere üzülüp biner kere sevinip ağladım, kendime ömür biçtim onbin kez, yetmedi, doğmamış bebeklerime doyamadım ne 50 ne 60 senede.

    hala bir garip gelse de anne oldum ben, gözlerimin arada uzaklara dalmasından belli.

  • + hello sir, i am calling you on behalf of mr.topal
    -mr who?
    +topal
    -could you please spell it?
    +yes sir :

    "t" as train
    "o" as oslo
    "p" as prince
    "a" as arthur

    and

    "l" as lüleburgaz...

  • merhaba, ben enes ünal.

    a milli futbol takımı ve villarreal takımı oyuncusuyum.

    sosyal mecralarda mümkün olduğunca yer almaya ve trendleri, gelişmeleri, eleştirileri takip etmeye çalışıyorum. ekşi sözlük de bu mecralardan birisi. diğer mecralarda karşılıklı diyalog kurma şansım var, burada da bu diyalogu bu şekilde sağlamak güzel olur diye düşünüp bu uygulamaya dahil oldum.

    1 saat boyunca sözlük formatına uymaya çalışarak, sorularınıza cevap vermeye çalışacağım.

    kanıt

    edit: soru-cevap sona erdi, bu akşam için sizlere teşekkür ederim.

  • ucak yolculugu sirasinda degil de sonrasinda sinir eden olaylarin basinda, ucak yolculuklari ustunden fakir edebiyati yapilmasi geliyor.

    40 liraya yurtici, 20 euroya yurtdisi seyahat yapiyorsun, artik bu bir statu sembolu degil ki bunun muhabbetini yapanlar seni ezmeye calisiyor olsunlar.

    tis arkadaslarim ayda ortalama 15-20 kere ucuyorlar. yoneticilerim icin bu rakam muhtemelen 30'dur. george clooney'nin up in the air filmindeki gibi bir hayati yasayan milyonlarca insan var: her gittigim havaalaninda, otelde goruyorum; yanyana ama yalniz basimiza kahvalti eder, konusmak yerine laptoplarimiza bakariz. klon ordusu degil de drone ordusu.

    tabii bu kesim de yine gorece azinlik. ama kriteri, ne bileyim, senede en az bir kez ucmaya cektigin zaman bir anda yuz milyonlara ulasiyorsun.

    her gun avrupa havasahasindan 30 bin ucak geciyor. bunun mukemmel gorselini kacirmayin bu arada.

    bir yandan istanbul dunyanin en cok direkt baglantili hubi, bir yandan da hala bunu bir statu sembolu olarak gorecek kadar dunyadan kopuk vaziyetteyiz. gelir dagiliminin boktanligi ve agir calisma sartlari elbette bunda buyuk rol oynuyor. ama acliktan agzi kokacak kadar fakir olmayan herkes senede bir kere ucabilir.

    ***

    ucak yolculugu sirasinda sinir edenler:

    -ter kokusu. artik iyice bosverdim, ter kokanlara koktuklarini soyluyorum. milletin ortasinda rezil edercesine degil, sadece onlarin duyabilecekleri sekilde. boyle birseyi samimice birinden duymak insanlarin daha once tecrube ettikleri birsey olmuyor, sasiriyorlar. sadece o sasirmaya deger.

    -bebek aglamasi. yapacak birsey yok. kulaklari tikaniyor basinctan, acamiyorlar ve bu onlara aci veriyor. sakin aglamayi duymamak icin kulak tikaci filan kullanmayin buna karsi, sonra basinc degisikliginde kulaginiz tikali kalir, zar yirtilmasina kadar yolu var.

    -namaz sov yapanlar. bunlari iki uc kez uyarip, sona kargo bolumune kapamak lazim. ucak turbulansa girecek, pilot ikaz vermis, salak hala koridorda dua ediyor. hava bosluguna dussek, 80 kiloluk vucudu bir kalas gibi birinin boynunu kirabilir.

