hesabın var mı? giriş yap

  • - tuvalet tek kişiliktir ve pvc tipi plastik kapıya sahiptir.
    - tuvaletin konumu bir basamak yüksektedir.
    - lavabonun olduğu bölmeye girerken şangırtılı bir ip ve boncuk kümesinin içinden geçilir.
    - lavabo bir hayli küçüktür.
    - sıvı sabunun %70'i sulandırılmış olup, yoğunluğunu kaybetmiştir. düğmesine basınca üstünüze başınıza sıçrar.

  • (bkz: cinsiyetçi erkeklerin iq seviyeleri)
    edit: başlığı açan yazara baktım, daha önce öldü insanlık diye bir başlık açmış ve özgecan için duyarlılık kasmaya çalışmış. özgecan'ı da insanlığı da öldüren sensin kardeşim. katil sensin işte. bir suphi gibi davranmana gerek yok illa. açtığın şu başlıkla öldürüyorsun kadınların psikolojilerini. yakılan, öldürülen her bir zerremizden suphi kadar sorumlusun sen de.
    debe editi: bir akşam vakti, ekmeğini kazanmak için gittiği yerde tecavüz edilip boğulan, üstünde sadece iç çamaşırıyla çay üstünde cesedi yüzen, ablasının elleri süt kokulu kuzusu cansu kayayı hiç unutmayın olur mu?

  • bana sanki danimarka, isveç, izlanda'da falan yaşadığım sanrısını yaşatabilen kanun.

    hayret. halk düşünülmüş.

  • genellikle harika olduğu söylenen birçok sit-com u 1 yıl sonra izleyemezsiniz, tahammül bile edemezsiniz. 'ne yavan esprilermiş' 'bunun nesine gülmüşüm' dersiniz.. seinfeld'in 1993 yılında çekilen bölümlerini izliyorum. gerçekten bir dizinin fenomen olması çok başka bir şey.. aradan o kadar yıl geçmiş ve ben - kimbilir kaçıncı kez - izlediğim hemen her bölümde dolu dolu kahkahalar atıyorum.. bundan 10 yıl önce nasıl aynısını düşünüyorsam, sanırım bundan 20 yıl sonra da aynısını düşünüyor olacağım. bu dizi bence dünyanın başına gelmiş en iyi şeylerden biri..

  • çoğu kişiye göre geç yaşta ve öncesinde hiç araba sürmeden kursa kaydolan ve ilkinde geçen biri olarak ben de bir kaç tavsiye vereyim.

    öncelikle arabanın çalışma mantığını önce bir oturtun. debriyaj ne işe yarar, vites geçişleri niye var ve niye/nasıl yapıldığı gibi vs vs gibi soruları başlarda sormaktan çekinmeyin.

    ardından derslerde düz ezbere gitmeyin, araba kontrolünün sizde olduğunun farkında olun. mesela düz yolda kavisli kavisli gidin, arada bi birden fren vs tutun, hızlanın. hem özgüven gelir hem de kontrolün sizde olduğunun farkına iyice varırsınız.

    diğer bir nokta, ki en önemlilerinden! fazla anlam yüklemeyin ve heyecanlanacak birşey olmadığının farkına varın. tabelaları doğru dürüst okuyamayan, bir el arabasını doğru dürüst süremeyecek adamlar alıyor ehliyeti ve ehliyet çok hayati birşey değil. illa öyle ya da böyle alırsınız. milyonlarca insanda var zaten. yani kısacası heyecan yapacak kadar anlam yüklemeyin, bence en çok kalma sebebi heyecandan kaynaklı. ben hiçbir zaman aşırı araba sevgisine sahip olmadım, 18ine girince hemen ehliyet alayım demedim, toplumdaki dingil şoförleri görünce çok kolay birşey olduğu inancına vardım ve hiç zorlamadan doğru dürüst dersleri bile almadan geçtim.

    hatta sınavda bile sıkıldım ve önlerde olan diğer aday sürücüler yavaş gidince sıkılıp solladım onları.

  • doğru söylemiş. bunları takip edenler de bunlar kadar zavallı.

    makyajcı bir varoşu takip edip, her gün yeni makyaj stili mi öğreniyorsunuz? ne kadar meraklısınız komisyon alarak giydiği şeyleri şurdan aldım, burdan aldım diyenlerin attığı linklerden alışveriş yapmaya.

  • burada simdi tam su anda bir kavga basliyor.
    ben de taraf olayim bari.

    madem 5 ay sonra yenecek, seni de simdi oldursunler fark etmiyor bu mantiga gore. nasil 30-40 yil sonra oleceksin.

    su kodumun ego yuklu insanlarinda bulunan tum dunya benim icin yaratildi sanrisi oldugu surece daha cok canlar gidecek boyle.

    ulan et yenir bu doganin kanunu ama yeri geliyor aslan, cita bile bebeklere dokunmuyor lan. koskoca adamlar 20 gunluk hayvani yiyor, hadi yedin gelip bi de yayginlastirmak icin reklamini yapiyor.

    vedat milor'u cok severim ama burada kendisi iyi yapmis da diyemem.

  • bu maganda barzolara bunları yapma cesaretini verenler utansın. ulan şu iki kızcağızdan birinin silahı olaydı da herifin ağzına sokup ağlatsaydı keşke. ama olacak olan en fazla ifadesi alınır sonra serbest bırakılır. illa eşin dostun olacak bir yerlerde yoksa adalet tecelli etmez.

