hesabın var mı? giriş yap

  • aynı şeyi ev sahibime yapmıştım ama o doktor değil* whatsapp üzerinden kira pazarlığı yapıyorduk yazışarak, ben her hitabımda "siz" yazdıkça o ısrarla "sen" diyor, en son "senin dediğin gibi olmuyor" diye yazınca hemen telefondan aradı gerildiniz sanırım diyor, yoo dedim sende nerden çıkarıyorsun böyle şeyleri diyerek ardından yalancı bir kahkaha patlattım. bir daha asla sen demedi.

    size "sen" dilini kullanan kim olursa olsun "siz" dilini kullanmayın, başka dillerde olanlar o dilin kullanıcılarının sorunu, bu dilin nezaket kuralları var ve nezaket karşılıklı olursa bir anlamı olur...

  • "drakula istanbul'da" filmi, sadece türk sineması için değil aynı zamanda dünya sineması için de önemli bir yere sahip. drakula'yı doğrudan kendi ismiyle ve tek başına ele alan filmler arasında "drakula istanbul'da" filminin, sinema tarihinde çekilmiş üçüncü film olduğunu söyleyebiliriz. fakat bunun için bazı filmleri elememiz gerekiyor. mesela 1920 yılında siyah beyaz, sessiz bir film olarak rusya'da çekildiği iddia edilen drakula filmine dair elimizde hiçbir somut kanıt yok. filmin var olduğuna dair elimizde yalnızca çok ufak bilgiler mevcut.

    drakula'nın beyaz perdede ilk defa göründüğü film ise 1921 yılı macaristan yapımı olan ve károly lajthay tarafından yazılıp yönetilen dracula's death (drakula halála) kabul edilmekte. ancak bu filmin de gösterim tarihinden beri kayıp olduğu biliniyor. geriye ilk diyebileceğimiz tek bir film kalıyor. o da bir korku klasiği olan 1922 yılı alman yapımı nosferatu. ancak bu filmde kont drakula'nın ismi telif yememek için "kont orlok" şeklinde değiştirilmiş. yine de bu filmin ilk drakula filmi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

    drakula isminin doğrudan kullanıldığı ve hala izleyebilme imkanına sahip olduğumuz ilk film ise amerikalı universal stüdyolarının çektiği 1931 yapımı dracula filmi. stüdyo bu filmin ardından pek çok devam filmi çekti. fakat o filmlerde ya drakula'nın kızı veya oğluna ya da drakula ile birlikte diğer korku film karakterlerine yer verildi. frankenstein'ın canavarı ve kurt adam gibi... bir de universal stüdyoları, daha çok kişiye ulaşabilmek için yine aynı yıl (1931) aynı stüdyoları da kullanarak drakula'yı bir de ispanyol dilinde çektiler. yani bu filmi de devre dışı bırakırsak nosferatu (1922) ve dracula (1931)'nın ardından drakula'yı tek başına doğrudan ele alan ilk film 1953 yapımı "drakula istanbul'da" olmuş oluyor.

    bu arada, ilerleyen yıllarda drakula'nın "billy the kid" ve hatta "batman" karakterleriyle bile mücadele ettiği filmlerin çekildiğini söylemekte fayda var. gerçi batman'in de yarasayla özdeşleştirildiğini düşünecek olursak bu ikilinin karşılaşması çok da mantıksız gelmiyor kulağa:)

    filme dönecek olursak, ali rıza seyfi'nin bram stoker'ın romanından uyarladığı kazıklı voyvoda adlı romanından sinemaya aktarılan film, tam anlamıyla türk işi bir drakula filmi. bu anlamda, filmin uyarlandığı romanın yazarı ali rıza seyfi ile yönetmen mehmet muhtar'ın oldukça başarılı bir iş çıkardığı ortada. bize dair pek çok öge bazı sahnelerde oldukça komik olacak şekilde filme güzelce yedirilmiş.

