hesabın var mı? giriş yap

  • yaşlı bir sözlük yazarı olarak artık "dreamfactory" nickinin çok genç kaldığını düşünüyorum mesela. keşke nick değiştirme hakkı verilse. ne bileyim "bağkurlu" ya da "alzheimergirl" nicki daha uygun gibi artık.

  • türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanı'na hakaret etmek, açıkça suç işlemektir. bu suçtan kaçınmak için, söylediklerinizin afaki savurmalar değil, somut gerçeklikler olması gerekir.

    mesela, birinin iki farklı tarihteki beyanlarının tutarsız veya birbirine tamamen zıt olması, ya bu kişinin aklının yerinde olmadığına ya da bunların birinde yalan söylediğine dayanaktır. ve bu tutarsızlık ya da zıtlık, rahatlıkla ispatlanabilecek bir şeydir.

    mesela, öldürülmüş birinin arkasından sanki maktul bunu hak etmişçesine konuşmak, konuşan kişide (kanun dilini kullanıyorum) canavarca hislerin bulunduğu düşüncesini destekler.

    mesela, öldüren biri için "emri ben verdim" demek, çok açık bir şekilde azmettirme ikrarıdır. bu da öldürenle aynı cezai sorumluluğu gerektirir.

    bu örneklerin hiçbirinde hakaret bulunmamaktadır.

    yeter ki gündemi iyi takip edelim.

  • öğretmen: kaç kardeşsiniz çocum?
    öğrenci: 7 üüretmenim
    öğretmen: kaç kız kaç erkek?
    öğrenci: haaa. kızları da mı saycaz üüretmenim?
    öğretmen: ...

  • ezik ingilizlerin futbolun ilk çıktığı anlarda sömürgelerinden biriyle maç yaparken uydurmuş olduklarını düşündüğüm futbol kuralı.

    hintli:
    - goooooool
    ingiliz:
    - hooop şişt sakin ol bakalım ofsayt var orda gol sayılmaz
    hintli:
    - aaaa niye ki?
    ingiliz:
    - sizin golünüzün sayılması için önünüzde en az bir tane ingiliz defansı olması lazım.
    hintli:
    - oha
    ingiliz:
    - öyle; ayrıca maçlar artık 100 dakka değil 90 dakkadır. ahanda bitmiş ehi ehi ehi kazandık.

  • uçak irtifa kaybediyormuş. pilot, hostesi çağırıp "uçaktan 4 kişiyi at, ağırlığı azalt" demiş.
    hostes hemen alman'ın yanına gidip "çabuk aşağı atla!" demiş ve alman atlamış.
    hostes fransız'ın yanına gidip "rica etsem uçaktan atlar mısınız?" demiş ve fransız atlamış.
    hostes türk'ün yanına gitmiş ve "sen bu uçaktan atlayamazsın!" demiş ve türk durur mu, atlamış.
    hostes son olarak kürt'ün yanına gelmiş ve "bu uçaktan atlamak yasak!" diye fısıldayıvermiş...

  • 92. oscar ödül töreni'nde, türkçesi aşağı yukarı şöyle olan bir konuşma yapan aktör:

    --- spoiler ---
    şu an çok minnettarım. aday olan diğer arkadaşlarımın hiçbirisinden veya bu salondaki başka bir kimseden yüksekte hissetmiyorum çünkü bizler aynı aşkı, sinema tutkusunu paylaşıyoruz. bu ifade biçimi bana en olağandışı hayatı verdi. onsuz [sinemasız] nerede olurdum, bilmiyorum. ancak sanırım [sinema yoluyla kendini ifade etmenin] bana ve bu salondakilere verdiği en büyük hediye, sesimizi, “sesi olmayanlar” için kullanabilme fırsatıdır. (bkz: anonymous for the voiceless)

    topluca maruz kaldığımız üzücü meselelerden bazıları üzerine epey düşünüyorum. sanırım zaman zaman farklı davaları savunduğumuzu hissediyoruz ya da öyle hissetmeye zorlanıyoruz fakat ben bir müştereklik görüyorum. bence ister toplumsal cinsiyet eşitsizliği ister ırkçılık ister queer hakları ister yerlilerin hakları ister hayvan hakları üzerine konuşalım; konuştuğumuz şey adaletsizlikle mücadeledir. konuştuğumuz şey bir ulusun, bir insanın, bir ırkın, bir cinsiyetin, bir türün; diğerlerini fütursuzca baskılama, tahakküm altına alma, kullanma ve sömürme hakkına sahip olduğu inancına karşı mücadeledir.

