hesabın var mı? giriş yap

  • yıllarca zinanın dibine vur, gece hayatı deyince akla ilk gelen isim ol, ondan sonra namaz güzellemeleri... al sana türk işi dindarlık!

  • ilgisi olanlara, pbs'in bu video'sunu izlemelerini siddetle tavsiye ederim. ayna noronlarinin ogrenme, algi, empati, sosyalizasyon, duygusal algi ve adaptasyon uzerindeki etkisini, ve dahasi otizmi anlamak adina muhtesem bir ornek. hatta alintiyla, "mirror system is the most basic social system in human brain" (ayna noronlari sistemi, insan beynindeki en temel sosyal sistemi olusturur).

    http://www.pbs.org/…encenow/video/3204/w01-220.html

    edit:ayrica en buyuk hayranlarindan biri olarak, kirmizi gomlekli amcanin unlu noropsikolog vilayanur s ramachandran oldugunu belirtmeden gecemem, oh no gecemem.

  • nurullah ataç; bir kanaat önderi, ufuk açan bir denemeci, usta bir çevirmen ve öncü bir eleştirmendir. ayrıca, aydın boysan'ın deyimiyle "istanbul beyefendisidir" (ataç, pertevniyal lisesi'nde okuyan boysan'ın öğretmeniydi).

    ataç memlekete büyük katkıları olmuş nitelikli bir düşünce insanı, hakbilir değerbilir bir aydın.

    ne yazık ki bir alanda ilk olmak çok zordur, göze batar çünkü rahatsız eder, zamanla da ilk olduğu unutulur.

    oysa bakma'nın görmek'ten farkını onun denemelerinden öğrendik. yazmış, düşünmüş, kelimeleri dert edinmiş bir insan nurullah ataç. (herkes biliyor devrik cümlenin ilk efendisidir.)

    ayrıca zamanında onun önerdiği birçok sözcüğü şimdi hiç farkında olmadan kullanıyoruz. tutmayan kelimeleri de olmuş, bunda tuhaf bir yan göremiyorum. türkçe muazzam bir dil, bünyesine aldığı yapay kelimelere isterse can verebiliyor, istemediğini de istemiyor o kadar. dil zaten böyle büyümez mi? yeni bir şey görürsün ona bir isim verirsin veya yeni bir ifade biçimi önerirsin, tutar tutmaz orası ayrı bir serüven. bu açıdan toz duman dağıldıktan sonra görülen o ki öztürkçe hareketi türkçeyi geliştirdi, daha duru bir dil yaptı, var olan kelimelere yeni kelimeler eklenmiş oldu, türkçe zenginleşti.

    örneğin "günlük" sözcüğünün arkasında bu tarz bir yol vardır: günlük, türk edebiyatına tanzimat'tan sonra gelir. edebiyatımızda bu türün ilk örneği direktör ali bey’in 1897 tarihli “seyahat jurnali” isimli kitabıdır. yani günlük için ilk önerilen kelime olduğu gibi fransızcadan alınmış. sonra tabii abdülhamit döneminin havası nedeniyle bu sözcük farklı bir anlam taşımaya başlar. ruzname dendiği olur. falih rıfkı atay ise "gündem" ve "gündelik" önerilerinde bulunur, gündelik zamanla "günlük" olur. ataç ise "günce" demiştir, bence çok yerinde bir tanım ve güzel bir sözcük, halen kullanılmaya devam ediliyor ama günlük daha popüler oldu. (hulki aktunç da "günlük tutulur, günce ise yazılır" dermiş.)

    benzer bir başka kelime: makina mı makine mi? doğrusu nedir? ataç, makina demiştir, başkaları makine, aradan seneler geçti ama bugün hangisinin doğru olduğunu (mutlak) kimse söyleyemez, ikisi de doğru. fakat eğilim yıllar içinde makine'ye doğru oldu.

