ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri
takip etmek için giriş yapmalısın.
hesabın var mı? giriş yap
fatih'te yaşanan halk otobüsü kavgası
-
yapilan haksizliga pasif-agresif bi tutumla karsilik verilmis olaydir. motorcu aracina verilen hasarin karsilanmayacagini anladiktan sonra daha fazlasini karsi tarafa vermekten cekinmemistir. hukuk sistemi ve adalet olmayan toplumlarda sikca karsilasilan bir cesit odesme yontemidir.
maske kimsin sen programının yayından kaldırılması
-
yazıklar olsun, şu ülkede insanların kavga etmeden gülüp eğlenip şarkı söylemesini sindiremediler. kavga yok, gürültü yok, sapkınlık yok, ahlaksızlık ensest yok. yeni türkiye’ye ters geldi tabii.
herkesin eve hapsolması
-
şu "çıkın sosyalleşin, bisikletinizi scooter'ınızı alın dışarı çıkın, tüketmeden eğlenebilmeyi öğrenin" diyenler nasıl bir kafa yaşıyor anlamak güç. bisikleti olmayan birisi için şu an kafadan 2000 lira harcattınız. scooter'ın rayici nedir bilemiyorum, bisikletten hallicedir diye tahmin ediyorum. "çayımı alayım termosa koyayım" desen termos fiyatları 3 hafta önce 250 liralardan başlıyordu. şimdi kaç olmuştur allah bilir. zaten istanbul'da bisiklete mi binilir amk siz delirdiniz mi? sinir stres sahibi olmayı geçtim 3 kişilik aileye gereken bisiklet miktarı x asgari bisiklet fiyatı zaten asgari ücreti geçiyor. herkes tek başına mı yaşıyor zannediyorsunuz?
haydi her şeyi geçtim, tüm bunlara daha önceden sahip olduğumuzu ve tek başımıza yaşadığımızı düşünelim, sandviçimizi de evde yaptık çayımızı çorbamızı da... birisi bana "dışarı çıkıp sosyalleşmek" tam olarak ne demek, bir anlatabilir mi? ben dışarı çıktığımda kuşa, buluta, güneşe selam mı vereyim sosyalleşmek için? parka gidip bankta sap sap oturayım mı? arkadaşlarımla buluşsam mesela bankta termos kapağından çay mı içeceğiz? ulan ekonomi sıçmış batırmış, boğaza kadar batmışız adamlar hala iyimserlik sıçmaya çalışıyor ya ayar oluyorum. ne sosyalleşmesi lan?!
edit: @iknowwhatyoudidlastsummer'in eklememi istediği mevzu da elbette arkadaş grubundan birisinin mutlaka sizi kafeye, yemeğe bir yere çağırması. bu yüzden görüşülemeyen insanlar var amk.
türkiye'de gereksiz yere pahalı olan şeyler
-
(bkz: internet)
(bkz: kırmızı et)
(bkz: süt ve süt ürünleri)
(bkz: benzin)
(bkz: teknolojik ürünler)
(bkz: kitap)
sevgili edinme konusunda hiçbir şey yapmayan insan
-
işitme cihazı kullanan biri olarak kızların bu sıçtığım cihazı gördükten sonraki tavırlarından farkı sezinlediğim için uzun zaman oldu uğraşmıyorum..
elektrik kesilince hep birlikte aaa demek
-
elektrik kesintilerinin olmazsa olmazlarından. genelde kalabalık yerlerde duyulur, yukardan aşağı düşen bir intonasyonla söylenir.
