hesabın var mı? giriş yap

  • birgün'ün haberine göre çevre ve şehircilik bakanlığı'nın elazığ ve malatya'daki depremin ardından enkaz kaldırma çalışmalarının fotoğraflanması için 60 günlük hizmet karşılığı 415 bin lira ödemesi durumu. iki şirketin davet edildiği ihalede teklifi geçerli olan tek şirketin akp ankara il başkan yardımcısının şirketi olması ise gerçekten büyük bir sürpriz.

    https://twitter.com/…tatus/1266217702823063554?s=19

    her şeyi rant olarak görebileceklerini biliyorduk da bu nedir artık arkadaş. bir kişi gelsin şunu savunsun, çevre bakanlığında fotoğraf makinesi ve fotoğraf çekebilecek memur mu yok? yazık günah ya.

  • tüm korkakların suratlarına geçirdikleri maskedir.

    şimdi efendim, bildiğiniz üzere, person kelimesi kökenini latincedeki persona'dan alır. bu da "maske" demektir özünde ve tiyatrodaki karakterlere gönderme yapar. kent toplumunun oluşmasıyla birlikte bir kamusal hayat/özel hayat ikiliği doğmuştur ki; bu konuyla hannah arendt hanımefendi insanlık durumu adlı eserinde özenle ilgilenmiştir.

    kamusal hayata karışan birey, kendine bir kişilik seçmek zorundadır; zira kamusal alan aynı zamanda yabancılaşmanın alanıdır. iktisadi ve siyasi ilişkiler üzerine bina edilip tüm kültürel üst yapı da bunun üzerinden şekillendirilir. çok kısaca, insan, kamusal olanda "kendi" olanı bulamaz; yüzüne bir maske geçirmek zorundadır ki karşılacağı olası durumlara karşı maskenin, yani kabuğun altındaki hassas ve yumuşak dokuyu; fakat aynı zamanda girift ve düzenden yoksun özü koruyabilsin.

    antik yunan felsefesinden, antik roma'ya; oradan bizans ve islam kültürüne, persona'nın ne olması gerektiği; kamusal/özel ikiliğinin nerede başlayıp nerede biteceği hep konuşuldu, tartışıldı. devlet kapitalizmlerinin uygulandığı fordist dönemde de, süreç pek farklı değildi açıkçası. lakin ne zamanki uluslararası şirket kapitalizmleri* gemi azıya aldı; işler o noktada değişmeye başladı. kamusal ve özel alan arasındaki sınırlar müphemleşti, hatta birbirine karıştı. birey, persona'nın ardındakini koruma noktasında daha güvencesiz hale geldi. bu noktada geriye yapılacak tek bir şey kalıyordu;

    ya herro ya merro

    "özgüven" dediğimiz şey, işte yukarıdaki deyişteki herro'dur. merro olup kamusal hayatta incitilmek istenmeyen birey, herro olup, başkaları onu yargılamadan ve ezmeden önce önlemini almak zorundadır. tabi bu zorunluluk, devasa bir uzmanlar sektörüne de yolu açmıştır; psikologlar, kişisel gelişim uzmanları, yazarlar, youtuberlar vs. herkes bireye nasıl özgüvenli olacağını ve kendisini nasıl koruyacağını anlatmaya başlamıştır. hayatta karşılaşılabilecek tüm koşullara karşı tek bir "özgüven tipolojisi" geliştirilmiştir, ve beklentiye göre bu tipoloji bireyi koruyacaktır. lakin yaşamdaki belirsizliklerin sayısı sınırsızken, maskenin kapsam alanı kısıtlıdır. birey, kapsam alanı dışına çıkıp belirsizlik ve yenilgiler ile karşılaştığında; bilgisizliğinden ötürü maskenin amacını değil, niteliğini sorgulamaya başlar. "şöyle yapsaydım" der, "burada böyle davranmak lazım" der; tüm olasılıkları kapsayacak bir meta maske geliştirmeye çabalar, fakat bunu yaparken psikolojik anlamda kendini tükettiğinin farkında değildir.

    bu noktada şu soruyu soruyorum kendime. nedir bu özgüven? kişinin özüne güvenmesi mi? eğer öyleyse hangi özden bahsediyoruz peki, insan karakteri bu derece girift ve tabakalıyken? olmakta olan şu; neoliberal dünyaya adım atan insan, kişiliğini mümkün mertebe yontup tek tipleştiriyor ve diyor ki işte bu benim özüm ve ben buna güveniyorum. buradaki sıkıntı ise, sadece kişiliğin tep tipleşmesi değil; her koşulda, yaratılan bu tek tip öze güven duyacak olmak. böyle bir şey mümkün değil. kendime neden her koşulda güven duyayım ki? bu çok yorucu değil mi? insanın bildiği ve bilmediği şeyler vardır. bildiğim şeyler hakkında konuşma hakkımı kullanırım. bilmediğim şeyler hakkında ise ya izleyip nasıl yapıldığını öğrenir, ya da susarım. bunun aksi, insanın psikolojik manada yıpranmasına ve karakterin derinlik algısının yoksunlaşmasına yol açar. ki zannediyorum ki, günümüz insanının bu derece yüzeysel ve bomboş olmasının sebeplerinden biri de budur.

