hesabın var mı? giriş yap

  • fahrettin koca'ya 2 eylül 2020 basın toplantısında patronunun giresun mitinginin corona önlemleriyle bağdaşıp bağdaşmadığını sorabilen yol tv muhabiri yürekli ve namuslu gazeteci. memlekette namuslu gazeteci o kadar az ki bir tanesine denk geldiğimizde biraz olsun yüreğimiz soğuyabiliyor. her ne kadar sağlık bakanı patronuna karşı duyduğu derin korkaklıkla yine milletine ihanet edip soruyu "cumhurbaşkanımızın maske-mesafe meselelerinde ne kadar hassas olduğunu hepimiz biliyoruz." minvalinde geçiştirse de önemli olan bu soruyu sorabilmekti. sağlık bakanının renginin atması bile çürümüşlüğün tarihe geçen kanıtı oldu. çok sağ ol özge hanım.

  • 1- krampin genelde nedeni ayak bileği sonrası kas hareketleridir. ayak ve ayak bileği hareketlerini en aza indirin.
    2- nefesi suyun altında verip su üstünde hızlıca alın.
    3- asla panik yapmayın.
    4- dingin bir tuzlu suda batmazsiniz. ama dalga, girdap vb sizi dibe çekebilir veya yön duygunuzu bozabilir. bu yuzden suyun muhtemel hareketlerini iyi tahlil edin.
    5- vücudu mümkün mertebe suyun altına sokun. unutmayın suyun altındaki kısım sizi yukarı, üstündeki kısım aşağı iter.
    6- göğüs kafesiniz ne kadar doluysa o kadar yukarı çıkarsınız.
    7- kesinlikle suda sabit durmayı öğrenin.

    edit: otamatik düzeltme sağ olsun, muhtemel olmuş sana muhtemelen. uyaran arkadaşa teşekkürler.

    hazır o maddeyi tekrar okumusken biraz daha bilgi vereyim. yüzmeyi küçük yaşta barajda ve nehirde öğrenmiş biri olarak çok badire atlattim. su sizi girdap, dalga gibi bir şeyle dibe çekerken dediğim gibi yön duygunuz allak bullak oluyor. en tehlikelisi de bu. ne yöne hamle yapacaginizi bilemiyorsunuz. en kral yüzücü de olsanız, ne yöne gitmeniz gerektiğini bilmiyorsanız yapabileceğiniz bir şey kalmıyor. ondan sonra istemsiz bir panik ve derin bir sessizlik.

    demem o ki dalga varsa yüzme, derinliğini kestiremiyorsan yüzme, akıntı hesabını yapamiyorsan yüzme. suyun erkekliği olmaz.

    ilk maddeye de ekleme yapayım, bırakın o ayak salınsın. mümkün olduğunca kalça kaslarınız çalışsın ve yoruldugunuzu anladiginiz an sabit durup dinlenin. sabit durmadan kastim nefes alabilecek durumda rölantiye alırsınız kendinizi. bu durumda bile hareket etmeniz lazım. yani tam yorulmayi beklememeniz lazım ki dinlenirken harcayacaginiz eforu karsilayabilin.

  • sosyal yardımı acun yapıyor, adaleti müge anlı sağlıyor. devlet de bizim gibi televizyondan izliyor galiba bunları..

  • yakında sevgilimle yaşadığım ufak bir tartışma neticesinde çıkıp demeç verip azarlamasından korktuğum birinin sözleri. kadına karşı şiddeti kınayanı, kınayan biri...

  • kanadada doktoraya gitmiş bir kız çocuğuna sorulur:

    -sizin ülkede kızlar okuyabiliyor mu?
    -yok ben türkiyede okuyabilen ilk türk kızıyım!

