hesabın var mı? giriş yap

  • benim lan. soracağım tabi, sik gibi anında kargo yazmayın o zaman. 1 saat içinde yazın, 2 saat sonra yazın. anında kargo yazarsan anında sorarım. yollamasan da anında söverim.
    editcan: ben böyle anlarım arkadaş. güzel türkçemizi güzel kullanın o zaman. gün içinde kargo yaz bebeğim.
    edit 2: başlık başıma.

  • 1 adet dimes cool lime özü
    1,5 lt pet su
    70 cl beefeater cin
    1 adet beypazarı soda
    bir kaç yaprak taze nane
    3-4 dilim misket limonu
    alabildiğine buz
    hepsini bir sürahi / kaba koyup güzelce çalkalayınca ortaya efsane bir şey çıkıyor. tavsiye edilir.

    bazı yerlerde fesleğen ve defne yaprağı da önerilmiş ama ben denemedim belki öyle de güzel oluyordur.

  • 45 gün nedir arkadaş!
    kendisi yatırım yapıp para kazanacak diye esnafa zulüm.
    tüketici olarak bilmediğimiz detayların bazılarını gösteren başlık.

  • ertem sener: hocam ne dusunuyorsunuz dick advokat hakkinda?
    ahmet cakar: buyuklugunu dusunuyorum
    rok: ooooooooowwwwwww. kac cm mi demek istediniz hocam?
    ertem sener: yav konuyu hemen nereye cekiyorsunuz.
    rok: e ama oyle demeye getiriyor
    sinan engin: neyse konuyu cok uzattiniz kapatalim.
    rok: e konu uzun ihihihihih
    ahmet cakar: beyler cok tehlikeli bir sezon yasayabiliriz. rikering, dick baska baska cagrisimlar yasatiyor bana ve bundan tedirgin oluyorum
    abdulkerim: ben anlamadim ki simdi santimetrelerle mi olcecegiz hocanin buyuklugunu
    sinan engin: dm atmayin bak cok kizmaya basliyorum
    ertem sener: mahmood kafe icelim acilalim

  • sinemaya hastalık derecesinde aşık olan efsane yönetmen.

    1993 yılında new york times'ta, federico fellini'yi ve diğer bazı yabancı filmleri "zorlayıcı" olmakla eleştiren bir makale yayımlanır. martin scorsese de buna yanıt olarak kendilerine sağlam bir cevap mektubu gönderir.
    aşağıda mektubun orijinali ile beraber, tarafımdan türkçeye "çevrilmeye çalışılmış" halini de bulabilirsiniz.

    ny times'taki yazı
    scorsese'nin cevabı
    mektubu gördüğüm kaynak

    orijinali:

    "new york,
    19 nov 1993

    to the editor:

    'excuse me; ı must have missed part of the movie' (the week in review, 7 november) cites federico fellini as an example of a filmmaker whose style gets in the way of his storytelling and whose films, as a result, are not easily accessible to audiences. broadening that argument, it includes other artists: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john cage, alain resnais and andy warhol.

    ıt’s not the opinion ı find distressing, but the underlying attitude toward artistic expression that is different, difficult or demanding. was it necessary to publish this article only a few days after fellini’s death? ı feel it’s a dangerous attitude, limiting, intolerant. ıf this is the attitude toward fellini, one of the old masters, and the most accessible at that, imagine what chance new foreign films and filmmakers have in this country.

    ıt reminds me of a beer commercial that ran a while back. the commercial opened with a black and white parody of a foreign film—obviously a combination of fellini and bergman. two young men are watching it, puzzled, in a video store, while a female companion seems more interested. a title comes up: 'why do foreign films have to be so foreign?' the solution is to ignore the foreign film and rent an action-adventure tape, filled with explosions, much to the chagrin of the woman.
    ıt seems the commercial equates 'negative' associations between women and foreign films: weakness, complexity, tedium. ı like action-adventure films too. ı also like movies that tell a story, but is the american way the only way of telling stories?

    the issue here is not 'film theory' but cultural diversity and openness. diversity guarantees our cultural survival. when the world is fragmenting into groups of intolerance, ignorance and hatred, film is a powerful tool to knowledge and understanding. to our shame, your article was cited at length by the european press.

    the attitude that ı’ve been describing celebrates ignorance. ıt also unfortunately confirms the worst fears of european filmmakers.