    bir korkak değilseniz eğer, suratınıza özgüven maskesini geçirmeye ihtiyacınız yok. kontrol altına almaya çalışan insan, kendi kurduğu sistem tarafından kontrol altına alınacaktır; o artık özgür değildir. yaşamın tüm olasılık ve belirsizliklerine açık olan insan ise gerçek anlamda özgürlüğü tadabilecek olandır. burada, kamusal/özel alan kaynaşmasına karşı alınabilecek önlemler de söz konusu tabi ki. mümkün mertebe, neoliberal kitle sosyolojisinin beklenti ve şiddete varan baskısından uzakta kalmayı seçebilir birey. bunu yapmak için de, özgün bir etik anlayışı geliştirip o felsefe ile hayata karışabilir. elbette tek bir doğru felsefeden bahsedilemeyeceği için, bu herkes için farklı olacaktır.

  • normalde eylülde yapılan programı hemen nisana çekerek seçimlere meze yapan akp'li damadın zırvalarıdır.

  • - güneşte hemen kızarırlar, amele gibi olurlar, bronzlaşmak nedir bilmezler.
    - sivilce, morluk, leke gibi şeyler kabak gibi belli olur.
    - her renk yakışır.
    - saçlarını kızıla boyamaları tavsiye edilir.
    - bu özelliğe sahip olanlar; çok şikayetçi gibi görünüp, aslında kendi övme, farklılığını ortaya koyma derdiyle yanıp tutuşurlar.

    evet 300 küsür entry'yi 5 maddede özetledim. yeter amk anladık beyazsınız, irlandalısınız, bir susun artık.

  • lanet olsun, içim pişti yemin ediyorum.

    ekmeğinin peşinde gencecik birisi bir boka yaramayan asalak yüzünden hunharca hayattan koparılıyor.

    bak ne olur böyle %100 tespitli suçlara idam gelsin ne olur artık!

  • başlık: halifeliği kaldıramıyorum beyler acil

    1.uninstall'ı silinmiş, ekle kaldırda görünmüyor nasıl yapıcaz acil bi el atın la
    (bozbaykurt ?, 18.11.2012 05:35)

    5. atatürk modunda çalıştır panpa
    (mikaraguaying ?, 18.11.2012 05:39)

    6. saltanat dosyasından önce sildiysen kalkmaz o. meclisi yeniden toplayacan mecbur. üff işin yoksa uğraş dur. ya da cumhuriyet kur kesin çözüm. tasarımı da güzel
    (vay babanin genzine ?, 18.11.2012 05:39)

    10. @6 panpa cumhuriyeti kurmuştum crack bulamadım amk 30 gün sonra uyarı verdi otomatikman halifelik yüklendi kafayı yicem beyler yardım!
    (bozbaykurt ?, 18.11.2012 05:44)

    12.@10 nutuk atmayı denedin mi? çünkü sistemde sorun olabilir. nutuk at bi öyle kur. bakalım nolcak.
    (vay babanin genzine ?, 18.11.2012 05:46)

    16. olm daha dili değiştirceksin bi ton iş lan seninki de
    (kanatsizmarti ?, 18.11.2012 06:14)

    19. görev yöneticisini aç abdülmecit.exe çalışıyosa durdur de
    (sivilceli liseli ?, 19.11.2012 09:17)

    21.yeniceri_32 yi sil
    (syrmana ?, 19.11.2012 09:21)

    27.bilgisayarına tayyip virüsü bulaşmış olabilir
    (olmazsa olmazim ?, 19.11.2012 09:38)

    29. darbe 1980 v2.0 ek paketini yükle olmadı format at pc ye düzelir zaten
    (fatboyselim ?, 19.11.2012 10:02)

    53. boşa kaldırma yakında geri geliyo zaten sistem geri yükleme yap düzelir
    (arkaulog ?, 21.11.2012 14:47)

    http://ccc.incisozluk.cc/…ldıramıyorum-beyler-acil/

  • sovyetler birliğine şeytan'ın yaptığı bir geziyi anlatan bir bulgakov romanı. 20. yy.ın en iyi romanlarından biri sayılmasına karşın, ülkemizde çok az bilinmektedir.

    rusçası master i margarita, ingilizcesi'nin doğrusu the master and margarita'dır.

    sovyet sisteminin eleştirileri arasında, tartışmasız en önemli kabul edilen kitaptır. 1940'da tamamlanmasına karşın, 1966 ya kadar basılmamıştır. bulgakov'un bu romanı 1928'de yazmaya başladığı söylenir. yasaklı olduğu rusya'da 80'lerin sonuna kadar basılmamıştır.