  • arkadaş sınavı filan boşverdim, ulan adam sınavdan çıkarken verilen silgi-kalemtraş ve kalemleri çöpe atıyor, ve sınav gözetmeni olan hocada bunu çöpten topluyor. hoca ya söyledim, " ihiyacı olan vardır benimkileride alın" diye, adam "kalemi olmayan öğrencilerim oluyor onlara dağıtıyorum yıl içinde" dedi.

    bi tarafta şerefsiz-ler- sırf bedava olduğu için çöpe atar verilenleri, bir taraftada başkasının çocuğu kalemsiz silgisiz olduğu için bir öğretmen bunları çöpten toplar. işte memleketin hali....

  • ekşi uygulamamın ''kenar'' kısmında 50'ye yakın gönderilmemiş, üzerinde çalıştığım entry var ama beni en çok yoranlardan biri bu oldu çünkü baktığım tüm kaynakalrda nhemen hemen aynı şeyler yazıyor...

    neyse, işte toparladıklarım;

    hammurabi: mezopotamya'nın kanun koyucusu kralı

    hadi biraz eski zamanlara dönelim. mö 1700'lere gideceğiz ve şimdiki ırak topraklarında yer alan babil'e uğrayacağız. işte orada, mö 1792- 1750 yılları arasında hüküm sürmüş hammurabi adında bir kralla tanışıyoruz. bu hammurabi biraz meşhur çünkü bilinen, en eski kanunları kaleme alan kişi olarak kabul ediliyor.

    hammurabi amori kabilesinden (orta doğu'nun antik göçebe halklarından biri) ve aslında hükümdar sülalesinden gelmiyor ama babası ve dedesi gibi babil kralı olmuş. ailesi hakkında pek bir şey bilmiyoruz. babası, kız kardeşi ve ilk oğlu olan sonraki kral samsuiluna'nın isimleri tarihte yer almış ama hammurabi'nin annesi veya diğer çocukları hakkında bilgi yok.

    hammurabi tahta çıktığında, yani mö 1792 civarında henüz genç bir adammış. o zamanların orta doğu kraliyet geleneğine göre öncesinde de yönetimle ilgili ufak tefek görevleri vardı muhtemelen. aynı yıl, babil'in güneyinde kalan kocaman bir bölgeye egemen olan larsa kralı rim-sin, babil ile larsa arasında tampon bölge gibi işlev gören ısin şehrini zapt ediyor. bu rim-sin ileride hammurabi'nin dişli rakiplerinden biri olacak, aklında olsun.

    hammurabi'nin yönetimiyle ilgili bilgilerimizin çoğu "tarih formülü" denen kayıtlardan geliyor. o dönemde mezopotamya'da hükümdarlar önemli bir olayı anmak için yıllara isimler veriyorlarmış. örneğin, bir önceki sene tapınak mı inşa edilmiş, ya da bir savaşta önemli bir şehir mi alınmış, yıla bu olayların ismini veriyorlar. biz de bunlara bakarak hammurabi'nin geleneksel bir orta doğu kralı gibi bir sürü tapınak, şehir suru falan inşa ettiğini, kanallar açtırarak tarımı desteklediğini, tanrılara adaklar adadığını ve en önemlisi savaşlar yönettiğini görüyoruz. bunlara ilave olarak kendi yazıtları da mevcut ama bunlar çok fazla tarihsel bilgi sunmuyor.

    hammurabi babasından kalan krallığın boyutu, konumu ve askeri gücü babil'i mezopotamya'daki önemli aktörlerden biri haline getiriyordu. ancak tek başına oyunun kurallarını değiştirecek kadar da güçlü değildi aslında. bir diplomatik raporda şöyle diyor: "kendinden başka kimsesi için yeteri kadar güçlü olan bir kral yoktur: babilli hammurabi'yle 10-15 kral birlikte hareket ediyor, larsalı rim-sin'le de öyle; eşnunnalı ıbalpiel'le de 20 kral var...". demek ki kralımız tek başına bir şeyleri yapamıyor, sürekli koalisyonlar kurmak zorunda.

