hesabın var mı? giriş yap

  • olma ihtimali çok düşüktür.

    1* çin markalarının nio hariç marka değeri çok düşük. marka değeri yaratması on yıllar alan bir süreç, dolayısıyla üst segment'de yüz yıllık avrupa markalarıyla rekabet etmeleri kısa vadede imkansız.

    2* çinli üreticiler zarar ederek avrupa ve abd pazarlarına girip alt segmentteki markaları öldürmeye çalışabilir. ancak renault, citroen, fiat, gibi markalar yüzbinlerce avrupalının ekmek kapısı ve hükümetler böyle bir darbeyi istemeyeceklerdir. şu anda bütün ab ülkeleri kendilerini bu dalgadan korumak için kanunlar hazırlıyorlar bu da çinli üreticilerin pazara girişini zorlayacak.

    3* çin'in bu konudaki misilleme tehditi çok inandırıcı değil. çin'in iç tüketimi hala beklenen büyümeyi gerçekleştiremiyor, çin'den ihracatı çıkarırsanız çin tam bir çöp. avrupa ve abd ile ikmal zinciri ilişkisini kesen bir çin 70'lerdeki mao dönemine doğru bir yola çıkar.

    4* aslında çin markaları için inovatif anlamda dünyayla rekabet edebilecekleri bir kapı vardı, ancak çkp'nin teknolojiyi karşısına alan ve inovasyonu engelleyen tutumu bunun kapanmasına sebep oluyor.

    büyük ihtimalle ab, abd, japonya ve hali hazırda kendi pazarları dışındaki pazarlarda bunu gerçekleştirebilirler. bu da dünya otomobil pazarının yaklaşık %25'i ediyor.

  • bizim kizlarda algi "beni ezmesi beni sevdiginin ve ilgilendiginin gostergesi boylece kendimi onemli hissedebiliyorum ayrica beni ezebilen erkek beni koruyabilir de".. bakmayin burda "biz pijjleri diil giriskinliri siviyiriz" diyen cakallara.. siz ezilmeyi seviyosunuz kizim ezilmeyi.. ezilmediginiz zaman bu kil kuyruk beni koruyamaz, bana sahiplenmiyor seklinde olusmus zavalli bir ozguvensizligin esirisiniz

  • taksim polis merkezi'nde calisan bir trafik polisinin sarfettigi bir cumle. hurriyet gazetesindeki yazida soyle bahsediliyor:

    karakola uğrayan, 24 yıllık trafik polisi, sürücülerden yakınıyor. karşısına her gün "sen benim kim olduğumu biliyor musun" diyen birçok kişinin çıktığını anlatıyor: "lüks otomobiller kullanıyorlar. çoğunun mesleği, işi yok. ikinci cümleleri genellikle haritadan kendine yer beğen, olur. olmazsa rüşvet teklif ederler." ardından geçenlerde yaşadığı ilginç bir olayı naklediyor: "gece vakti yolda zikzaklar çizerek gelen bmw'yi durdurdum. adam sarhoş. konuya doğrudan girdi. kim olduğumu biliyor musun, deyiverdi. bu sırada telefonum çaldı. kızım arıyordu. üniversiteye hazırlanıyor. bilgisayarın karşısında ders çalışıyormuş. google'a gir ve ahmet b. kimmiş bir bakıver, dedim. iki dakika sonra aradı. hiçbir bilgi çıkmamış. adama döndüm. google'a baktık beyefendi, siz bir hiçmişsiniz, dedim..."

    yazının aslı:

    http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/…8&tarih=2006-06-11

    canım türkiyemden muhteşem bir hadise...

    edit: hadiseyi sozluge benden once tasiyan varmis: (bkz: #9668819)

  • amerikan değil, afrika aksanı ile konuşan, muhtemelen sokaklarda büyümüş, görmüş, geçirmiş, güzel yürekli abimizdir.

    özetle:

    [kalabalığa] siz cep telefonu ile kaydedenler, gerçek korkak sizsiniz. bunu da kaydedin.

    [kavga edenlere] bakın, nasıl gülüyorlar. siz mutsuzsunuz ve onlar bundan zevk alıyorlar. arkadaşım dediğin adama bak, sen kavga ederken delirmesi gerekirken gülmekten ölüyor.

    bu arada çocuklardan bir tanesi, diğerinin gelip ona dokunduğunu ve kavganın nasıl başladığını anlamadığını söylüyor.

    [kavga edenlere] kendini savunuyorsun ama ne için kavga ettiğini bilmiyorsun bile. sen şeytana uydun kardeşim, etrafına bak ve kimin seni yanlışa yönlendirdiğini bul.

    [kalabalığa] kaç yaşına gelmişsiniz, neredeyse yetişkin olacaksınız, buna uygun davranın. bu şekilde bir yere varamazsınız.