    eleştirmenliği hakkında bir değerlendirme ise şöyle: "değişimi izleyip çözümlemenin yanı sıra, gelecek öngörülerini de yapabilen bir eleştirinin olmayışı, kendi eleştirisini yapmayan, yapamayan bir edebiyatın bu alışkanlığını gelecek dönemlere aktarmasına neden oldu. nurullah ataç’ın varlığı ve unutulmayışının nedeni burada. katkısız bir modernistti o, kendi doğrularından ve bireysel duruşundan başka hiçbir şeyi umursamaz tutumu onu alıp döneminin önüne, bir lokomotif gibi yerleştirdi. 1940’ların ilk yıllarından 1957’de ölümüne kadarki dönem, aynı zamanda 1950 kuşağı’nın kendini yaratma sürecine de karşılık geliyordu. ataç ne 1950 kuşağı ile bire bir ilişki içindeydi, ne de öteki herhangi bir çevre ya da anlayışla. eleştiriyi bir sanat olarak gören ataç, öznelliğin değerini edebiyatımıza onaylatırken, elbette döneminin en köktenci modernistlerinden biri, bir öncüydü, ama sözgelimi ne onun için bir inceleme kitabı yayımlayan asım bezirci onu böyle tanımlıyordu, ne de başka bir yazar." (s.gümüş, radikal kitap, 13.03.2009)

    eleştirmenliği cesaret isteyen türdendir, mesela "şiirden anlamak mehmet akif'in şair olmadığını anlamakla başlar" der. bugün benzer bir ifadeyi yazacak cesareti olan bir eleştirmen yoktur.

    en büyük katkısı tercüme bürosudur, bu konuda hakkını ödeyemeyiz, ruhu şâd olsun:

    "hasan âli yücel’in 1938’de maarif vekili olduktan sonra başlattığı tercüme hareketinden sonra kurulan tercüme bürosu’nun türkçeye kazandırdığı klasikler, ülkenin düşünce ve kültür hayatını değiştirdi. 1940’ta kurulan tercüme bürosu’nu nurullah ataç yönetti. adnan adıvar, saffet pala, sabahattin eyuboğlu, sabahattin ali, bedrettin tuncel, enver ziya karal, nusret hızır gibi, dönemin saygın düşünce ve edebiyat adamları da büro’nun çalışmalarına etkin biçimde katıldı. dünya edebiyatı klasiklerinden tam 496 yapıt altı yıl içinde türkçeye kazandırıldı." (notos, ocak 2011)

    meral ataç "babam nurullah ataç" isimli kitabında babasının açık sözlülüğü yüzünden çok çektiğini, yazdıklarını eleştirdiği için melih cevdet anday tarafından dövüldüğünü de anlatır.

    son olarak nurullah ataç’ın, reşat nuri güntekin, ali süha delilbaşı ve ismail hami danişmend ile birlikte hazırladığı "fransızca-türkçe resimli büyük dil kılavuzu" çıkar çıkmaz temel başvuru kaynağı olmuş değeri hiç azalmamış bir eserdir.

  • imamoğlu mansur başkana diss atıyor.

    anıtkabir'de yapılan temizlik haberine karşı imamoğlu'nun karşılık vermesi.
    türkiye böyle kapışma görmedi.

    olması gerekenlerin zamanla olacağının göstergesi.
    yıllardır kul hakkı diye yırtınıp dünyanın sayılı zenginleri haline gelen ''büyüklerimizin'' muslukları küçük küçük olsa da kapanıyor.

  • tolstoy'un "bir duyguyu deneyimlemiş bir kişinin kasıtlı olarak başkalarına aktardığı etkinliktir." tanımını kullandığı sanat, insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir. yapılan bilimsel araştırmalar da sanatın ortaya çıkışının tesadüf olmadığını gösteriyor. peki, sanata niçin gerek duyuldu?