    hammurabi politik anlamda babasından büyük bir görev miras almış: fırat nehrinin kontrolünü sağlamak. biliyorsun, çöl ikliminde tarım demek sulama demek, her şey bundan ibaret. ama nehir aşağı doğru aktığında senin güneyindeki komşun larsa için sıkıntı demek. büyük dedesi, bu politikaya başlamış, babası da bayağı bir ilerletmiş ama en büyük hamleleri kendisi yapmış. hükümdarlığının başlarında rim-sin'in elinde bulunan uruk ve ısin şehirlerini mö. 1787'de fethetmiş, sonraki sene de rim-sin'le tekrar çarpışmış. ama hammurabi'nin tarih formüllerine ve o dönemden kalma diplomatik yazışmalara bakınca bu operasyonlar daha öteye gitmemiş. sonraki 20 yıl, hammurabi dikkatini kuzeydoğuya ve doğuya kaydırmış. o zamanlar mezopotamya'da mari, ashur (asur), eshnunna, babil, ve larsa adında büyük oyuncular var. hepsi birbiriyle koalisyonlar halinde güç oyunları oynuyor ve hammurabi bu süreçte kuzeyde kalan bazı şehirlerin surlarını güçlendirmeye yoğunlaşmış (mö 1776-1768).

    hammurabi'nin hükümdarlığının son 14 yılına damgasını vuran şey savaş olmuş. öncelikle mö 1764'te dicle nehrinin doğusunda kalan ve iran'a uzanan metal ticaret yoluna erişimini tehlikeye atan ashur, eshnunna ve elam ittifakıyla uğraşmak zorunda kalmış. ama asıl büyük mücadele güneydeki larsa'nın rim-sin'iymiş. babası da rim-sin'i alt etmek için su yollarını kapatmayı denemiş ve hammurabi de aynı stratejiyi uygulamış anlaşılan. ana bir su kaynağını bloke edip suyu hem düşmanın yaşam kaynağı olarak kesmiş hem de bir anda açıp taşkın yaratarak bölgedeki nüfusu yerinden etmiş. zaten 1760'da hammurabi bu savaşı kazandıktan hemen sonra yıkılan bölgedeki nehirlerin yeniden açılması için çalışmalara başladığına göre durum bu. mö 1763'te larsa'nın başkentini aylar süren bir kuşatma neticesinde de alınca rim-sin'in işi tamamen bitmiş.

    iki yıl sonra, yani mö 1762'de, hammurabi bu sefer doğudan gelen güçlerle çatışmaya girmiş. bunun nedenini kesin olarak bilmesek de ya hammurabi'nin onlardan önce davranıp doğuda dengeyi bozmaya yönelik bir hamlesi, ya da doğu güçlerinin hammurabi'nin son larsa zaferine verdiği bir tepki olduğunu düşünebiliriz. ama en garip hikaye, 1761'de hammurabi'nin babil'den 400 km kadar fırat yukarısında kalan mari'nin kralı ve aslında uzun süredir müttefiki olan zimrilim'i hedef alması. bunun için ancak iki mantıklı açıklama olabilir: birincisi gene su hakları kavgası, ikincisi ise mari'nin orta doğu'nun ticaret yollarının tam kavşağında bulunması ve hammurabi'nin burayı kontrol altına almak istemesi.

    sonraki 2 yıl kralımız tekrar doğuya yoğunlaşmış, eşnunna'yı tamamen yerle bir eden bir savaş çıkarmış fakat bu zaferin büyük bir bedeli olmuş. çünkü babil ile doğudaki halklar (muhtemelen ileride babil hakimiyetini ele geçirecek olan kassitler de içlerinde) arasındaki "tampon bölgeyi" tamamen ortadan kaldırmış. son yıllarında da haliyle hammurabi savunma amaçlı surlar inşa ettirmekle meşgul olmuş derken mö 1750'de kahrından ölmüş. artık oğlu samsuiluna krallığı devralıyormuş o sırada.