    [kavga edenlere] hala gülüyorlar. siz üzgünken gülen hiç kimse sizin arkadaşınız değildir. caddenin ortasında bunun bir oyun olduğunu düşünüyorsunuz ama değil, bu gerçek. sizin ailenizi tanıyorum, annen baban buralara gelmek için çok çabaladı, onları mahcup etme. şimdi el sıkışın, siz el sıkışmadan buradan ayrılmayacağım. bak, hala gülüyorlar, onlar sizin düşman olmanızı istiyorlar.

    bu arada etraftaki çocuklar salakça gülmeye devam eder ve adama çirkin derler.

  • kanuna göre bekâr, topluma göre boşanmış, anneme göre başına kalmış, kardeşlerime göre güçlü, arkadaşlarıma göre kafası rahat, kızıma göre ayakta, kızın babasına göre allah'a yakın, müdürüme göre sorunsuz.

    bence ise, dışı seni içi beni...

  • bana biri msj attı.

    " oğlunuzu yarın saat 7.30 da alacağız "

    yanlış mesajdır diye düşünüp cevap yazmadan sildim.

    bir saat sonra geri mesaj geldi.

    " efe can ın babasısınız değil mi ? cevap yazmadınız. yarın servis 7.30 da"

    ben de yanlış numara falan olduğunu efe can diye bir oğlumun olmadığını söyledim.

    15 dk sonra.

    " pardon kusura bakmayın ege can olacaktı. yarın 7.30 da servis kapının önüne gelecek " diye msj geldi.

    bende ege can diye bir oğlum da olmadığını söyledim. sanırsam yanlış msj falan.

    15 dk sonra

    " grupta numaranız var adı her neyse oğlunuz veya kızınız yarın 7.30 da hazır olsun bir zahmet"

    diye msj geldi.

    bende " benim oğlum veya bir kızım yok yanlış msj " yazdım.

    sonra başka bir numaradan msj geldi. ( adam sinirlenmiş galiba)

    " siz 3 x sınıfında veli değil misiniz?" yazdı.

    ben de " 3 x sınıfında veli değilim " yazdım.

    aslında ben bekarım.
    niye mi böyle yaptım ? en başta söylemedim.

    bana yalnızlığın resmini çizebilir misin ? abidin.
    he çizebilir misin?

    mesaj sesine hasret kalmıştım.

  • calikusu, sekiz-dokuz yaslarinda evde babamin eski ciltli, yer yer parçalanmis ve dili iyice arapçaya kaçan baskisini buldugum günden beri en cok okudugum, kimi yerlerini ezbere bildigim, hayatima damgasini çikmayacak bir sekilde vurmus bir kitaptir. o yüzden simdi bu satirlari yazarkenki zorlanmam.
    bir erkegin (bkz: resat nuri guntekin) bir kadinin içdünyasini bu kadar güzel anlatabilecegini, bu kadar ince, bu kadar hisli, bu kadar içten olabilecegini ben belki son olmasa da ilk defa çalikusu'nda gördüm.
    ve feride tüm zamanlar içinde en sevdigim roman kahramani oldu. tüm ele avuca sigmazliginin, içten coskusunun, çocuk nesesinin altindaki içliligi, kirilganligi, olgunlugu, eh, bunu söylemeden geçmek olmaz, idealistligi ve cesareti, bir de -doktor hayrettin bey'in de hakkinda söyledigi gibi- onu kavuran sevme sevilme ihtiyaciyla çok güzel, çok güzel demenin yetersiz kaldigi bir insan oldu feride benim gözlerimde. ve hatta nickimi lacrima'dan feride'ye çeviresim geldi simdi bir an, o raddededir. ben mi feride'ye benziyordum da o yüzden o kadar sevdim bu romani, bu kadini; yoksa bu kadar sevdigim için mi kitabi o kadar benzedim, ya da benzemek istedim feride'ye.. bilmiyorum. fakat itiraf edeyim ki, çocukluk yillarim dügünümden bir gün önce nisanlimin beni aldattigini ögreneyim de kendimi anadolu'ya vurayim, ögretmen olayim, isik saçayim gibi tuhaf fantezilerle geçti (aslinda bu hususta çok yalniz oldugumu da sanmiyorum, "feride'nin cumhuriyet kadinlari üzerindeki etkisi" ve benzeri birkaç yazidan okuduklarimi hatirlayinca).
    çok okudugumdan mi, yoksa resat nuri'nin içten tarzindan mi, yoksa ikisi mi bilmiyorum, ama bana kesinlikle fiction gibi, yaratilmis gibi, hayal mahsulü gibi gelmiyor anlatilanlar. gelmesinler.
    en sevdigim sahnelerse, ne bileyim, kamran'in at arabasiyla tekirdag'a yolculugu sirasinda enistesiyle feride hakkindaki konusmasi, feride'nin kamran'in evlilik fotografini gördügü an, "kalpsiz", uçar kaçar feride'nin aldatildigini ögrenmesinden hemen önce bir kayanin üzerine oturan kamran'in altina paltosunu serip "bundan böyle seni muhafaza etmek biraz da benim vazifem kamran" demesi, kamran'in buna "bunlar zannederim ki simdiye dek senden duydugum en güzel sözler feride" diye cevap vermesi, zeyniler köyündeki ölüm oyunlari, mühendislerin fransizca bilmedigini sanarak feride hakkinda fransizca konusmalari, müjgan'in feride'ye zorla kamran'i sevdigini söyletip sonra da "zannederim ki o da sana karsi lakayt degil feride" demesi, feride'nin müjgan'la kamran'in konusmasini duymamak için delice kaçmasi, sonra kiraz agacina çiktiginda yasli bir adamla yaptigi sohbet... bunlar saymakla bitmiyor.
    son olarak kitabin tüm güzellikleri yaninda dilinin ve üslubunun da hayranlik uyandirici oldugunu söyleyeyim, çalikusu'nun roman olarak tefrika edilmeden önce (sene 1922'dir) "istanbul kizi" adiyla bir tiyatro oyunu olarak yazildigini ve hatta feride isminin kitabin içerigine, mesajina da uygun olarak "basina buyruk, gururlu" oldugunu da ekleyeyim. kitap nasil bitiyorsa ben de öyle bitireyim bu feci bir his budalasi imaji çizdigimi düsündügüm entryimi: "yanlarindaki agacin dalinda bir çalikusu ötüyordu".

