hesabın var mı? giriş yap

  • sanırım bu durumda ayhan ogan bir sıfat sahibi oluyor. hayırlısı.

    edit: canlı yayında ilgili şahsın kendi ağzından sarf edebildiği kelimeyi ben burada kullanınca hukuki bir problem olabiliyormuş. bu hususta uyarı veren ekşi yönetimine de selam ederim.

  • keşke sevdiğim bir adam olsa da yapsam dediğimdir.

    bir kadın sevdiği adama yemek yapmayı bir ağırlık bir yük olarak görüyorsa, bir adam sevdiği kadına yardım etmeyi hayatından almak, zamanından çalmak olarak görüyorsa bitmişiz biz.

    ne kadar bitkin olursam olayım sevdiğim bir insana yemek yapmak benim iş stresimi alır, yorgunluğumu unutturur. özellikle o kişi yemeği beğendiğini söylediği an, işte o an dünyalar benim olur.

    ve bunu erkeğe hizmetçilik olarak görmem. paylaşmaktır bu, sevdiğim adam da eminim ev içinde bir şeylere ortak olmuştur. o da birşeyler yapıyordur.

    zaten sevdiğiniz adama yemek yapmak batmaya başladıysa siz bir düşünün derim o ilişkiyi. helvasını yemeye az kalmış belli ki!!!

  • hayattaki en büyük arzularımdan birisi şudur: bir gün tek başıma bir anket yapmak istiyorum. türkiye'yi il il gezip çocuklarla konuşacağım. bakalım en sevdikleri şarkıcı yonca evcimik mi... yeter lan. bu yonca evcimik'in yıllardan beri "beni en çok çocuklar seviyor, çocuklar bayılıyor bana, yoncimik'im ben zaten, bebeğim de çıktı, alıp oynuyorlar, fankulübümün çatısı çocuklar, çocuklar beni dinlemeden yemek yemiyormuş, kasetimi alan çocuklar erken konuşuyormuş, çocuklar beni çok seviyor, çocuklar bana bayılıyor, zaten beni çok seviyorlar, en çok beni seviyorlarmış, yonca abla diyorlar bana, çocuklar şöyle, çocuklar böyle..." demesinden fenalık geldi. gidip konuşacağım yarınımızın teminatları çocuklarımızla... diyeceğim ki böyle böyle diyor bu, hakikaten böyle böyle mi?

    yoncimik'in bu iddiasını araştırmaktır benim arzum, evet. bu araştırmanın hemen ardından bir başka araştırmaya girişmek istiyorum: jean claude van damme'ın alnındaki şişliğin nedeni ne? ilk filmlerinde "herhalde filmi çekerken darbe aldı van dam" diye düşünüyordum. ama adam toruna torbaya karıştı, alnındaki o pinpon topu büyüklüğündeki şişkinlik aynen duruyor. sebebi ne acaba? gerçekten merak ediyorum.

    üçüncü araştırma konum da şu olacak: izel 'i her görüşlerinde ya da izel'in herhangi bir parçasını her duyduklarında "izel yıllardır bir çare bulamadı şu cildine, aslında sesi de kendi de çok güzel, parası da var belli, ama çare bulamadı bir türlü kızcağız... demek ki bu kızın cildinin tedavisi zor" şeklinde geyik çevirenlerin ruhsal dünyalarını çözümlemek.

    son araştırma konum ise başlığımızda gizli. annemiz neden elektronik eşyaları dinlendirmek istiyor? sebep ekonomik gerekçelerse bunu neden açıkça söylemiyor bize? neden aşağıdaki diyaloğu yaşıyoruz?

    - oğlum kapat hadi şu bilgisayarını biraz...

    - bi' dakka bi' işim var.

    - oğlum kapat hadi, kaç saatir açık dinlensin biraz...

    - ya dur anne bi' dakka

    - kapat dinlensin... senin de gözün dinlenir...

    bilgisayar dinlense ne olur, dinlenmese ne olur? illa bir dinlendirme tutkusu. bilgisayar... o olmadı, gözümüz. illa dinlendirecekler. ha keza televizyonda da aynı şey. "kapat da biraz dinlensin televizyon"... şimdi bu nedir allahaşkına? televizyona duyulan bu şefkat, bu merhamet nedir? gerçekten anlaşılmaz bir tutku. ha şimdi bazılarınız çıkıp elektronik eşyaları dinlendirmek annelere özgü bir durum değil... bazı tv kumandalarında sleep tuşu var, yani mantık aslında aynı baboli derse; onlara da derim ki o televizyonu o kumandayı yapanların da bir annesi olduğunu unutmayın.

    unutmayalım ki bir soni'nin, bir toşiba'nın, bir elci'nin, bir filips'in, bir simens'in de annesi vardı ve bugün kumandamızda sleep tuşu varsa, bu büyük ihtimalle, bu televizyonu-kumandayı üretenlerin annesi yüzünden olmuştur. e sen adama iki de bir "toşiba oğlum kapat şu televizyonu da dinlensin biraz" dersen o da televizyon yaptığında, kumanda yaptığında oraya o sleep tuşunu koyar... haklı mı? bence haklı. delirttiniz çünkü...