    -spoiler-

    film, avukat azmi'nin, kont drakula’nın istanbul'dan almayı planladığı konakların hukuki işlerini halletmek amacıyla kont drakula’nın yaşadığı topraklara yani romanya'ya gitmesiyle başlar. devasa büyüklükte bir şatoda yaşan kont drakula, etrafta yaşayan köylülerce pek de iyi biri olarak bilinmez. insanlar, drakula’nın şatosuna yaklaşmaktan bile korkar. avukat azmi ise drakula ile işlerini halledip bir an önce istanbul'a, güzeller güzeli eşinin yanına dönmenin derdindedir. kendisini dikkatli olması için uyaran köylülere ise "ben allahıma inanıyorum. fena ruhlar bu iman karşısında bana hiçbir şey yapamazlar" diye cevap verir.

    ancak, kont drakula'nın aslında kan içen bir hortlak olduğunu öğrenmesi ile birlikte romanya'dan kaçması da bir olacaktır. romanya'dan kaçarken de kont drakula'yı öldürmeye yönelik başarısız bir girişimi olur; çünkü drakula'yı nasıl öldüreceğini tam olarak bilmemektedir.

    istanbul'a dönen azmi, her şeyin düzeldiğini düşünürken aslında büyük bir yanılgının içindedir. kont drakula da istanbul'a gelmiş, hatta insanların kanlarını içmeye başlamıştır bile. kurbanları da onun gibi geceleri uyanmakta, içebilecekleri taze kan arayışıyla ortalıkta öylece dolaşmaktadırlar.

    drakula'nın, azmi'nin karısının da peşine düştüğü bir gün, azmi ve arkadaşlarının yoğun çabaları ve azmi'nin de son noktayı koyması sayesinde drakula, kalbine kazık çakılarak öldürülür.

    -spoiler-

    filmde, drakula ile verilen mücadelede kullanılan araç gereçler islami unsurlarla değiştirilmiştir. haç yerine filmin başlarında azmi, cebinden ucunda cevşen bulunan tespihini çıkarır. yine drakula’yı etkisiz hale getirmek için birkaç sahnede kuran'dan ayetlere başvurulur. ayrıca filmde bol bol sarımsak kullanılmıştır. hatta sarımsak kullanımı o kadar yoğundur ki drakula’yı gündüzleri uyuduğu tabutlarından uzak tutmak amacıyla bir ara tabutların içleri sarımsakla doldurulur. filmin sonunda ise azmi, evin her yerine koydukları sarımsak kokularından artık bıktığını söyleyip bütün sarımsakları dışarı atmak ister ve bir daha evde sarımsak görmek istemediğini belirtir. bunun üzerine karısı ise şaşkınlıkla "imambayıldıyı da mı sarımsaksız pişireyim" diye sorar. izlediğimiz şeyin bir türk filmi olduğu, bu tür sahnelerle daha da bir vurgulanır sanki:)

    film, oldukça düşük bütçeyle ve çok zor şartlar altında çekilmiştir. örneğin, filmin iki sahnesinde "minerva dikiş-nakış makinelerinin" reklamı verilir. ayrıca, filmin mezarlık sahnesinde ihtiyaç duyulan sisli atmosfer, sis makinesi alınamadığı için film ekibindeki herkesin ellerine aldıkları üç beş sigarayı içtikten sonra kameranın önüne doğru üfürmeleri ile sağlanabilmiştir. ancak, tüm imkansızlıklara rağmen film zamanına göre oldukça iyi bir iş ortaya çıkarmıştır. hatta söylenenlere göre "drakula istanbul'da", drakula’nın köpek dişlerinin uzadığının görüldüğü sinema tarihindeki ilk filmdir.

    bu arada, filmle ilgili pek çok şehir efsanesi de mevcut. söylenenlere göre film, amerika'da gösterildiği bir festivalde altyazısı bile olmamasına rağmen gösteriminin ardından izleyiciler tarafından ayakta alkışlanmıştır. hatta film, yoğun istek üzerine ikinci kez tekrar gösterilmiştir. bu bilgiyi doğrulatabileceğim bir yabancı ya da türkçe sağlam bir kaynağa ne yazık ki internette ulaşamadım. bulan olursa bana mesaj atabilir.

  • "kankamı atamayıp kimi atayacaktım? ilkokulda saçımı çeken hüseyin'i mi?"

    böyle deseydi çocukluğuna verirdim en azından.