  • başlığın tam hali. `elini uzatan öğretmene haddini bil diyerek sınıftan kovan kaymakam` olacaktı ama malum karakter sınırı.

    --- spoiler ---

    artvin’in kemalpaşa ilçesinde okul ziyaretlerinde bulunan kaymakam m. faruk saygın, kemalpaşa çok programlı anadolu lisesi’nde (çpal) girdiği sınıfta kendisine "hoş geldiniz" diyen ve elini uzatan öğretmeni "haddini bil, sınıftan çık dışarıya bekle" diyerek sınıftan kovdu.

    --- spoiler ---
    kaynak

    bu nasıl bir terbiyesizliktir? bu kaymakam hakkında acilen soruşturma açılmalı ve görevinden azledilmelidir. makam mevki sahibi olan kendini allah sanıyor memlekette.

    (bkz: mehmet faruk saygın)

    edit: buraya da, kendisine yer vermek isteyen öğretmene "öğretmenlik en üst makamdır." diyip dersi ayakta dinleyen mustafa kemal atatürk fotoğrafı gelsin. hepinizi üst üste toplasak atamın tırnağı etmezsiniz.

  • montaigne ünlü olmadan önce ölüm hakkında çok kafa patlatan ve ölümden endişe duyan bir insanmış zira en iyi arkadaşı etienne de la boetie'yi, babasını, erkek kardeşini ve ilk çocuğunu kaybetmiş; sen ben kadar, belki daha fazla ölüm düşüncesi kafasını meşgul edermiş.

    bir gün malikanesinde çalışanlarla beraber çıktığı bir gezide atından düşmüş ve ölümle burun buruna gelmiş. ağzı burnu kan içinde kalmış, yerinden kıpırdayamamış. bilincini kaybetme noktasına kadar geldiğinde artık kendisi için sonun yaklaştığını, o anlarda aldığı her nefesin son nefes olabileceğini kabullenmiş. bu kabulleniş hayatı yeniden yorumlamasına sebep olmuş. 36 yaşında başına gelen bu olay sonrasında bordeaux yüksek mahkemesindeki görevinden istifa etmiş ve denemeler'i yazmaya başlamış. yaşam, ölüm, korku, arkadaşlık, erdem, vicdan vs aklına ne geldiyse, o gün başından neler geçtiyse, ne hakkında yazmak istediyse yazmış. önceden yazdığı düşüncesiyle/davranışıyla çelişkili bir durum ortaya çıktığında önceki yazısına dönüp değişiklik yoluna gitmemiş; insan hayatının tecrübelerden oluştuğunu, her tecrübenin düşüncelerimizi ve davranışlarımızı değiştirebileceğini ve bunun yaşamın bir parçası olduğunu anlatmış.

    başlık kendi içerisinde ölümü ve yaşamı özetliyor: bir gün ölecek olmak. montaigne yaşarken ölümü düşünmenin bir faydası olmadığını, aksine yaşamın kalitesini azalttığının farkına varabilmiş, bunu yazdıklarıyla aktarmaya çalışmış, bir gün ölecek olmayı kabullenip kalan bütün günlerde yaşamı olabildiğince tatlı yaşamayı öğütlemiş.

    yaşıyor olmanın nefes alıp vermekten ibaret olmadığını en iyi idrak eden ve en iyi aktaran yazarlardan biri montaigne. yaşadığı hayat ve yazdıkları, ölüm düşüncesi sizi korkutuyor olmasa dahi hayatınızı güzelleştirebilir.

    (bkz: nasıl yaşanır ya da bir soruda montaigne'in hayatı)

    http://www.idefix.com/…asp?sid=bm6wdd31ey2ymis44pte
    http://www.amazon.com/…stion-attempts/dp/1590514831