hesabın var mı? giriş yap

  • üst edit: 'ben aşılıyım' maskesi takarsa eğer usulca eğilip, turiste kendini sevdirebilecek insandır aynı zamanda.

    o ne cesaret yiğidim? cesaretinden dolayı evde balkonlara çıkıp alkışlanacak kişidir aynı zamanda.

    düşünsene: tc vatandaşısın; yazlık yerde, plajda veya çarşıda yürüyorsun, elde bim poşeti.

    karşıdan bi turist geliyor. onu gördüğün anda hafif bir korku, böyle içe doğru büzüşme.

    git gide yaklaşıyor. göz göze geldiniz. kafanda deli sorular, panik haldesin. yanında aşı olsa şak diye koluna sokacak durumdasın öyle bir an.

    uzaktan bir polis de cem yılmaz'ın (bkz: şu müslüman mı lan) repliğindeki gibi "şu türk mü lan?" diyerek, anbean süreci izliyor.

    gerilim filmi resmen. seni gören turist o an şikayet etse sıçtın mavisi.

    içinde olmasak çok eğlenceli bi ülke aslında.

  • ceza yargılamasının sac ayakları olan savunma ve iddia makamlarının diğer amerikan filmlerine göre daha gerçekçi gördüğümüz film. aman aman filmlerden olmamakla birlikte idam tartışılan bir ülke olduğumuz için sıradan vatandaşa birşeyler katar.

    filmin bu kadro nedeniyle bile daha çok tanınır olması beklerdim. çarpıcı bir hikayeyi karakterlerin iç dünyasına inmeyi tercih etmeyerek, siyah- beyaz eşitsizliğine vurgu yaparak kkk muhabbetine girilmiş. netice itibari ile izlenmesi gereken filmlerden.

    bir başka benzeri (bkz: philadelphia)

  • j. k. rowling tarafından yazılan ve 11 haziran 2008 tarihinde internet üzerinden yayınlanan 800 kelimelik bir hikaye.
    harry potter'ın doğumundan üç yıl öncesinde geçen hikaye, sirius black ve james potter tarafından yaşanan bir macerayı anlatıyor.

    bir solukta okunabilir:

    hızlanan motosiklet karanlıkta o sivri köşeyi öyle bir hızla döndü ki, takip halindeki arabanın içindeki iki polis de "vay!" diye bağırdı. sergeant fisher, motosikletin arkasında yolculuk eden çocuğun araba tekerleklerinin altına doğru fırlayacağını düşünerek koca ayağıyla frene bastı. ne var ki, motosiklet dönüşünü iki genç düşmeden tamamladı ve kırmızı stop lambasının pırıltısıyla dar sapakta kayboldu.

    "şimdi yakaladık onları!" diye haykırdı pc anderson heyecanla. "orası çıkmaz yol!"

    direksiyonu aniden kıran ve vitesleri hoyratça değiştiren fisher, takipteki otomobili dar sokağa sokmaya çalışırken arabanın yan tarafındaki boyanın yarısı çizildi.

    farların önünde, en az çeyrek saatlik kovalamadan sonra avları, önlerinde duruyordu. iki sürücü, yükselen tuğla bir duvarla, şimdi onlara doğru, homurdanan parlak gözlü vahşi bir hayvan gibi hızla yaklaşan polis arabası arasında sıkışmıştı.

    dar sokağın duvarlarıyla arabanın kapısı arasında o kadar az bir mesafe vardı ki fisher ve anderson, kendilerini arabadan zor çıkardılar. güçlükle, yengeç gibi, zalimlere doğru yürümek, saygınlıklarını zedelemişti. fisher, duvardan büyük göbeğini çekerken gömleğinin düğmelerini kopardı ve sonunda arka tarafıyla, arabanın yanındaki aynayı kırdı.

    "motosikletten inin!" diye bağırdı, sanki zevkini çıkarıyormuş gibi mavi ışığın altında mutluca oturup sırıtan gençlere doğru.

    söylenildiği gibi yaptılar. sonunda kırılan dikiz aynasından kurtulan fisher, onlara baktı. ergenliklerinin sonlarındaymış gibi görünüyorlardı. motosikleti sürenin uzun, siyah saçları vardı. onun bu arsız yakışıklılığı fisher'a fena halde, kızının gitar çalan, boş gezenin boş kalfası erkek arkadaşını anımsattı. ikinci oğlanın da saçları siyahtı, ama onunki kısaydı ve kibirli bir şekilde her yöne dağılmıştı, gözlük takıyordu ve geniş bir gülümsemesi vardı. ikisi de büyük, altın bir kuşla süslenen tişörtler giymişlerdi. kuş, şüphesiz, kulakları sağır eden, ahenksiz bir rock grubunun amblemiydi.

    "kasklar yok!" diye bağırdı fisher, bir açık kafadan öbürüne doğru işaret ederek. "hız limitini – hatırı sayılır bir miktarda aştınız!" (aslında kaydedilen hız fisher’ın bir motosikletin gidebileceğine inandığı hızdan bile fazlaydı.) "polis için durmadınız!"

    "bir sohbet için durmaktan memnun oluruz," dedi gözlüklü çocuk, "biz sadece-"

    "zekiymiş gibi davranma - bir bela yığını içindesiniz!" diye hırladı anderson. "isimler!"