    ıs this closed-mindedness something we want to pass along to future generations?

    ıf you accept the answer in the commercial, why not take it to its natural progression:

    why don’t they make movies like ours?
    why don’t they tell stories as we do?
    why don’t they dress as we do?
    why don’t they eat as we do?
    why don’t they talk as we do?
    why don’t they think as we do?
    why don’t they worship as we do?
    why don’t they look like us?

    ultimately, who will decide who 'we' are?

    —martin scorsese"

    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
    -----------------------------------------------------------------------------------------------------------------

    türkçesi:

    "new york,
    19 kasım 1993

    editöre:

    'affedersiniz; filmin bir kısmını kaçırmış olmalıyım' (inceleme haftası, 7 kasım) makalesinde tarzı, hikaye anlatıcılığının önüne geçen ve bunun sonucunda filmlerine izleyiciler tarafından kolayca erişilemeyen bir yönetmen olarak federico fellini örnek gösteriliyor. daha sonra bu argüman genişletilerek diğer sanatçılar da bu kapsama dahil ediliyor: ıngmar bergman, james joyce, thomas pynchon, bernardo bertolucci, john kafes, alain resnais ve andy warhol.

    rahatsız edici bulduğum şey görüş değil. bu görüşün altında yatan; farklı, zor veya talepkar olan sanatsal ifadeye yönelik tutumdur. fellini'nin ölümünden sadece birkaç gün sonra bu makaleyi yayınlamak gerekli miydi? burada tehlikeli, sınırlayıcı ve hoşgörüsüz bir tavır olduğunu hissediyorum. eğer bu konuda en erişilebilir olan eski duayenlerden fellini'ye karşı takınılan tavır buysa, yeni yabancı filmlerin ve sinemacıların bu ülkede ne gibi bir şanslarının olduğunu bir düşünün.

    bu bana bir süre önce yayınlanmış olan bir bira reklamını hatırlatıyor. reklam, - açık bir şekilde fellini ve bergman'ın bir karışımı olan - yabancı bir filmin siyah beyaz bir parodisi ile açılıyor. iki genç adam bu filmi bir video dükkanında kafaları karışmış bir şekilde izliyorlar; bir kadın arkadaşları ise filme daha çok ilgi gösteriyor. sonra bir yazı çıkıyor: 'yabancı filmler neden bu kadar yabancı olmak zorunda?' cevap olarak, yabancı film görmezden geliniyor ve patlamalarla dolu bir aksiyon-macera filmi kiralanıyor ve kadın da buna üzülüyor.
    görünüşe göre reklam, kadınlar ve yabancı filmler arasındaki 'olumsuz' çağrışımları eşleştiriyor: zayıflık, karmaşıklık, bıkkınlık. aksiyon-macera filmlerini ben de severim. aynı zamanda bir hikaye anlatan filmleri de severim. ancak hikaye anlatmanın tek tarzı, amerikan tarzı mıdır?

    buradaki mesele 'film teorisi' değil, kültürel çeşitlilik ve açık fikirliliktir. çeşitlilik, kültürel varlığımızın hayatta kalmasını güvence altına alır. dünya hoşgörüsüzlük, cehalet ve nefret gruplarına bölünürken film, bilgi ve anlayış için güçlü bir araçtır. bizim ayıbımıza ki makaleniz avrupa basınında uzun uzun alıntılandı.

    tasvir ettiğim tavır, cehaleti yüceltiyor ve ne yazık ki aynı zamanda avrupalı sinemacıların en büyük korkularını da doğruluyor.

    bu dar fikirlilik gelecek nesillere aktarmak istediğimiz bir şey mi?

    eğer reklamdaki cevabı kabul ediyorsanız, bu bakış açısının doğal olarak geleceği noktayı da neden kabul etmeyesiniz:

    neden bizim gibi filmler yapmıyorlar?
    neden bizim gibi hikayeler anlatmıyorlar?
    neden bizim gibi giyinmiyorlar?
    neden bizim gibi yemiyorlar?
    neden bizim gibi konuşmuyorlar?
    neden bizim gibi düşünmüyorlar?
    neden bizim gibi ibadet etmiyorlar?
    neden bizim gibi görünmüyorlar?

    en nihayetinde, 'bizim' kim olduğumuza kim karar verecek?