    hammurabi döneminde sadece askeri alanda değil, neredeyse hayatın her alanında büyük dönüşümler yaşanmış. hedef zaten o ufak şehir devletinden koca bir bölgesel devlete geçişi sağlamlaştırmakmış. kralımızın yazdığı mektuplardan o her detayla, her işin bizzat üstüne gittiğini görüyoruz. bu aslında hammurabi'nin ve o dönemdeki diğer tüm hükümdarların yönetim anlayışı. hatta ünlü kanunları bile hammurabi'nin "adil kral" idealizminin bir yansıması olarak görülebilir. eski mezopotamya kralları da bunu hep söylemiş zaten.

    hammurabi'nin kalıcı bir bürokratik sistem kuramaması bu kadar "mikro yöneticilik" yapmasına ve son yıllarını savaşlarda geçirmesine bağlanabilir. onun ölümünden sonra da aslında kazandığı hiçbir askeri başarının uzun süre korunamaması bu eksikliğin bir sonucu belki de.

    babil'in güney kısmını zapt ettikten sonra da kendisini ilahi bir varlık ilan etmek istememiş hammurabi, asırlardır süren bir geleneği yıkmış bu şekilde. muhtemelen kendine özgü bir kral idealizmi varmış ve bunu sürdürerek helenistik çağlara kadar hükümdarlığın esasları konusunda bir örnek oluşturmuş.

    hammurabi'nin tarihteki önemi uzun yıllar boyunca abartılmıştı aslında. özellikle kanunları bulununca "adaleti dünyaya getiren kral" olarak filan anılmaya başlandı ama sonra daha eski tarihli i ve belki de daha hacimli kanunlar bulununca bu ünü biraz gölgelendi. hatta hammurabi kanunları ile musa'nın on emir'i arasındaki benzerlikler de ortak bir mirasa dayandırılmaya başlandı.

    hammurabi'nin mezopotamya'yı tekrar tek bir bayrak altında topladığı da bir klişe. evet, o bölgede birleşme eğilimi vardı (bunu anlatan mühürlerde ve o dönemin kehanet metinlerinde görebiliriz) ama hammurabi'nin tek amacının birleştirmek olduğunu düşünmek biraz safça olur. onun asıl başarısı mezopotamya'nın siyasi ve kültürel merkezini 3. binyılın başından beri güneyde tutmak yerine kuzeye kaydırmak oldu. bu sayede mezopotamya tarihi 1000 yıldan fazla bir süre kuzeyde yazıldı.

    hammurabi'nin hikayesini sonlandırırken şunu da eklemek lazım: o dönemki birçok kral gibi hammurabi de oldukça dindar biriydi ve tanrılara saygısını göstermek için birçok tapınak inşa etti. hatta kendi adına yazılan şiirlerde de tanrılara şükranlarını sunar ve onların desteğiyle kazandığı zaferlerden bahseder.

  • söz konusu işleri şöyle hak etmiş olabilir. kpss’de türkiye 50ncisi olmuş adam, 1000 kişinin başvurduğu pozisyonda ilk 600’a giremiyor. hani bir kurum olsa anlayacağım, o kadar yere başvurmuş. alevi olduğunu 1-2 yerde ima ediyor zaten. (düzeltme; alevi degilmis)
    türkiye’de devlette iş bulmak istiyorsanız akpli olacaksınız bu kadar basit. hala böyle bir olay yokmuş gibi davranan insanlar ya aktrolldür ya da kafasını toprağa sokmuş devekuşudur.

    bence kanada’ya gitmekle iyi yapmış. hayatında başarılar.

  • kör topal bir eğitim aldıktan sonra askere gidiyorsun. sonra dönerci oluyorsun. tamam belki öncesinde de birkaç ufak tefek başka işler yapıyorsundur. ama sonuçta dönercisin. döner kesip duruyorsun.

    günler geceler böyle geçiyor. az buçuk yıllık izinlerinde yaşamaya çalışıyorsun. geceleri düşündüğün tek şey toplumun geldiği nokta. gündüzleri ise 1 m2 alanda döner başındasın. gören gözler, işiten kulaklar, milyarlarca nöron ne için?

    bazen bir taşa imreniyor insan. arzularını hiçe sayan bir organizmanın yalnızca yaşayıp ölmesi en korkunç varoluş masalı değilse ne?!