hesabın var mı? giriş yap

  • yıl 1998-1999 arası yer: istanbul

    okula yeni başlamışım. tam anlamıyla bir solak olduğumdan her işimi sol elle yapıyorum. kalem tutmak, çatal kullanmak vs.

    öğretmenim geldi kalem tutarken sağ elini kullan sol el şeytanın elidir falan dedi. ulan daha yeni okula başladım bi' sakin aq.

    bu mevzu böyle devam ederken olay sınıfta patlak verdi. adım şeytana çıktı. daha 1. sınıfım. ilk aylarım. kimse benimle takılmıyor, konuşmuyor. öğrenci velileri falan okula geliyor; bizim çocukta solak olur onun yanına oturtmayın falan diye.

    yaşadığım travmayı ben bile düşünemiyorum şu psikolog halimle.

    sonra ailem okula geldi baya bi' olay olmuştu. sınıfım falan değişti. işin güzel tarafı gittiğim sınıfın sınıf öğretmeni solaktı. beni aldı, yetiştirdi. bugün bir şeyler olduysam, başardıysam onun sayesinde. mekanın cennet olsun hocam.

  • bugün tanıdık bir a101 çalışanından da duydum, bana yakındı. artık 7:30 da başlamak üzere 13 saat çalıştığını söyledi. bunun için ek ücret de almıyorlarmış. vatandaşın alın teri kutsaldır, işverenleri çalışanlarının seslerine kulak vermeye davet ediyorum.

  • adamın biri omuzunda maymunla bara girmiş. barda içkisini yudumlarken maymun da ordan oraya zıplayıp bulduğu herşeyi yiyormuş. bir ara bilardo masasına zıplamış ve herkesin şaşkın bakışları arasında bi tane bilardo topunu yutmuş. barmen "hey! maymununun ne yaptığını gördün mü?" diye bağırmış. "yoo, ne yaptı ki?" diye sormuş adam. "bilardo topumu yuttu!" demiş barmen. adam "hiç şaşırmadım. bu pezevenk gördüğü herşeyi yer" demiş ve hesapla, maymunun yediği herşeyin parasını ödeyip çıkmış.

    iki hafta sonra aynı adam maymunuyla yine gelmiş bara. barda içkisini yudumlarken maymun yine ordan oraya zıplamaya başlamış. barda bulduğu bir yeşil eriği önce kıçına sokmuş, sonra çıkarıp yemiş. bunu gören barmen iğrenerek "hey! maymununun ne yaptığını gördün mü?" diye bağırmış. "yoo, ne yaptı ki?" diye sormuş adam. "barda bulduğu eriği önce kışına soktu, sonrada çıkarıp yedi" demiş barmen. adam "hiç şaşırmadım. bu pezevenk hala gördüğü herşeyi yiyor. ancak bilardo topunu yuttuğundan beri herşeyi önce ölçüyor"

  • ultrason odasında uzanmışsın. eşin ayağının dibinde. heyecan içinde ekrana bakıyorsunuz. doktor da çok umutlu. yüzü gülüyor. ve aleti karnına koyuyor. ekrana bakıyor. gözleriyle kısa bir arayış. birden yüzünde garip bir ifade. gözlerini kısarak bir kısa arayış daha. ve yutkunuyor. o yutkunmayı sen sanki ağır çekim izliyorsun. adem elması yavaşça aşağı iniyor, ardından daha da yavaş bir şekilde yukarı çıkıyor.

    eşinin yüzüne bakıyorsun. daha geçen hafta yine bu odada, yine şu an durduğu yerde, yine bu ekrana bakarken, gözleri dolmuştu mutluluktan. daha önce hiç ağlarken görmemiştin onu. "işte bu o anlardan biri" demiştin. "hafızana kazı bu anı, bu yüzü. en ince ayrıntısına kadar anlatacaksın yıllar sonra. sakın unutma bu yüzü."

    ama şimdi sadece endişe var gözlerinde. odada da bir ölüm sessizliği. kimse soru sormaya cesaret edemiyor. makinenin uğultusu. karanlık. sadece ekrandan doktorun ve eşinin yüzüne yansıyan ışık. hadi konuşun! biri bir şey söylesin! ya da hayır. susun. hiçbir şey söylemeyin. sessizlik devam etsin. makinenin uğultusu olsun sadece. kimse konuşmasa, zaman dursa burada. bu şekilde kalsak. biz sadece umutla ekrana baksak, kimse bir şey söylemese.

    ama doktor ölüm sessizliğini bozuyor. "maalesef yine kürtaj."

    ben o yüzü hala unutmadım. bir de doktorun yutkunduğu o anı. vücudumu yavaşça saran korku dalgasını. kollarımda ve bacaklarımda ılık ılık ilerleyişini. parmaklarımın buz kesişini. doktorun konuşmasını. o konuştukça benim boğulacak gibi olmamı. ve aklımdan geçenleri.