    --> sanat, bizi mutlu eder.
    2012 yılında londra'da nörobiyologların bir grup gönüllüye sadece baş yapıtları göstererek yaptığı araştırmaya göre, beğendiğimiz müziği dinlediğimizde, lezzetli yemeklerin tadına baktığımızda veya sevdiğimiz birini gördüğümüzde vücudumuzda salgılanan dopamin, hayranlığımızı kazanan bir sanat eseri gördüğümüzde de salgılanmaktadır.

    --> sanat, bizi birbirimize yakınlaştırır.
    sanatsal aktiviteler, insanları bir araya getirmenin yanı sıra aynı eserin birden fazla kişi tarafından yorumlanmasına da izin vermenin mükemmel bir yoludur. bir sanat eseri, özünde beğenilmek zorunda değildir. ancak, izleyicilerinde herhangi bir duyguyu uyandırabilmelidir. bu duygular ister aşk, ister nefret, ister kayıtsızlık olsun ama bir his olması gerekir. sanat bize, zevkleri ve duyguları bizimkilere uyan ve güçlü yakınlık hissettiğimiz kişilerle ortak noktalar bulma fırsatı verir, birbirimizi daha iyi tanımamıza yardımcı olur.

    --> sanat, bizi dengeler.
    m.ö. 300'de aristoteles, sanatın sosyal bir mesele olduğunu ifade eder. bu nedenle, korku ve tutkuların tasfiyesi için teatral temsili savunur. buna katarsis denir. fikir, izleyicilerin bir performans aracılığıyla güçlü duygular deneyimlemesine izin vermektir. dolayısıyla tiyatro, duygusal alanımızı temizleme ve seyircinin sıradan duyguları ile tiyatro karakterlerinin olağanüstü duyguları arasında sağlıklı bir köprü kurma gibi canlandırıcı bir işleve sahiptir.

    freud ise, sanatı bir çıkış yolu olarak görür ve izleyiciye göre sanatın, başkalarının hayallerini deneyimlemek ve eserleri kendi tarzında özgürce yorumlamak için kendi gerçekliğinden kaçmasına izin veren bir kurtuluşu temsil ettiğini belirtir.

    --> sanat, empati kurmayı sağlar.
    bir sinema veya tiyatrodaki komik bir sahnede istemsizce gülümsediğimizde, başka bir sahnede boğulan oyuncuyla aynı anda nefes almayı bıraktığımızda ya da bir müzik eserini dinlerken elimiz veya ayağımızla ritim tutmaya başladığımızda ayna nöronlarımız devreye girer. yani, güzelliğe güzellikle karşılık veririz.

    --> sanat, beynimizi keşfetmemizi sağlar.
    özellikle beynimizi motive eden bir sanat türü var: soyut sanat. çok sayıda bilimsel çalışma, çoğunlukla soyut sanata ilgi duyduğumuzu gösteriyor. nitekim soyut sanat beynimizi gerçeklikten kurtarır, kendi sınırları içinde dolaşmasına, yeni duygusal ve bilişsel çağrışımlar yaratmasına ve erişilmesi çok daha zor olan alanları harekete geçirmesine izin verir. bu süreç, beynin daha önce bilinmeyen bölümlerinin keşfedilmesine izin verdiği için bilim insanları tarafından bir hayli faydalı bulunmaktadır.

    --> sanat, düşünsel kapasitemizi geliştirir.
    araştırmacılar, bir mrı cihazı kullanarak, sanat pratiğiyle yetiştirilen 0-8 yaş arası çocukların beyin gelişiminin sekiz yönünü listelemişlerdir:
    * dikkat kontrolü ve süresi
    * ayırt etme yeteneği
    * ezberleme
    * geometrik betimleme
    * tekrarlama ve sıralama
    * anlambilim
    * açık görüşlülük ve hoşgörü
    * karmaşıklık

    özetle, herhangi bir biçimde sanat yapmak veya izleyicisi olmak, bizim için ve dolayısıyla çevremizdekiler için son derece yararlıdır. çünkü "sanat gördüğünüz şey değil, başkalarının görmesini sağladığınız şeydir.*"

    sanatla kalın.