17 ağustos 1999
-
saat: 02:30 "değirmendere-yüzbaşılar"
abimle balkonda oturuyoruz. hava müthiş sıcak ve ilçe inadına hareketli, cıvıl cıvıl. donanma kuvvetlerinin bayrak devir teslim töreni için tertiplenmiş eğlenceler megafonlardan dinletiliyor tüm ilçeye. sokaklar ışıl ışıl;
"kim bilir değirmendere sahili nasıldır şimdi?" diye konuşuyoruz abimle. kahvelerimizi içiyor biraz daha muhabbet ediyor ve bir müddet kadar sonra odalarımıza gidiyoruz uyumak için. hiç unutmam; orhan pamuk'un benim adım kırmızı romanını okuyordum o sıra. yatağıma uzanmış kitabı okurken sanırım birkaç dakika içinde uyuyakalıyorum.
derinden ama çok derinden bir ıslık sesi geliyor kulağıma; "gece çöpleri almaya gelen belediye kamyonudur" diye düşünüyor ve tekrar uykuya dalıyorum. ıslık sesi yükseliyor, hâlâ uykudayım. kitap göğsüme düşmüş, hissediyorum. fakat nasıl bir rehavetse alıp yere bırakacak dermanım dahi yok. ıslık kesiliyor ve ardından korkunç bir homurdanma başlıyor. tüm bunları algılamam birkaç saniye içinde oluyor. göz kapaklarım külçe gibi. zorla aralıyor ve hemen karşımda duran, yatmadan önce ardına kadar açık bıraktığım pencereye bakıyorum. artık bilincim tamamen açık;
"aman yarabbi! yıldızlar! ne kadar çok, ne kadar yakınlar bu gece." diye düşünürken ilk sarsıntı başlıyor; yavaş yavaş, fakat gittikçe şiddetini artırarak. birkaç saniye kadar sürüyor ve aniden duruyor. müthiş bir sessizlik! kalbim o kadar hızlı çarpıyor ki nefes alış verişimi kontrol etmeye çalışıyor ve başımı hemen paralelimde uyuyan sekiz yaşındaki kardeşime çeviriyorum. uyuyor... sonra duvardaki saate... 03:05
belki o an milyonlarca şey geçiyor aklımdan fakat hiçbir şey yapamıyorum. saniyeler sonra yıkıcı olan ikinci dalga başlıyor. binanın eğilmesiyle annemin haykırışlarını duyuyorum. abimin de sesini duyuyorum, adımı haykırıyor. kendime gelir gelmez korkudan gözleri kocaman olmuş kardeşimin üzerine atılıyorum. o sırada annem odamıza giriyor sürünerek.
bina birçok kez bükülüp doğruluyor, tıpkı secdeye varır gibi. her eğilişinde bahçedeki ağaçları, her doğruluşunda gökyüzündeki yıldızları görüyorum pencereden. annem abimin adını haykırıyor. doğrulup abime gitmek istiyorum fakat olanaksız. abimin odası koridorun en sonunda. kardeşimi anneme bırakıp sürünerek koridora çıkıyorum. bitmiyor kahrolası! durmuyor! bitmiyor! koridora çıktığımda portmantonun devrilip hemen karşıdaki duvara dayandığını ve yolu tıkadığını görüyorum. bağırmaktan başka çarem yok; abi! abi!! ses yok. tekrar bağırıyorum; abi! abi!! "bayılmış olmalı" diye düşünüyorum. gücüm tükeniyor. artık araftayım... ne annemle kardeşime gidebiliyorum, ne de biricik abime. sonrası toz duman. bilincimi kaybediyorum.
rüyada olduğumu sandığım bir an yaşıyorum. yarı uyanık yarı uykuda, tükenmiş haldeyim. sesler var, kımıldayamıyorum. abimin sesi bu! bana sesleniyor. annemin de sesini duyuyorum. sonra başkaları... sanki bütün dünya adımı çağırıyor. savaşıyorum. kontrolümü kaybetmemeliyim. neredeyim? çok sıcak, çok karanlık! insan sesleri, araba sesleri, ambulans sesleri birbirine karışıyor. n'oluyor? adımı haykıranlar kim? "ben burdayım!" demek istiyorum, olmuyor. sarsıntılar devam ediyor. şiddetli ya da hafif fakat durmuyor. sonra birisinin benimle konuştuğunu duyuyorum;
"korkma sakın! bitiyor az kaldı, korkma." tanımadığım bir ses. bu kim? bilmiyorum. gücümü toplamalıyım yardım istemeliyim. haykırıyorum; "burdayım! yardım edin burdayım!"