    bence doğal yaşamdan çok kopuk hâle geldik. birçoğumuzun suçlu olduğu şey benmerkezci bir dünya görüşüdür, evrenin merkezi olduğumuz inancıdır. doğal yaşama giriyoruz ve onu kaynakları uğruna yağmalıyoruz. bir ineği yapay olarak dölleme hakkına sahip olduğumuzu hissediyoruz ve doğum yaptığında, acı haykırışları apaçık ortada olmasına rağmen, bebeğini çalıyoruz. sonra da buzağı için ürettiği sütünü alıp kahvemize ve kahvaltılık gevreğimize koyuyoruz. ve sanırım kişisel değişim fikrinden korkuyoruz çünkü bir şeyi feda etmek, bir şeyden vazgeçmek zorunda kalacağımızı sanıyoruz. ama insanlar yaratıcı ve marifetliler. bence sevgi ve merhameti yol gösterici ilkelerimiz olarak benimsediğimizde tüm duyarlı (hissedebilir) canlılar ve çevre için faydalı dönüşüm sistemleri yaratabilir, geliştirebilir ve uygulayabiliriz.

    tüm hayatım boyunca alçak ve bencil biri oldum. zaman zaman acımasız, birlikte çalışması zor biri oldum ve bu salonda bulunan birçoğunuz bana ikinci bir şans verdiği için minnettarım. bence en iyi hâlimiz, birbirimizi desteklediğimiz zamankidir. geçmişteki hatalarımız nedeniyle birbirimizle hesaplaştığımız zamanki değil, gelişmek için birbirimize yardımcı olduğumuz zamankidir. birbirimizi eğittiğimiz, kurtuluşa doğru yönlendirdiğimiz zamankidir. bu, insanlığın en iyi hâlidir.

    17 yaşındayken kardeşim (bkz: river phoenix) şu sözü yazmıştı: “sevgiyle imdada koş, ardından barış gelecek."

    teşekkürler.
    --- spoiler ---

  • hayatimda bazi ritueller var. mesela her sabah kahvemi alip gazetemi okudugum bank da bunlardan biri. biraz amerikanvari evet, ama olsun.

    son iki aydir, tahminimce 60 yaslarinda, dislerinin yarisini kaybetmis, agir adimlarla yuruyen, inceden beli egilmis, basindan sapkasi hic eksik olmayan, sevimli bir amca geliyor her sabah yanima. alman disiplini iste, her sabah 7:40-45'te yanimda oluyor. tanimiyorum. iki aydir hic konusmadik; ama her sabah yanima gelip oturuyor. yaptigi tek sey, oturduktan on saniye sonra basini hafifce gazeteme cevirip goz ucuyla tarihe bakiyor olusu. kisik bir sesle dienstag(sali) diyor ve gidiyor. samstag(cumartesi) diyor ve gidiyor. haftanin yedi gunu boyle. gune bakmaya geliyor. ben de arkasindan gulumsuyorum sadece.

    ne olduysa dun oldu. saat 7:55 olmustu. hala gelmemisti. iki aydir ilk defa boyle bir sey oluyordu. ne okudugum gazeteye odaklanabiliyordum, ne de kahveden tat alabiliyordum. gozum sadece o'nu ariyordu. niye gelmemisti? endise ediyordum. basina bir sey mi gelmisti? gun boyunca aklimdan cikmadi. "montag" demesi gerekiyordu o gun. o kadar kafama takmistim ki, ruyama bile girdi gece.

    bugun sabah oldu. ben yine gazetemi ve kahvemi alip banka oturdum. sadece gelmesini bekledim, adini bile bilmedigim o adamin. kahve iciyordum; ama gazete okumuyordum. saat tam 7:43'te belirdi kendisi. uzun zamandir boyle mutlu oldugumu hatirlamiyorum. oyle bi heyecanla actim ki gazeteyi. bu defa o basini cevirmeye zahmet etmesin diye epey sag tarafa dogru okuyordum. oturdu, on saniye gecti, yine basini cevirdi, bakti, "dienstag" dedi ve kalkip gitti.

    bu defa tedbirliydim. arkasindan fotografini cektim. olur ya bir gun gercekten hic gelmez. anisi kalsin bende.

    http://i.imgur.com/k3q5dyo.jpg
    - http://i.hizliresim.com/oeyeqx.jpg

    bir daha boyle yapma amca.
    gelmeyeceksen bile haber ver.

  • şöyle yapalım

    bir ay tüm ürünleri bedava satın, çok beğenirsek, yemeklerimizde fark yaratacak bir tat yaşarsak, %30 indirimli fiyat ile baharatlarınızı almaya devam edelim.

    piyasalar fena.