    "bir sussa. bir sussa. tamam. her şeye tamam lanet olsun. ne yapacaksan yap. ama sus şimdi. bir çıksak şurdan. şu kapıya bir ulaşsak. aynı acı tekrar içimde inanamıyorum. ben aynı şeyleri mi yaşıcam şimdi tekrar? yarım saat öncesine dönebilsem. umut dolu. elim karnımda. konuştum ben onunla. defalarca. bu sefer farklıydı çünkü. çok hissettim bu sefer. haksızlık. bu nasıl bir tokat? yarım saat önce bu kadar mutluyken, şimdi.. korkuyorum demiştim bir arkadaşıma. kendimi çok kaptırmak istemiyorum. ama dayanamıyorum da. bu sefer farklı çünkü. çok hissediyorum bu sefer. sıranızı savdınız siz demişti. boş ver. keyfini çıkar bu güzel anların. bu güzel anlar. tarih oldu bir saniye içinde. yıllar sonra anlatılacak bir anı oldular. nasıl olur? daha yarım saat önce yaşıyordum ben bunu. bir çıksak şu odadan. bir sussa. nasıl haber vericez millete? ne kadar aptalım. dayanamadım herkese söyledim. aptal! şimdi telefonlar. aynısı ayşeye, fatmaya da oldu şimdi üç çocukları varlar.. aptal! dayanamadın! tutamadın çeneni! ama bu sefer farklıydı. çok hissediyordum bu sefer. bir çıksak şurdan. bir sussa. yer ayaklarımın altından kaydı dedikleri bu muymuş?"

    edit: yeri ayaklarının altından kaydıran o günler tarih olur, bir de bakmışsın kucağında gülümsemene gülümseyerek karşılık veren minik bir yavru var. o zaman umut var, inadına umut var.

  • yazmayın efendim, çok net söylüyorum yazmayın artık bu okulu. ağzı yanan birisi olarak söylüyorum yazmayın bu okulu. 4 sene önce ismine kanıp yazdım bu okulu, tabii daha neyle karşılaşacağımı da bilmiyordum, kan aldılar kan. hogwarts öğrencisine verir gazı, verir gazı; sonrasında sınavlarla,hocalarıyla (3'ün 1'inde profesör snape hele, dönemde geçen 5-10 kişi olur genelde) kan alır, kan. eşek gibi çalışıyorum, köpekler gibi, ancak 70 alıyorum ki 65 geçme notu oluyor. bir sürü gereksiz bilgi, elit okul ya. çoook idealistseniz uğrayın buraya. iş garantisi var demeyin. saf saf ''büyücü olucam ehe mehe.'', ''iyi para var hiç olmadı kötü büyüden korunma hocası olurum.'' falan demeyin sakın. ben de öyle dedim, şimdi çok pişmanım; ay temmuz son oldu, bizim okul ancak tatile girebildi. son kez söylüyorum, yazmayın arkadaşım bu okulu. gidin pdr yazın, ne bileyim kara elmas matematik'i yazın, gidin öğretmenlikleri yazın. sonra pişman olursunuz böyle.

  • yaratıcılık hakikaten ölüyor. özellikle son dönemde bir şeyin ne olduğu, nasıl olduğundan, içinde neyin olduğundan çok daha önemli hale geldi. mesela bir hikayede tek boynuzlu at olacaksa atın kafasına bir tane çubuk bağlamanın yeterli olacağını düşünüyorlar. bu tek boynuzlu at nereden gelmiş, nasıl güçleri varmış, bildiği şeyleri nasıl biliyormuş kimsenin umurunda değil. at var mı var, boynuzu var mı var. daha ne olacaktı deyip geçiyorlar sanırım.

    bunun bir benzerini şimdi üzerine konuştuğumuz dizide de net bir şekilde gördük ilk iki bölümde. herhangi bir oyuncunun kulağına ek yaptığınız zaman o kişi birdenbire elf'e dönüşmüyor arkadaşlar. bu karakterin bir ağırlığı, bi dünya hakkında bildiği şeylerin hal ve hareketlerine etkisi olması lazım ama o havayı bir türlü yakalayamamışlar çünkü şekle verdikleri önemin yüzde birini bile evren kurmaya harcamamışlardı.

    şimdi üçüncü bölüm ile birlikte dizinin yaratmaya çalıştığı evrene daha çok dahil oluyoruz. farklı farklı ve karakterler görüyoruz. peki bir toparlanma var mı? hazırsanız ona da bakmaya başlayalım.

    bir de yine inceleme videosu hazırladım üçüncü bölüm için. onu da görmek isterseniz yazının en altına linki bırakıyorum.

