hesabın var mı? giriş yap

  • videodaki iki genç sahilde takılırken aniden dev bir parmak izi beliriyor üstünde de yeni çağın başlangıcı yazıyor, ne anlama geliyor olabilir altından ne çıkacak merak ederseniz takipte kalın
    bkz: esrarengiz parmak izi

  • tek başına owencan 'dır. ekşi sözlük trollu denince akla gelen açık ara farkla ilk isim kendisi.

  • tr. aktör/fail ağ kuramı.
    bruno latour'un öncülüğünü yaptığı bu kuram, doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasındaki ilişkileri farklı bir perspektiften sorgulamayı dert edinmekte. bu perspektif iki kavrama yaslanıyor: heterojen ağ ve sosyo-teknik asamblaj.
    latour diyor ki toplum heterojen bir yapıdır ve içinde bir sürü aktör bulunur. buraya kadar söylediği yeni bir şey yok aslında. lakin aktöre yüklediği anlam, insanmerkezcilikten uzaklaşarak insan olmayan varlıkları da kapsamına alıyor. böylece egemen bağış, saç kurutma makinesi, rende, tavuk, çekiç ali, paspas, demokratik kongo cumhuriyeti, rimel, deniz tarağı, sedir, çam, kaya, çocuk bezi vb. bütün varlıklar toplumsala etkileri olan failler olarak dikkate alınır. latour, böylece bugüne kadar failliği söz konusu bile edilmeyen insandışı (non-humans) varlıkları da "hetorejen ağ"a katarak aktörler arasında demokratik bir birliktelik sağlamış olur ve insan olmayan varlıkların, en az insanlar kadar toplumu şekillendirip dönüştürme gücüne vurgu yapar.
    dahası latour, bir adım daha atarak actor kavramını da aşarak actant kavramını üretir. böylesi yeni bir kavrama ihtiyaç duymasının nedeni, aktör/fail kavramının eylemin (fiilin) sahibine odaklanması,oysa latour'un bu yeni perspektifinde binlerce, yüzmilyonlarca, milyarlarca farklı failin fiilinini, yani hangi fiilin hangi faile ait olduğunu bilmenin mümkün olmamasıdır.
    sonuç olarak, bu kurama göre bütün fiiller, insan ve insan olmayan actant'ların yekûnunun oluşturduğu ilişkilerden tebarüz eder. genel olarak bu kuram ve özelde de latour, iktidar ilişkilerini sulandırdığı için hayli eleştirilir. yeri gelmişken ben de eleştireyim: eyyy latour efendi, o bahsettiğin hetorejen ağ içinde egeboy'un failliği ile rendenin faillliği nasıl aynı ontolojik düzlemde incelenebilir, sen bunu açıkla bi bana önce. yok actantmış, yok failmiş. laflara bak!!!!

    not-1) ayrıntılar için latour'un şu kitaplarına bakılabilir:
    - we have never been modern, 1993.
    - reassembling the social, 2005.
    2) ilaveten callon, mol ve law ile feminist teknobilimci haraway'in de bu kuramın oluşturulmasında payı olduğunu hatırlatır, ukteci ruz'a selamlarımı iletirim.
    3) bu kuramı istanbul depremi üzerinden "yeryüzü" nün failliğini dikkate alarak inceleyen türkçe bir çalışma için bkz. ebru kayaalp, onur aslan, "belirsizliğin bilimi: beklenen istanbul depremi ve uzmanlar antropolojisi", toplum ve bilim, sayı 144, 2018, s.124-146.
    4) (bkz: sosyal konstrüktivizm)

  • gdo'lu ürünler bir çok gelişmiş ülkede yasak, ülkemizde bu oluşum bu yüzden izin alamadıysa valla ilk defa ülkemizde güzel işlerinde yapıldığını gördüm.

  • tam karşımda oturuyor şu an.

    aramızda bir haftadır evin orta sahasını parselleyen bilmem kaç bin parçalık bir yapboz var. "la palette bistro" diye küçük bir lokanta manzaralı. bitiremedik. her gün usul usul ekledi parçaları, sabırla. küçük karton parçalarını sanki sever gibi birbirine ekledi. ama bitiremedik. yapbozun kalan son parçası eksik çıktı. üzüntüden öyle bıraktı olduğu yerde, toplamadı. "sevmek", salonun orta yerinde terk edilmiş boş bir "dükkan"ın arkasında duruyor şu an.

    elinde bir kitap var, "marifetler". onu okuyor. kitap okumasına o kadar alışığım ki. insanlar sevdiğine çiçek alır, ben yeni kitap kokusu hediye ediyorum ona. öyle bir gülüyor seviniyor ki. şu an elindeki kitabı okurken mesela, hayata dair bütün soru işaretleri siliniyor aklımdan. ona bakıyorum: huzurlu. sadece, geçen trenlerin sesine dönüp bakıyor arada bir, çocuklar gibi.