  • zamanla sevmek ya da nefret etmek mümkün. ancak ilk görüşte aşk, imkânsız. ilk görüşte fiziksel olarak karşınızdakinden hoşlanabilirsiniz. bu, fiziksel beğenilerinizin karşınızdaki kişi ile idealleştirilmesidir. gerçekte olan karşınızdakinin fiziksel özellikleri değil, kendinizi bulduğunuz andır. yani onda sizi çeken şeyler zihninizde yaratmış olduğunuz imgelerin bir araya toplanmış hâli, anlık resmidir.

    bilinçaltımız çok basit bir şekilde çalışır. aslında bu basitlik, çağlar boyunca birçok yanlış yargıya, klişeye ve yanlış anlamaya neden olmuştur. bilinçaltımız daha biz farkına varmadan bir fikir oluşturabiliyor ve bunlar daha sonra bilinçli düşüncemize yayılıyor ve de buna göre tepki veriyoruz. örneğin gözlerimiz, herhangi bir duyu gibi, fiziksel zevkler tarafından yönlendirilir. bu, çektiğiniz şeyin mutlaka mantıklı veya sağlıklı olduğu anlamına gelmez.

    yani sadece anlık yanılsamalar yaşıyoruz. çünkü tanımadığınız birini sevemezsiniz, henüz onun hakkında ne gördüğünüzü tam olarak siz de bilmiyorsunuz. nasıl olduğunu bilmiyorsunuz, nasıl düşündüğünü bilmiyorsunuz, nasıl yürüdüğünü bile bilmiyorsunuz. o kişiyle hiçbir şey deneyimlemediniz, ona olan hissinizi destekleyecek hiçbir şeyiniz yok. bunun adı ne olursa olsun, ama aşk değil. aşk bu kadar ucuz değil. aşk, bir yüzden ve bedenden çok daha fazlasıdır.

  • evlenmeden önce istisnasız bütün evli tanıdıklarım "evlenme" diyordu. evlendim.

    şimdi bekar bütün tanıdıklarıma "evlenme" diyorum. biliyorum onlar da evlenecekler.

    bu evlenecek olanlar da zamanı gelince başkalarına "evlenme" diyecekler. bunu da biliyorum.

    garip bir döngü var, bu konunun üzerine gidilmesi lazım.

  • en zor kisimlarindan biri, tum yaptigin yatirimlarin bir anda yok olmasi. (yatirim derken paradan puldan bahsettigimi dusunenler hemen terk etsinler bu entryi rica edicem).

    senelerce bikmadan kendini anlatirsin, yuregini acarsin. seni en cok uzmus, en mutlu etmis, en icine dokunmus olaylari havadan sudan muhabbetlerin icinde anlatirsin. aileni, arkadaslarini, kulturunu, gecmisini, kafanin icindekileri.. her seyini dokersin ortaya zamanla. anadilde kelimeler ogretirsin, sevdigin filmleri izletirsin, ulkeni ve tarihini anlatirsin. sende iz birakan kitaplardan bahsedersin, en sevdigin sehirlere, en guzel koselere goturursun. bir de bunun karsiligi vardir elbette, sevdigi her seyde ondan izler arasin. dilini ogrenmeye calisirsin, acilarini anlamaya ugrasirsin. yapacagi sakayi soylemeden bilirsin artik, goz goze gelip gulersin.

    iliski kac senelikse, o yasta bir cocugun vardir sanki. kucukken daha cok ilgi ve sabir gerektiren, buyudukce bagimsizlasip olgunlasan, laftan anlayan... kendine ait alani, oyuncaklari, fotograflari, anilari, dersleri ve notlari olan.

    her sey bittigi an, hayali cocugunu yitirirsin. (gercek hayatta evladini kaybeden insanlar aci bir gulumsemeyle okuyordur bu satirlari. asla bir karsilastirma yapmak mumkun degil elbette ama tesbihte hata olmaz...) onca senedir ustune titredigin, emek verdigin olgu bir anda yok olunca geride buyuk bir bosluk kalir. esyalarina dokunursun, anilarini dusunursun, fotograflarina bakarsin. sevgiliden cok, iliskini ozlersin. cunku iliski, sadece sevgili degildir, iki kisinin harmanlanmasiyla ortaya cikar. kendinin "o" halini ozlersin.