    —martin scorsese"

  • milattan önce 3 bin yıllarından beri var olan "şarap" a bile sansür uygulayan bir zihniyet ile karşı karşıyayız.
    hala anlayamadılar yasak olan her şeyin, insanlara daha çekici geldiğini ve geleceğini.

    edit : işin en ironik kısmı da bu yasaklayan zihniyetin inandığı değerler, onlara şaraptan ırmak vaadediyor. *

    (bkz: boş bakkal taşak tartar)

  • hayat pahalılığından yakınmayan ya hırsızdır ya deli diyerek aktrollerin karşı saldırıya geçeceğini umarım hesaplamıştır dediğim haber. hatta bir seri haline getirmiştir.

    --- spoiler ---

    eskiden şey vardı , ödediğiniz vergiler size yol,su,elektrik olarak geri dönüyor !! bir çok giden memnun ki yerinden,cck seneler geçti dönen yok seferinden. bence hayat pahalılığından yakınmayan biri, ya hırsızdır ya deli. iyi günler.

    otomobil avrupada bu kadarken bizde niye bu kadar diyosun , “e var ki alıyon” diyo …lan hersey bu kadar pahalı olmasa sen de alıcan.herseyi simit üzerinden konuşmaktan zaten şüphelenmek lazım. “ bari simit pahalı olmasın “ diye ideal mi olur. peh !

    işine bak ceeam ! bakıyorum zaten kurumlar vergimi gecen hesapladıık da o yüzden konuşuyorum…yoksa biz de mi “simit çok pahalı yaa “ diyip sıramızı savalım mı ? memleket diyorum …zengin …zengin ! yalnızca bizim haberimiz yok ! misal hava 32 derece hissedilen 18 gibi düşün.
    --- spoiler ---

    kaynak
    kaynak 2
    kaynak 3

  • benim hanım ayda 30k kazanıyor. pilavı da dışarıdan söyleyebiliyoruz.

    edit: la oğlum neden hala favlıyorsunuz bunu. neyse güncel rakamı yazmayayım da canınız sıkılmasın.

  • çaykosvkiy'nin konusunu bir alman halk masalından alarak yazdığı, ilk kez 4 mayıs 1877'de moskova bolşoy tiyatrosunda sahnelenen eseri.

    odette genç ve güzel bir kızdır, muhtemelen prensestir, her prensesin başına geldiği gibi onun da kötü ve büyücü olmak özelliklerini bir arada bulunduran bir düşmanı vardır bu gargamel yaradılışlı adamın adı ise rothbart'tır. rothbart odette'e (nedense) bir büyü yaparak onu kuğuya çevirir, odette sadece geceleri kısa bir süre için insan olabilmekte onun dışında güzel görünüşlü, çirkin ayaklı kuğu hayvanına dönüşmektedir. bu esnada her masalda yer alması gereken esas oğlan belirir, prens sigfried yaylılarla girer, odette'e aşık olmuştur, onu kurtarmaya söz verir, zaten bir prens olarak işi damsel in distress kurtarmaktan ibarettir. kötü ve koyu renk saçlı odile'i bu sırada tanırız, kendisi siyahtan başka renk giymeyen başkötü rothbart'ın kızıdır, sigfried hikayenin tek prensi olduğundan (bkz: top man on scene) onun da kendisinde gözü vardır, babasından öğrendiği binbir numara ile odette'in yerine geçmeye çalışır, gerek siyah ve daha güzel bir kuğu, gerekse siyah kıyafetli daha güzel bir kız olarak rolünü yerine getirir, salak sigfried her erkeğin yapacak olduğu gibi "ne yapıcam kuğuyu burda hazır yapılmışı var" diyerek odile'e meyleder, arka planda rothbart sevinçten coşmaktadır. odette olanları görüp yıkılır, acıklı sahneler yaşanır. siegfried akıllanacak mıdır?

    hikayenin versiyonlarına göre bazen mutlu sonla (esas kız ve esas oğlan kavuşur, kötüler yenilir, yanak yanağa mutlu gülümserler), bazen acıklı sonla (odette ve sigfried boğulur), bazen fantastik sonla (herkes kuğu olur) biter.