    "koltuğun altında yapbozun o son parçasını bulamayınca dönüp bana baktığın yüz ifadeni özlüyorum."

    tam bu cümleyi yazmayı bitirirken kalktı geldi yanıma: "ne yapıyorsun?". iş maillerimi açıp, gereksiz bir şeyler gösterdim. yaptığım işin belki de en güzel yanı bu; meraklısı olmayanın ilgisini dağıtacak sayısız malzemem var. hafif geri çekildi, defansta derinliğin kaybolduğu bu andan faydalanıp "belim ağrıyor" bahanesiyle yönümü değiştirdim, rahat yazabilmek için. sırf sana çaktırmadan, gönül rahatlığı ile şu yazıyı bitirebilmek için:

    aramızda sadece bitmemiş bir yapboz kadar mesafe varken bile yine anladım.

    seni her an özlüyorum ve seviyorum.

  • olayi izlerken sasirmadim hic, sayet abd'de paraniz yoksa siz bir hicsiniz. insanlar sadece ama sadece cikarlari icin sizinle iyi iliski kurarlar. kitaplarinda networking'di suydu buydu hep bu asilanir.

    baltimore'a ilk adimimi attigimi hatirliyorum. otobuse binmistim, diyalog su sekildeydi.

    - merhaba.
    + suraya koy, 5 dolar.
    - peki.
    + nerede ineceksin.
    - otelim su...
    + hayir hayir hayir hayir, hangi durak?
    - er...
    + nereye gittigin beni hic ama hic ilgilendirmiyor, son durak mi?
    - evet.

    son duraga geldigimde ise taksiyi aramistim. etraf zaten tekin degil, adres vericem ama tam adresi bilmiyorum herif konussa telefonda "10 katini vericem" diyecem. yandaki landmark'i soylesem herif hemen bulacak, otobus duragi da, bayagi belirgin bir yer.

    + merhaba, su duraga bir taksi istiyordum.
    - tam adres?
    + hemen su...
    - tam adresi bulunca ara. *cit*

    tekrar ararim.

    - hangi adres?
    + sehrin girisi, heme yaninda su var..
    - tam adres, nerede?
    + hemen su bi....*cit* diiiiiiiiiiiiit.

    sonra otelinize gelirsiniz ve resepsiyonda sizi yuzlerinde kocaman bir gulumseme ile karsilarlar. cunku siz musterisiniz, ve resepsyonistin job description'u belli.

    tehlikeli bir yerde olmaniza ragmen kimse size 2 dakika bile sabretmez, dedim ya olseniz donup bakmazlar bile. filmlerde insanlara yansitilanlardan cok farklidir yani. komunuz su bu tabii ki yardimseverdir, cikar iliskisiydi suydu buydu nedenlerden dolayi. ha turkiye'de olmuyor mu derseniz? oluyor tabii, fakat bes parasiz bir sekilde bir otobuse yabanci olarak binseniz sofor, olmadi tum otobus ahalisi bir sekilde yardimci olur, hatta evinize bile birakirlar sizi. kolektif toplumlari cok elestiriyoruz, fakat bu arti ozelligini de belirtmekte fayda var.

    amerika'nin tadini cikarmak istiyorsaniz cebninizin deriiiiiin oldugundan emin olmalisiniz once, paraniz varsa bireyciligin butun nimetlerinden faydalanirsiniz. yoksa en aci, keskin tarafi sizin kalbinizden giriverir. yolda arabaniz bozulursa, yardim bekleyeceginiz kisi sokaktan gecen yardimsever vatandaslar degil kesinlikle ama kesinlikle roadside assistance olmali.

    mcdonald's musteri hizmetlerini arayip calisanlari kovdurmaya calismak bir halta yaramaz bu yuzden. bu olayin gectigi restorandan 2 mil otedeki mcdonalds'da da ayni sey olurdu, 20 mil otedekinde de, 200 mil otedekinde de, 2000 mil otedekinde de. bir adam cikip "hop, noluyor lan?" dese sasirirdim esas. cam bolmeler ardindan konusan gorevliler, her gun televizyonlarda saatlerce donen ev guvenligi su guvenligi bu guvenligi reklamlari, insanin icini karartan "ilacimizi almazsaniz oleceksiniz" reklamlari, cocuklarin en ufak bir toz tanesinden olebileceginin asilanmasi, "germ" yuzunden temas bile kuramayan insanlar...new york'ta sokakta olen bir evsizin yanindan 8-9 saat boyunca hic birsey yokmus gibi gecip giden insanlarin, 911'i bile aramayan insanlarin videosunu hatirlayan tek ben olmamaliyim.