hesabın var mı? giriş yap

  • son yıllarda beşiktaşımıza gelen en efektif futbolcu olduğu yetmezmiş gibi tam bir karakter abidesi de olan topçumuzdur. seneye tolga'nın durumu ne olur bilinmez ama eğer kalırsa kaptanlık bandını da kendisine takmamız lazım. ayrıca bildiği diller sayesinde takımda en fazla futbolcuyla anlaşıp iletişim kurabilen oyuncu da mario gomezdir muhtemelen. ana dili almanca olan almancılarımız ve vatandaşı beck malum zaten, geri kalan yabancılarımızdan kanadalı-arjantinli-brezilyalı-portekizli-ispanyol olanlarla da zaten ikinci dili olan ispanyolca ve advance ingilizcesiyle (maç sonu röportajlarını inigilizce veriyor zaten) çok rahat iletişim kuruyordur. geriye bir tek mustafa pektemek falan kalıyor, onla da muhatap olmasın zaten, ne gerek var, pektemek gitsin almanca öğrensin peşinde gezsin gomez'in.

  • bi gün tartıştık hatunla, çok sinirlendim, tam o an göz göze geldik telefonumla, karar verdim, çakıcam duvara. çok sinirliyim olm, çok artisim, kuzeyim adeta, gıli gıli salihim, rıza babayım, gecelerin yargıcıyım. lan sonra bi aklıma geldi daha ödenmemiş en az 7-8 taksidi var ibnetorun, baktım hatunun telefon eskilikten ölecek, kaptım kızın telefonunu fırlattım duvara, paramparça oldu lavuk. tamam çok havalı olmadı ama rahatladım acayip, yattım uyudum mışıl mışıl.

  • adam gol atmış hala asker selamı diyen adam var amk. vallahi siz egitilmezsiniz. adam gölü atmasa soyunma odasında kendi kendimize verecektik asker selamını.

    atamın da dediği gibi "vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır"

  • elinizde öyle bir güç var aslında acun bey.

    yüzlerce ve belki de binlerce acun medya çalışanı için işe başlama saatini 10:30 'a çekebilirsiniz rahatlıkla. türkiye'deki ve avrupa'daki pek çok firma gibi dilerseniz haftada 4 günlük çalışmaya bile geçebilirsiniz. bu güç pekala elinizde.

    birileri önderlik etmeden, emsal teşkil etmeden hiç bir şey değişmez. haydi. koyun elinizi taşın altına. yoksa bu söylem basit bir goy goydan öteye geçmez.

    edit : çok fazla itiraz geldi. doğru olduğunu var sayıyorum. acun bey zaten bu uygulamaya geçmiş. bize de canı gönülden alkışlamak düşer. ondan da bunu bekleriz zaten. bravo

  • ya bu yabancılar daha dürüsttür algısını kim oturttu zihnimize. her yerde sahtekar düzenbaz adam çıkar. ama medeni toplumlarda kurallar o kadar iyi uygulanır ki bu adamlara fırsat verilmez.

    türkiye'de siyanürle altın çıkaran kanadalı firma ne kadar sahtekar, çevre düşmanı ve kötü değil mi? peki bunu kanada'da yapabilir mi ? hayır.

    yani işin özü bizim kurallarımız ve sistemimiz iyi olmadıkça, en doğru ülkeden en doğru insanları getirin onlar da yozlaşır.

  • şehir hayatının değil, tembelliğin bize sunmuş olduğu bir mutsuzluk hareketidir. her şeyi de şehir hayatına bağlayıp, onu suçlamaktan vazgeçin. şehirde yaşayan sadece siz değilsiniz. nice insan var her akşam evinde tenceresi kaynayan.

  • yazıdan çok fotoğraftır.

    "halkı aşağılıyor" diyenler, yolsuzluk yapan, halkın parasını çalan ve aptal yerine koyanların halkı yücelttiğine inanıyor heralde.

    o zaman da bekir coşkun'un paylaştığı fotoğraf haklı çıkıyor.

  • ah sizin derdiniz dert midir, benim derdim yanında?

    çıktığım ilk kızdı, ilk ve son randevumuz oldu...

    danışman göreviyle midir, bodyguard niyetiyle midir bilmem, yanında çam yarması gibi bi kızla çıkageldi. davet benden gelmişti, serde de centilmenlik var, hayatta hesabı ödetmem ama bu üçüncü şahıs yoktu ki gündemde? bütçe desen kısıtlı, finans nanay o günlerde...

    sonradan öğreniyorum yemek işini halletmişler; benimle buluşmadan önce ikisi kadıköy’ün ara sokaklarından birinde bişeyler atıştırmak istemişler, abla da orda dört tane kıymalı gözlemeyi gömmüş. yarasın.

    ama yaramamış işte... biz oturduk kafeye, bişeyler içtik, lakin iki lafın belini kırmak ne mümkün? abla devamlı karnını tutup inliyor. ben o an gözleme olayından bihaberim, regl sancısı diyorlar bana. abla gözlerimin önünde boncuk boncuk terliyor, titreme de var hafiften, durum iyi değil...

    derken bi hışım kalkıp tuvaletin yer aldığı ikinci kata yöneliyor, fakat döner merdivenin metal basamağına attığı ilk adımla beraber tökezleyip düşüyor ve düştüğü yerde bildiğin altına sıçıyor abla.

    çıkmaya çalıştığım kızla kafeden çıkıyoruz, karşı sokağa geçip cebimdeki son parayla alış veriş yapıyoruz, uygun bi don seçip ablaya getiriyoruz. özürler, kusura bakmalar, mahcup oldumlar... ya gözleme dokundular, ya açık ayran bozdular...

    ne demek canım diyorum, insanlık hali. apar topar vedalaşıyoruz çıkmaya çalıştığım kızla, artık kafam nasıl allak bullak olduysa bilek güreşi tutuşu gibi bi tokalaşmayla ayrılıyorum mekandan. bir daha ne o beni arıyor, ne ben onu soruyorum...

  • " biz 'orspu' deyince kabahat, "emre aydın, başka adamlarla, başka şehirlerde" deyince romantik oluyorsa skerim böyle üslup farkını.. "

  • sırf sayelerinde ptt 1. ligini seyretmemi sağlamış klüptür. kiminle oynuyorlarsa karşı takımı tutuyorum. zaten ben seyretmeye başlayalı 1. sıradan 4. sıraya indiler. benimle dalaşılmaya pek gelmez diyorum arkadaş.

  • kabaca sebebi yeryüzünü oluşturan toprak ve kayaların tuz ihtiva ediyor olmasıdır. yağmur suları karbondioksit içerir. bu yağmur damlalarını asidik hale getirmektedir. asidik haldeki yağmur kayalara yağdıkça, onları eritir ve iyonik hale geçer.

    yağışlar ve akarsularla okyanus ve denizlere inen bu iyonik maddenin çoğu deniz florasınca tüketilir. hem bu tüketim işleminden sonra açığa tuz çıkar; hem de bu sulardan arta kalan tuz suda birikir. sonuç olarak denizler tuzlu olur.

    tuzun yoğunluğu ise, mevsim şartlarına; buharlaşmaya; iklim özelliklerine ve topografik yapıya göre değişiklik gösterebilir. bu da o alandaki suyun kaldırma kuvvetini etkiler vesaire vesaire...