bir doğum anını yaşar gibiyim. küçücük karanlık bir delikten çekip alıyorlar beni. yeniden doğuyor gibi... gün doğmuş, sabah olmuş. ailem ağlayarak yanıma geliyor. ayağa kalkıp yürüyebilecek kadar iyi hissediyorum kendimi. nasıl bir enerjiydi o yaşadığım, hâlâ tanımlayamıyorum. bir de o kara delikte benimle konuşan sesi.
yer yer gidenlerle kalanları ziyaret etmek için gölcük'e gitsem de, hâlâ denize bakmaya ürküyor ve kaybolan binlerce insanın isimlerini okurken gözyaşları döküyorum. zira o isimlerin içinde akrabalarım, arkadaşlarım, komşularımız ve aile dostlarımız da var. o gece gidenlerin ruhları şâd olsun.
reddedilen erkeğin yapması gerekenler
-
40'a merdiven dayamış bir abinizden size öğüt.
reddedilirsen "nasıl istiyorsan öyle olsun" de ve çek git. telefon numarasını sil, sosyal medyadan çıkar, kesinlikle aynı ortamda bulunma, selam falan da verme. arkasından konuşma tamamen hayatından çıkar, yokmuş gibi davran, reddettiyse bitmiştir. sizin için ölmüştür, o saatten sonra kuracağınız her türlü iletişim sizi küçük düşürmekten başka bir işe yaramaz.
"naz yapıyor" diye düşünüp tekrar teklif eden veya yılışıklaşan adamın kendine saygısı yoktur. kendisine saygı duymayan kimseye saygı duymaz. arkanıza bakmadan gidin kesinlikle geriye bakmayın en azından karşınızdaki insan sizin hakkınızda "laftan anlamıyor mu?" diye düşünmesin ve saygı duysun.
bilkent üniversitesindeki enteresan hoca isimleri
-
uzun zamandır dikkatimi çeken ve de sanırım sadece bilkent üniversitesine özel olan bir tuhaf durumdur. bilkent üniversitesinde hoca olmak için belki de bi kriterdir. normal bi isim ve soyisimle öyle burda hoca olamazsınız diye bir koşul vardır belki de. yani hoca denirken akla ne gelir; işte mahmut yıldız efendime söyliyim mustafa kaya hadi biraz daha nadir olsun ayşenur özdemir ne bilim en fazla asuman tekin olur hoca dediğin ama bilkent üniversitesi öyle mi;
jülide akşiyote
iletişim ve tasarımı bölümü
isim zaten nadir de ama bu soyisimle yanyana gelince dünyada tek herhalde. hatta önümüzdeki 5000 yıl boyunca da böyle bir gelmez bence daha.
bilin neyaptı
iktisat bölümü
insanda durup dururken şüphe uyandıran bir isim. okurken de düşündüren bi isim. düşünürken de düşündüren öyle görünmese de çok akademik bir isim.
ayışığı başak sevdik çallı
bilgisayar mühendisliği bölümü
sanki şifreli bir mesaj var ya da bizden birşey bulmamız bekleniyor da bunlar ipucu kelimeler. hmmm. bi şiir kitabı adı da olabilir bilemedim.
zühre sü gül
mimarlık bölümü
hani zühre gül olsa bi nevi anlaşılır hatta zühre su gül olsa bile ama o su neden sü oluyor abi nasıl bi ünlü yumuşaması çeşidi bu.
satılmış topçu
bilişim sistemleri ve teknolojileri bölümü
mesela neymar gibi zira kendisi satıldı 220 milyon euro'ya ve de topçu. ama messi öyle değil çünkü bonservisi elinde gitti. o yüzden o serbest bırakılmış topçu.
ayşe henry
mimarlık bölümü
on numara çok kral efsane bir isim soyisim. annesi de fatma djorkaeff.
andre santos nouri
iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümü
portekiz milli takımının sol beki gibi başlayıp kızılcahamam müftüsü gibi biten bi isim. cok acayip.
esma burçin dengiz olin
iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümü
ya allah aşkına esma burçin neyine yetmemiş. hani esma burçin olsan ne güzel kulağa da hoş geliyor ama sonra dengiz olin ne abi. mogolistan hanı mısım sen yoksa pagan tanrısı mı.