  • forbes verilerine göre piyasa değeri 65 milyar dolar olan, dünyanın 322. en büyük ve 24. en değerli markasının cehennemi dünyada yaşatma eylemidir.

    new york st. john üniversitesi spor departmanı, kendi çalışanlarına nike ürünleri giydirmesi karşılığında nike firması ile 3,5 milyon dolarlık bir anlaşma yapıyor. jim keady isimli yardımcı futbol antrenörü ise sweatshop tarzı imalat yapan bir şirketin reklamı olmayı kabullenemiyor ve istifa ediyor. kendisini de nike'ın insanca üretim yapmadığı fikrini kanıtlamaya adıyor. idealini kanıtlamak uğruna, nike'ın endonezya'daki firmasındaki şartları göz önüne serebilmek için nike fabrikalarının birinde gönüllü çalışmak istiyor. itibarlarının zedeleneceğini anlayan şirket jim keady'yi hiç sallamıyor haliyle.

    jim keady idealinden vazgeçmiyor. savunduğu şeyi ispatlayabilmek için endonezya'daki işçi köyünde yaşamayı ve işçi maaşıyla geçinmeyi kafasına koyuyor. işçilerin kazandığı miktar olan günlük 1.25 dolarla yaşamaya başlıyor.

    bir ay içinde 11 kilo veriyor. üstünde sanayi dumanının eksik olmadığı o yerleşim biriminde havalandırması olmayan 8 metrekarelik beton kutularda yaşıyor. düzgün olmayan beton zemine serilmiş örtülerde uyuyor, üstelik o örtüler de fabrikanın çevreye saçtığı zararlı maddelerle kaplanıyor. tuvaletlerin giderleri her sokağın iki yanından akan açık lağımlara verildiği için o yerleşim yeri devasa böcek ve farelerden geçilmiyor.

    günlük harcama limiti 1.25 dolar ve bu miktar iki küçük porsiyon sebzeli pirinç lapası ve birkaç muza yetiyor. sabun ve diş macunu ihtiyacı olduğu zaman yemekten kısmak zorunda kalıyor. bütün işçiler haftanın altı günü (bazen de pazar günleri) sabah 8'den akşam 8'e kadar çalışmak zorunda. fazladan giyecek bir elbiseniz yok ve sabah giydiğiniz giysi iş çıkışında gözle görülür derecede kirleniyor. minimum yarım saatinizi o giysiyi elde yıkamaya harcıyorsunuz. kadınsanız, özel günlerinizde bile herkese verilen günlük iki adet tuvalet molasına uymanız gerekiyor, bu nedenle pantolonunuzdaki kan lekelerini saklamak için belinize bir şal bağlıyorsunuz.

    bu şartlara katlanmak zorundasınız. sesinizi çıkardığınız anda işinizi kaybediyorsunuz. hizmet ettiğiniz sermaye dünyasının gerektirdiklerini karşılama mecburiyetindesiniz.

    jim keady bütün bu gözlemlerini bir belgeselde anlattı. bunun üzerine endonezya hükümeti asgari ücreti yükseltti, fakat buna karşılık gıda, su, gaz ocağı yakıtı, giyim ve yaşamak için gerekli tüketim maddelerinin fiyatlarını da aynı oranda yükseltti.

    işçilerin "acaba kendim mi yiyeyim, yoksa çocuğuma mı yedireyim?" şeklinde bir düşünceye sahip olduğu bir dünyada eşitlikten nasıl söz edilebilir ki?

    nike işçileri hayat zorluğundan yedikleri darbe kadar bir de amirlerinden darbe yiyorlar. 23 yaşındaki bayan işçi amirlerin sinirlendiklerinde kendilerine ayakkabı fırlattıklarını söylüyor. jakarta'nın dışındaki bir fabrikada bir saatte 60 çift ayakkabı üretme hedefini başaramayan 6 adet kadın işçiye müdürleri tarafından 2 saat boyunca kızgın güneş altında bekleme cezası veriliyor. adalet bu ya, sendikalı işçilerin şikayetleri sonunda o cezayı veren müdür yalnızca uyarı cezası alıyor!

    sivil toplum örgütlerinde sweatshop'larının maruz kaldığı tepkilere karşılık nike firması taşeron konumdaki imalathanelerin başkalarına ait olduğunu, bu nedenle herhangi bir değişiklik yapma imkanı olmadığı cevabını veriyor. üniversitelerde yapılan bilinçlendirici konuşmalara ise sürekli olarak bu konuşmaları yalanlayıcı nitelikte paketler ve editör yazıları göndermeye devam ediyorlar.

    işin kötü tarafı endonezya'daki nike işçilerinin standartların ikiye katlanması 1.63 milyar dolarlık nike reklam bütçesinin yalnızca %7'sine mal oluyor. sömürü dünyası, kendileri için bu kadar küçük bir hamleyi bile gereksiz buluyor, belki de işçilerine insan gözüyle bakmıyor, onları bir köle veya mankurt olarak görüyor.

    edit: bilgiler jim keady'nin john perkins'e yazdığı bir mektuptan ve huffingtonpost'ta endonezya'daki nike işçilerini anlatan bir makaleden geliyor. yukarıdakiler, o yazıların tarafımca incelenip gereksiz yerlerin atılması-gerekli yerlerin vurgulanması sonucu oluştu. bire bir alıntı değil.