    kitabın başında, şeytan, berlioz adlı edebiyat dünyasından bir kimseyle konuşması, ve bu kişinin kafasının kopacağını bilmesiyle başlar. berlioz'un arkadaşı bezdomniy (evsiz), olaya tanık olur, ancak yaşadıkları yüzünden bir tımarhaneye gönderilir. burada, usta adlı karakterle tanışırız. usta, pontius pilate ve isa'nın konuşmalarını anlatan bir kitap yazma sürecinde tımarhanelik olmuştur. bu kitabın bölümleri de master i margarita'da yer almaktadır.
    birinci bölümün en güzel anlatlılarından biri voland'ın kara büyü şovu yaparak, moskova'nın elitlerinin açgözlüğünü, kibirini ve düzenbazlığını gözler önüne sermesidir.

    ikinci bölüm, usta'nın aşkı olan margarita ile ilgilidir. margarita voland’la bir anlaşma yaparak, cadı haline gelir. olaylar gelişir.

    kitabın anti-sovyet eleştirisinin başarısını anlamak için hem bu ülkenin sistemini, hem de bulgakov’un kişiliğini ve durumunu bilmek gerekir. her ne kadar hayal gücü çok yüksek olsa da, kitap aslında kökenlerini bulgakov’un dindar yönünden alır. sistem eleştirsinin ötesinde kitap iyi-kötü, masumiyet-suçluluk, cesaret ve korkaklık, baskıcı bir dünyada bireyin özgürlüğü ve tabii ki aşk ve sevgi temalarıyla iliglidir. aslında herşeyin yanı sıra, özellikle ikinci bölümüyle usta ve margarita çok güzel bir aşk hikayesidir.

    kitap goethe’nin faust’undan yüksek derecede etkilenmiş olup, açılışında da buradan bir paragraf alıntılamıştır.

    magazinsel olarak, herkesin favori karakteri genelde ya voland’dır ya da begemot adlı şeytani kedidir.

    hayatın farklı dönemlerinde okunması, her defasında yapılan farklı yorumlarla okuyucunun kişisel gelişimine de ışık tutabilir. tekrar okunmaya değecek nadir kitaplardan biri olamsı bir yana, on senede bir okunması farzdır.

  • fransız mutfağından çıktığı düşünülen ve bütün dünyaya yayılmış bir lezzet.

    kruvasanın tarihi ise ikinci viyana kuşatmasına dayanıyor. ortaya çıkışında osmanlı'nın ilginç bir rolü olduğuna dair bazı rivayetler var. bunlardan en güçlü olanın hikayesi ise şöyle:

    viyana'da strauch ile heidenschuss sokaklarının birleştiği köşede şaha kalkmış atın üzerinde kılıcı elinde bir osmanlı askeri heykeli bulunuyor. bu arada heidenschuss kelimesinin anlamı ise 'fırıncının darbesi' olarak biliniyor.

    işte tam da bu noktada meşhur kruvasanın osmanlıyla kesiştiği o hikaye başlıyor.

    osmanlı ordusu viyana kuşatması sırasında surları aşmak için top ateşinden daha etkili bir yöntem olan lağım atmayı kullanıyorlardı. kale duvarlarının altından kazılan tüneller patlayıcıyla doldurulup ateşlenir, meydana gelen patlamayla surlar yıkılırdı. yeniçağ'da kale müdafileri surlarının lağımla yıkılmasını önlemek için duvarların üzerine içi su dolu kovalar koyup, surların altından tünel kazılıp kazılmadığını anlamaya çalışırlardı.

    osmanlı, viyana kuşatmasında savaşırken bilinen savaş taktiklerinden biraz daha farklı bir yöntem kullanıyormuş. normalde millet top tüfek savaşırken osmanlı lağım atma yöntemini kullanıyormuş. türklerin eski bir savaş geleneği olan bu yöntem, osmanlı'da, modern bir yapıya ulaştırılarak, çeşitli savaşlarda kullanılmış. savaş alanının gerilerinde açılacak bir lağım ile düşman siperlerinin altına kadar ilerlemek ve burada patlatılacak bombalarla düşman siperinin yok olmasını sağlama esasına dayanan bir yöntem bu.

    osmanlıların kullandığı lağım yöntemi ise karşı taraf tarafından önceden tespit edilerek patlatılıyordu. savaş bitmeye yakınken fark ettirilmeden şehrin surlarına kadar bir tünel kazılmış. patlayıcıları ateşledikleri anda surları uçaracak bu plan, kısa bir mesafe ötesinde çalışan fırıncı tarafından fark edilmiş. tabii içindeki vatanseverlik aşkıyla avusturyalı askerlere koşa koşa durumu izah etmeye gitmiş. bunu öğrenen askerlerin ilk işi haliyle bu lağımı patlatmak olmuş ve osmanlılar için büyük kayıplar verilmiş bu noktada.

    şimdi lağımdan kruvasana dönecek olursak;

    haberi veren fırıncı savaşın akıbetinde ciddi bir rol oynamış ve karşılığında ödüllendirilmiş. bizim ay çöreği olarak andığımız bu lezzeti osmanlılar'a karşı kazandığı zaferden yola çıkarak hazırlamış. osmanlı sembolü hilali kullanarak hazırladığı bu tat böylece bütün dünyaya yayılmış.

    kaynak olarak ise şöyle küçük bir şey bırakabilirim:

    https://viennaslittledetails.com/…3/ottoman-empire/