    --- spoiler ---

    öncelikle şunu söylemek istiyorum. ilk iki bölüm için yazdığım yazıda ve hazırladığım videoda geri dönüş olarak bana dizinin sadece karakter ve yer isimlerini aldığını, silmarillion'daki ana hikayenin haklarının satın alınmadığını söylemiştiniz. yani bunu ben de biliyordum öncesinde zaten derdim bu değil. yazının başında da bahsettiğim üzere hikaye akışı takip edilmese bile karakterlerin bi ağırlığını karizmasını falan aktaramamışlar asıl problem buradaydı.

    bu bölümde ise görebiliyoruz ki arkadaşlar bu sorun çözülmüş değil. hatta daha da derinleştirilmiş durumda. şimdi galadriel'in en yüce elf soyundan falan geldiğini hadi bi unutalım. hatta evrende yüce elf kavramı gibi bir şey olmasın (ki bunu zaten yansıtamıyorlar da hadi neyse) ve gloria diye bir karakterin numenor'a geldiğini düşünelim.

    mantıksızlık şurada ki normal bir insanın elf gördüğünde bile bi etkilenmesi bi şaşırması gerekir. neden? çünkü sizin sadece adını duyduğunuz, dünyanın yaratılışından da ortaya çıkan ve cennet gibi bir yer olan valinor'dan geliyor bu varlıklar. öff elf işte ya demek için çok saçma bir durumdasınız şu an. bunu deneyebilirsiniz kendiniz de ne bileyim bir hikaye yazarken ne bileyim apollon'u gören bir yunan köylüsünün yüzünde bir saygı, korku, şaşırma belirtisi olmasın. ne kadar saçma duruyor değil mi? hah bu dizinin de kendi mitolojik karakterlerine yaklaşımı da aynen bu şekilde.

    ayrıca bakın tüm silmarillion'da ve yüzüklerin efendisinde müthiş bir yitiklik hissi vardır. çünkü valinor ve orta dünya aslında iluvatar ve ainur tarafından güzellik düşüncesiyle yaratıldı. ancak melkor yüzünden bu fikir tepe taklak oldu ve işte çağlar boyu savaşlar çıktı, elf'ler birbirini öldürdü, denizler yarıldı falan. mesela mordor'a falan bakın bu dünya yaratılırken kimsenin aklına böylesine kötücül bir yerin ortaya çıkacağı gelmemişti. ama oldu işte. bu nedenle kuleler ne kadar yüksek, duvarlar ne kadar sağlam olursa olsun o ilk güzellik ve huzur fikri kaybolduğu için hem silmarillion'da hem de yüzüklerin efendisinde temel bir hüzün vardır.

    bu dizide ise o ağırbaşlı havayı hiç göremiyorsunuz. evet o çağda morgoth karanlığa gönderilmiş ve uzun zamandır sauron'dan haber alınamıyor ama o zamana kadar o kadar çok şey oldu ki özellikle elf'lerin bunları ömürleri boyunca unutmasına imkan yok. o nedenle dizinin atmosferini ben hala çok başarısız buluyorum. çünkü temel bir fikri uygulayamamışlar.

    uygulanamayan bir diğer nokta da ana karakterimiz galadriel ile ilgili. arkadaşlar dünyanın en kötü şeylerinden biri rolün hakkını veremeyen oyuncu olabilir ya. mesela buradaki galadriel'e karizmatik, lider ruhlu, inatçı, dik kafalı gibi bir ana karakterde olması gereken bir yığın özellik yazmışlar. ama karakteri canlandıran hanımefendi bunu sadece sert ve anlamsız bakmak olarak yorumladığı için ortaya bu kötü sonuç çıkmış.

    öte yandan oyunculuk olarak başarılı bulduğum karakterler de var. örneğin dizi yayınlanmadan önce cast tercihi nedeniyle çok eleştirilen ismael cruz cordova dizideki tek elf'e benzeyen elf. arondir ağır başlı, az konuşuyor ve en önemlisi aktarması gereken duyguları hal hareket ve tavırlarıyla falan aktarıyor. gerçi bazen robotq bağladığı oluyor ama wheel of time'ı batıran ekipteki yönetmenlerden birini getirip bu dizide de yönetmen yaparsanız oyuncuların performansının da bi üst sınırda takılı kalması normal.

    ikinci güzel oyunculuk örneğin de hobbit'lerin kısmında görüyoruz. birincisi nori gerçekten bilbo gibi maceraya düşkün ve bu evrenin çocuksu tarafı olan hobbit kitabını andıran bir yapıya sahip. bir de gandalf olduğunu düşündüğümüz meteor adam gerçekten güzel rol yapıyor. şimdi gandalf gerçekte bir maia malum. ve sauron gibi maiar'ların aksine orta dünyaya gelmeye çok istekli değil. yine de görev olarak gönderiliyor. yani bi önceki bulunduğu yerde çok güçlü ve bilge olsa da dünyayı tanımıyor aslında. e geliş şeklinin de şoku var. o nedenle daniel weyman, burada çok güzel bir iş çıkarıyor diyebiliriz.

    --- spoiler ---

    sonuç olarak dizinin atmosferi çok başarısız ve ana karakter olan galadriel bize hala geçmiyor. bu noktada da tercihlerin yanlış olduğunu söylemek mümkün. çünkü madem ana hikayenin haklarını satın almadınız keşke nori ve arondir gibi sonradan karakterler bulup evrenin büyük lore'una pek dokunmadan ilerleseydiniz. o şekilde eminim en azından insanların izlerken eziyet çekmediği bir sonuç çıkardı ortaya.

    yukarıda da inceleme videosu için link bırakacağımı söylemiştim. izlemek isterseniz de buradan göz atabilirsiniz.

    https://youtu.be/zdmg5_6gdjc