    "isimler mi?" diye tekrarladı uzun saçlı sürücü. "ııı şey- güzel, hadi bakalım. wilberforce... bathsheba... elvendork..."

    "ve bunun iyi olan tarafı, bunu bir kız ya da bir oğlan için kullanabilirsin," dedi gözlüklü çocuk.

    "ah, bizim isimlerimiz, demek istediniz sanırım?" dedi ilki, anderson, öfkeyle tükürürken. "söylemeliydin! bu james potter ve ben de sirius black!"

    "bir dakika içinde her şey senin için cidden kararmış olacak, seni küçük küstah-"

    ama ne james ne de sirius dikkatini veriyordu. aniden av köpekleri gibi tetikteydiler, polis arabasının üstüne fisher ve anderson’ın arkasındaki geçidin karanlık ağzına bakıyorlardı. sonra, aynı akıcı hareketlerle, arka ceplerine doğru uzandılar.

    bir kalp çarpıntısı süresinde, iki polis silahların onlara parladığını hayal etti ama bir dakika sonra motosikletçilerin sadece bir şeyi tuttuğunu gördüler -

    "bagetler mi?" diye alay etti anderson. "bir çift şakacı, değil mi? pekâlâ, sizi tutukluyoruz –"

    ama anderson asla neyle suçlandıklarını söyleyemedi. james ve sirius anlaşılmaz bir şeyler bağırdı ve ön farlardan ışınlar hareket etti.

    polisler etrafında dönüp sonra arkaya doğru sendelediler. üç adam geçidin üstünden süpürgelerle uçuyordu – gerçekten uçuyorlardı –. aynı zamanda polis arabası arka tekerleklerinin üstünden göğe yükselmişti.

    fisher’ın dizleri burkulmuştu. güçlükle yere oturdu. anderson, fisher’ın bacakları üstüne sendeledi ve düştü. güm – patlama – çatırtı duydular. süpürgeli adamların ters dönen arabaya çarptığını ve görünüşe göre, kırık süpürge parçaları patırtıyla çevrelerine düşerken, onların hissiz bir şekilde yere düştüğünü duydular.

    motosiklet yeniden hayata gürledi. ağzı açılırken fisher iki gence bakmak için güç topladı.

    "çok teşekkürler!" diye seslendi sirius gürültülü motorun öteki tarafından. "size borçlandık!"

    "evet, sizinle tanışmak güzeldi!" dedi james. "ve unutma: elvendork her iki cinsiyete de uygundur!"

    dünyayı sarsacak kadar güçlü bir patlama oldu ve fisher ile anderson korkuyla kollarını birbirlerinin etrafına attılar, onların arabası sadece geride bir yere düşmüştü. şimdi motosiklet göğe doğru yükseliyordu. polislerin gözü bunu inkâr edemeden, o havaya yükselmişti. james ve sirius gecede yukarı doğru yükseliyorlardı. arka farları, yok olan bir yakut gibi parlıyordu.

  • bir tanesinin ingiltere bakkal şişe fiyatı 360 pound, diğerinin 130 paund olan iki farklı şampanyadan 9 şişe, 75 cl si 130 paundluk şampanyanın daha lüksünün 150 cl'liklerinden 7 şişe(fiyatını bulamadım ama düz orantıyla yutdışı fiyatının 450 paund civarı olduğunu tahmin edebiliriz), 1 şişe orta halli şarap, 8 bardak sambuca(bir çeşit italyan likörü) ki bunun da avrupa market fiyatı 20 euro civarında, asıl bombaya geliyorum, şişesi 6 litre olan belvedere marka votkadan(şişesi 300 paund civarı) 3 şişe içen insan topluluğunun ödediği hesaptır.

    şimdi hesaplarsak aşağı yukarı 28 litre içki içmiş bu arkadaşlar. migrosa gidip 70'lik rakı alıp evde içseler ödeyecekleri hesap 2280 lira. ya da içkinin çok daha ucuz olduğu ingilterede bu içtiklerini gidip marketten alıp içseler, aşağı yukarı ödeyecekleri para: 6000 küsür paund, kaba hesap 20 bin lira. türkiyede içki fiyatlarının 2'ye katlandığını düşünürsek evde 40 bin liraya içerler. türkiyede istanbulda öğrenci barlarının bile içkileri etiket fiyatının 2 katına sattığını düşünürsek bodrumda, barda, hem de yabancı içki, iyi içmişler bence. grup indirimi almış olabilirler

  • fatih altaylı, deprem'in ilk günü deprem esnasında mavi ışıkların ne anlama geldiğini kendisine sordu. 'bilmiyorum' diye cevapladı ! yer altında bazı elektrik olaylarının olduğunu söyledi ama gökyüzü ile alakalı hiç bir okuma yapmadığını ve dolayısıyla bilmediğini söyledi.

    adamın bilgi birikimi ve saygınlığı olağanüstü seviyede olmasına rağmen bil-mi-yo-rum diyor ey dünyalılar. huzur ve güven içinde yaşayabilmemizin tek anahtarı bu ve bunun gibi bilim insanlarını örnek almaktır.