  • ı. dünya savaşının en trajik savaşlarından birisi: ölü adamların saldırısı

    ölü adamların saldırısı, (bkz: the battle of osowiec fortress) 1915'teki birinci dünya savaşı sırasında, osowiec kalesi muharebesi sırasında meydana gelen çok ilginç ve trajik bir olaydı.

    osowiec kalesi, günümüz polonya’sında bulunan stratejik bir kaleydi fakat o zamanlar rusya'nın kontrolü altındaydı. savaşta alman kuvvetleri, klor ve brom gazlarını kullanarak kimyasal bir saldırı başlattı. almanlar, bu gazı kullanarak kaleyi savunan rus askerlerini etkisiz hale getirip öldürebileceklerini ve kaleyi kolayca ele geçireceklerini düşünüyordu. bu zehirli gazlar kullanılmaya başlandığında, uygun gaz maskeleri ve yeterli korunmaya sahip olmayan rus askerleri hazırlıksız yakalandı ve çoğu dayanılmaz ağrılarla ve solunum sıkıntılarıyla hayatını kaybetti.

    teğmen vladimir karpovich komutasındaki ufak bir grup gazın neden olduğu solunum problemlerine ve vücutlarındaki yanıklara rağmen, alman kuvvetlerine karşı bir saldırı başlattı. üniformaları kana bulanmış, yüzleri gözleri şişmiş ve gazın etkisini hafifletmek için iyot ve kendi kanlarına batırılmış bezlerle ağzını kapatan bu askerler, yeniden dirilmiş cesetler gibi göründüler. bu "ölü adamların" görüntüsü, almanlara hayalet askerlerle karşı karşıya olduklarını düşündürdü çünkü bu kimyasal saldırıdan kurtulmalarına ihtimal verilmemişti. bu beklenmedik karşılık ve rus askerlerinin korkunç görünümü karşısında şaşkına dönen almanlar o kadar hızlı geri çekildiler ki, bir kısmı kendi dikenli tel tuzaklarına düştü, diğerleriyse rus silahlarının hedefi oldu, fakat ruslar bu savaşı kazanmasına rağmen bölgeyi çok uzun süre elinde tutamadı. almanların kaunas ve novogeorgievsk'i ele geçirilmesiyle, ruslar kalenin büyük bir kısmını yıkıp 18 ağustos'ta geri çekildiler.

    böylece ölü adamların saldırısı, rus askerlerinin böylesine zorluklar karşısında dayanıklılığını, cesaretini ve ruhunu simgeleyerek, savaşın ne kadar trajik olaylara sebep olabileceğini gösteren bir durum haline geldi.

    kaynak

  • güvendiğim ve çok sevdiğim ve kendine sözde feministim diyen birinden bile "ben bir çocuğum, öyle kalmak istiyorum ama erkekte bunu istemem/aramam, şunu bunu isterim" gibi bir cümle duyduktan sonra kafamda perçinleşmiş tanımdır. kadınlar kendini kandırmasın diyeceğim fakat solipsist zihinleri yüzünden kandırmaya devam edecekler. özet olarak, bayanlar(en azından çoğunuz) güce tapıyorsunuz. sizi kişiler değil, tavırlar ve durum etkiliyor. tavır ve durum değiştiğinde siz de değişiyorsunuz. kesin ve net.

    yıllar boyu red pill öğretilerini çürütmeye çalıştım. fark etmeden yararlandım da ve sonunda hep aynı batağa saplandım. ve genelde bu davranışı test ederken o kişiden üzülerek, acı içinde vazgeçtim. inanılmaz bir şey, dark triad'ı bıraktığım anda hep aynı şey oldu. yani o kadın, geçmiş toplumların ona öğrettiği kolay vazgeçme, çarpık tümevarım yönetimi ile geride bırakma tavrını seçti. güçlü erkek duruşunu yeniden sağladığımda ise bana tekrar bağlandılar.

    inatla da bu tavrı bırakmayı seçtim, yahu ben bunu istemiyorum ki. böyle onlarca kadın var zaten. karşımdaki neden düşerken, zayıf anımda yanımda olmuyor? sanki onca yaşanan şeyi komşu yaşıyormuş gibi, bir anda yok oluyorlar. ne yaşadığınızın hiç bir önemi olmuyor.

    üstte bahsettiğim birinde daha yakalar gibi oldum ama olmadı. o pek farkında bile değil, kendince sebepleri var. oysa bilmiyor ki bir çoğuna inanmasını sağlatan bile bendim. söylemeyi çok istedim, "öyle olma, fark et" ima ettim ama malesef... olamayacağını anladığım anda da beta konuma soktum kendimi. yani açıklama yaptım, özür diledim, onu validasyonuna yanıt verdim. kendi fark etmese de gerçek yüzüyle tanışarak bitsin istedim. yoksa eminim, net olarak terk etsem, sert konuşsam, hiçbirini kabullenmeyecek, o ilişki sünecek ve sürdürülebilir olacak. yalan bir sevginin içinde sürüklenip duracağız.

    her defasında manipülasyonu değil, gerçek sevgiye inanmayı çok istiyorum ve hep hayal kırıklığına uğruyorum. yine de vazgeçemeyeceğim. malesef bir kadının gerçek yüzünü görmek, onunla tanışmak çok zor, ya bunu göze alacaksınız ya da hipergamiye inanarak, herşeyi kabulleneceksiniz.

    haklı olmayı sevmiyorum... evet belki de istisnayı arıyorum.