  • filmleri, bir film sahnesine ait bir fotografin altina yazilmis bir replik kadar taniyan,

    sair, dusunur yahut yazarlar hakkindaki fikirleri, sadece onlara ait bir cumle, dize ya da kisa bir paragraf kadar olan,

    arkadaslarla bir sey yapmayi, kahvenin adinin bile kahve olmadigi ucube mekanlarda karsilikli oturup telefonlara gomulmek sanrisi ile karistiran,

    baskalarinin dayattiklarini, hic suzgecten gecirme geregi duymadan dogru kabul edip icsellestiren ve bu sayede adim adim kendine yabancilasan,

    bu yabancilasma ve surekli poh pohlanma yuzunden, yedigi yemek, o an nerede oldugu, o gun ne giydigi, o hafta sonu kiminle oldugu baskalarinca gercekten onemseniyormus zannedecek kadar benzersiz bir ego sahibi olan,

    nihayetinde, tum bu sanrilarin kacinilmaz sonucu olarak oncelikli ihtiyaci 'ilgi' olan, tum hareket, davranis yahut soylemleri sadece ilgi cekmek adina olan, istedigi ilgiyi bulamadigi anda kendini dunyanin en mutsuz insani ilan eden, bambaskalasan bir nesildir muhtemelen.

    mutlulugu, 'oglen yemegimizzz kips kips' etiketi ile paylasilan bir fotografin toplayacagi 'like'ta arayanlar, mutsuzluga mahkumdur.

  • asker, görev yerinde olay çıkmasının verdiği gerginlikle sinirlerine hakim olamamış, polis amirine bağırmış. elinde tüfek var ama buna pek silah çekti denemez, zira nöbet sırasında o tüfeği iki eliyle tutmak zorundadır (çapraz tutuştan hazır tutuşa geçmiş sadece).

    bu arada, askerle polis arasındaki farkı bilmeyenleri ortaya çıkarmıştır. yok aynı bokun lacivertiymiş de yok bilmem ne. adamlar nizamiyede nöbet tutan ere darbeci demeye getirmişler resmen. ulan askerlik ne zamandan beri gönüllü veya maaşlı (erler için söylüyorum ve 20 lirayı paradan saymıyorum) yapılan bir iş oldu? kendi zorunlu görevini (belki 5 ay belki 12ay) kazasız belasız bitirmek isteyen askerle, cemaatin veya akp'nin köpeği polisle bir tutmayın amk saçmalamayın.

    edit: bu entry'de ne polis, ne de asker seviciliği yapılmıştır. ben olayı nöbetçi askerin açısından değerlendirdim. biraz kafası çalışan insan zaten bunu görebilir.
    birçoğumuz askerliğimizi nefret ede ede yaptık. bu bağıran asker de bu tiplerden biri. bütün askerlere kenan evren muamelesi yapmayın amk.

  • bu pazar yaptığım eylem. dünya tatlısı bir sözlük yazarı ile tanıştım. hatta enteresandır birbirimizi neredeyse hiç görmeden tanıdık, tanıştık sıcak bir cay içtik aynı sıcaklıkta bir sohbet ettik.

    bu ilk değil aslında, gerçek hayatta görüşmeye devam ettiğim bir sürü dostum oldu. hatta geçen sene evde kızılca kıyamet kopup ben pılımı pırtımı toplayıp evi terkettiğimde, bu dostlarımdan biri öğrenir öğrenmez "ev bomboş duruyor, anahtar komşuda al, gir istediğin kadar kal" diyen jet hızında bir mesaj çekti taa londra'dan.

    bir başkası avukat dedi istediğin an. bir başkası iş dedi hatta "düşünüyorum, ne yapabilirsin diye 3 gündür, istersen buraya gel" dedi. tabi ki istisnalar vardır ama insanlar her yerde tanışıyorlar her yerde arkadaş, dost, sevgili olabiliyorlar. iyi insanlarla, kötü insanlarla karşılaşma ihtimali her yerde var. bu ihtimal galiba sizin ne aradığınızla da alakalı.

    sonuç olarak şu ana kadar, gerçek hayatta karşılaşıp, dost olduğunu zannetiğim kadar zarar görmedim henüz hiç birinden. demek ki o kadar da kötü bir şey değil.

  • ankara'da bi gece sarhoşken belediyenin önündeki fıskıyeyi kırmıştım yanlışlıkla. sonradan çok tantanası olmuş diye duymuştum.

  • kız bi "ağnna" dedi diye 400 bin tl almış. o parayı bana verseler daha düzgün bi anne derdim yanında bide baba derdim. hatta bütün sülalemi sayardım :(