örsan örge
doktora: kansas üniversitesi
ör parantezine alınabilirmiş aslında. sange ile devam edilebilirmiş.
tijen sonkan türkkan
iç mimarlık ve çevre tasarımı bölümü
slogan gibi isim. dişe dişe kana kana intikam diye de devam edebilirmiş.
atıl kurttekin
grafik tasarımı bölümü
bu hocamızın asıl soyisminin kurt oldugunu düşünüyorum. anne ve babası ona kötü bi şaka yaparak ismini atıl koyduklarını buna intikam olarak da hocamızın soyismini değiştirdiğini düşünüyorum.
dominique kassab tezgör
güzel sanatlar bölümü
italya alplerinde başlayıp adana toroslarında biten bir fay hattı gibi adeta öyle bi isim.
serge randriambololona
matematik bölümü
sonlara doğru klavyeye random basılmış belli.
glenn terry kukkola
mimarlık bölümü
yaşlı amcaların coca cola'ya seslenme şekli gibi bir soyisim bu da.
tudor onea
uluslararası ilişkiler bölümü
soyisimi zaten tepkiyi bizden önce koymuş.
costantino costantini
kültürler, medeniyetler ve düşünceler programı
istanbul istanbul olalı şarkısının yunancası bu da.
sinan pekinton
lisans: hacettepe üniversitesi ankara devlet konservatuvarı
eyalet ismi gibi washington mesela ama onun ali express’ten sipariş ettiğinizi düşünün.
daha bunun gibi onlarca aşırı marjinal hoca isimleri;
nazende özkaramete coşkun
fulten larlar
ilgi gerçek
celile ıtır göğüş
okyay say
arzu sibel ikinci
lori russell dağ
ve sayamadıklarım..
eğer siz de çok sık rastlanmayan bir isme sahipseniz mesela adana merkez patlıyor herkes gibi bilkent’e hocalığa başvurun kesin alırlar. rektör bile yaparlar.
çocuklarla girilen komik diyaloglar
-
arkadaşın ablası hamile ve bebeğin erkek olacağı belli olmuş, isim düşünülüyor. ailenin aklında modern isimler var ama abla olacak olan 3 buçuk yaşındaki kızlarına da fikrini soruyorlar:
+ berencim ne olsun kardeşinin adı?
- bilo olsun
+ başka bir şey mi olsa acaba?
- erkek bilo olsun o zaman
günlerce gülünmüş eğlenilmiş ama... bebeğin doğmasına günler var şimdi. arkadaş ablasıyla telefonda konuşurken bilo nasıl diyor, annesi bebek eşyası alırken bilo'ya aldım diyor vs. sanırım çocuğun adını kaan falan koyup aile içinde bilo diye çağıracaklar. pardon erkek bilo.
beyin yakan sahte para sorusu
-
olaya şu gözle bakılabilidiğinde oldukça basittir. 3 kişi var. sahtekar, bakkal, pastaneci.
sonuçta pastaneciye giren çıkan var mı? yok. adam 100 tl verdi ve son işlemde 100 tlsini aldı çıkıp gitti.
geriye kalan iki kişiden birinin kârı öbürünün zararı olacaktır. sahtekarın karı ne? 95 + sigara. dolayısıyla bu kime kaçtı? evet baggala.
model
-
bu gruptaki en büyük mantık hatası, solistinin adının fatma olması. fatma diye rockçı mı olur lan!?