    -ucak iner inmez ayaga kalkanlarin nesli giderek tukeniyor. en son ne zaman gordugumu hatirlamiyorum bile. ama ucak taksi yapar yapmaz piston assagi indi moduna girenler hala onemli bir demografi. bunlara hitap eden bir parti kursak akpyi deviririz. kapinin acilmasina en az 5, yurumeye baslamana 10 dakika var. ecis bucus duracaksin oyle, agzinda onundekinin cantasi, kicinda arkandakinin gitari. ilk defa ucanlari tenzih ederim ama onlarin orani yuzde 5-10'tir tas catlasa, geri kalanlarin da birkaci baglantiya yetisecekler ve o kazanacaklari 10 saniyeye ihtiyaclari var desek, her ucusta duzinelerce insan dusunmeden davranan suru hayvanlari olduklarini kanitliyorlar.

    -elektronik aletlerin tum ucus boyunca, ucus modu dahil, kullanimini yasaklayan havayollari. ucakta calismak imkansiz oluyor.

    -arkasina bakmadan zart diye koltugu yatiranlar. bacagima vuruyor, elimde icecek olabilir, vs. bunlara bir iki saniye sure veriyorum, hani bazen koltuk kontrolsuzce yatiyor, belki donup geri alirlar diye. tinmiyorlarsa, direkt tekmeliyorum koltugu. sonra donup bana cemkiriyorlar. diyorum "ya ben otobuste senin kucagina otursam, sen de beni itince "ama efendi gibi derdinizi anlatsaniz, niye itiyorsunuz" desem?". o vakitten sonra insan gibi konusmaya basliyoruz. insan gibi diyalog olmazsa, bilin bakalim kim kazaniyor? toplu tasimanin altin kurali sudur: arkandakiyle arani bozarsan gotu kaybetmeye mahkumsun.

    -gecikmelerin nedenini aciklamayan pilotlar. psikoloji ogrenmiyorlar mi? tabii ki gecikmemizin suresini degistirmeyecek aciklamalari, ama havayolu acisindan asil sorun gercekte beklenilen sure degil, yolcunun algiladigi gecikme suresidir. ve sen birine gecikmesinin nedenini aciklamazsan, o algilanan gecikme suresi gercek sureden fazla olur. bunun hakkinda dunya kadar deney var. havayollari da dunya kadar parayi pazarlamaya harciyorlar. bir yerde bir kopukluk var.

  • bu tarz olaylarda ben çocuğumun eline çöp batmasın diye şöyle böyle yapıyorum diye anlatanlar etrafa nasıl bu kadar pembe bakıyorlar merak ediyorum. herhalde zannediyorlar ki herkes en az onlar kadar pamuk hayatlar yaşıyor ama masallardaki gibi sırf kötü oldukları için kötülük yapıyorlar. onları kendileriyle karşılaştırabilecek kadar benzer hayatlar yaşadıklarını zannediyorlar sanırım. sizin çocuğunuza nasıl güzel baktığınızla bu olayın ne alakası var bilmiyorum. o kişinin hayatına doğsa belki daha beterini yapacak adam kendi iyiliğini anlata anlata bitiremiyor. zannetmeyin ki çok mükemmel olduğunuz için böyle üzerine titriyorsunuz çocuğunuzun, sadece buna imkanınız var. kadın kötü ama biz iyi miyiz onu henüz bilmiyoruz, o yüzden karşılaştırmanın pek bir anlamı yok.

  • biz ona kısaca komünizm diyoruz. niye etrafından dolaşıyorsun milli koruma kanunu bilmem ne diye liboş memo? yalnız komünizme geçeceksek özel mülkiyet kalkacak, senin o yalın falan hep elden gider söyleyeyim. bu çeşit devrimler ilk önce senin gibi yiyicileri vuruyor.

    ha bu arada, devlet şu doğalgaza, elektriğe, akaryakıta zam yapanları da bi cezalandırsın olmaz mı? ulan memo, geldin gidiyon, bi şey kadar bile değerin yok kimsenin gözünde.

  • belit: bi dakka anne şu filmlere bi bakıyım...
    anne: korsan diil mi kızım bunlar?
    belit: evet ööle, bi dakka bişeye bakmaya çalışıyorum...
    anne: (satıcıya döner) hmm, demek korsan bööle oluyomuş.
    satıcı: biz diiliz hanımefendi cd'ler korsan...
    anne: haa...