hesabın var mı? giriş yap

  • ayar değildir. bir doktora yakışmayan cevaptır. doktorluk bu riske rağmen seçilmiş bir meslektir. aids'li hastadan aids kapma, hepatitli hastadan hepatit kapma gibi ağır riskleri de vardır.

    burada arkalarından atıp tutan ergenleri saymazsak bir çoğumuz için tam da bu yüzden kutsaldır.

    bu cevap ise tıp 1. sınıf öğrencisi cevabıdır.

    çin'de, italya'da maske takmaktan yüzleri mosmor olan, ailelerini göremeyen hemşireler dahi böyle saçma bir cevap vermez canından endişe eden bir insana.

  • 600 bin takipçili bir influencerla geçirdiğim iki gün doğrultusunda söyleyebilirim ki bu mecralarda gösterilen o hayatlar kocaman bir yalan.

    bu uygulamayı kullanan iki türlü insan var, göstericiler ve izleyiciler. göstericiler şaşalı hayatlarını ya da "mış gibi" hayatlarını sunarlar ve diğerleri de bu hayatları izlerler. izleyenler hayranlıkla izleseler de içlerinden öfkeliler çünkü isteyip de elde edemedikleri hayatları izlemekten mutsuz olup öfke duyuyorlar. öte yandan göstericilerin hayatı gerçek değil çünkü insan yaşadığı anları kayıt altına alma çabasındayken o anı yaşamaz o anı sadece kaydetmeye çalışır.

    yaşadığım bir örnekle somut hale getireyim. fotoğraf ve video editörlüğü gibi konularda çok bilgisi ve tecrübesi olan eski bir arkadaşım yaşadığım bölgeye geldi, yanında 600.000 takipçisi olan bir influencer ile. iki gün boyunca onlarla zaman geçirdim. fenomen olan kişi kamera önünde mutlu, neşeli, insancanlısı bir imaj yaratırken, kamera arkasında (yani instagram paylaşımları dışında) hiç de öyle değildi; asık suratlı, mutsuz, şikayetçi bir ruh halindeydi sürekli olarak.

    bir gün beni kaldıkları otele akşam yemeğine davet ettiler. fenomen arkadaş sürekli olarak oteli ve yemeğini paylaşmakla ve fotoğraflarını editlemekle meşguldü ve kafasını tüm gece boyunca telefonundan neredeyse hiç kaldırmadı. kafasını telefonundan kaldırdığı vakitlerde de asık suratlıydı ve memnuniyetsizdi. gece boyunca sohbete pek katılmadı. bu arada garsona da pek iyi davranmadı. otel personeli bize otelin misafiri gibi de davranmadı, bizimle ilgilenmediler, ruhsuz ve açıkçası umursamaz bir tavır içinde ve "bir an önce gitsinler" gibi bir hava içindelerdi.

    bir başka gün bölgeyi gezdirdim. fenomen kişi özellikle güzel kayıt ve fotoğraf alabileceği yerlere gitmek istedi ve tüm gün boyunca yine sadece çekim yapmakla ve telefonuyla meşguldü. çekimlerde kendisini çekerken çok mutlu ve eğleniyormuş gibi bir yüz ifadesi takınıyor ama nadiren telefondan başını kaldırdığında yine huysuz, aksi ve mutsuz birine dönüşüyordu.

    ve düşününce bu gibi kişiler gerçekte kendi hayatlarını yaşamıyorlar, telefona sıkıştırılmış bir hayatta bir tür avatara dönüşmüşler. kocaman bir hayatı el kadar bir cihaza sığdırmışlar ve tüm hayatları o telefonun içinde olup bitiyor. bunun için yaşıyorlar ve bundan ibaret.

    yani bu hayatlar gerçek değil dostlar. yaşanılan her anın kıymeti bilinmeli ve her an hissederek ince ince yaşanmalı. gerçek olan bu.

  • bir anime olmasıyla birlikte böylesine şahane müziklere sahip olmasıyla şaşırtan çizgi film. jeneriği sanat eseri. senaryolar, kurgu, karakterler, animasyon süper şahane. baş kahraman spike spiegel yakın dövüş sanatlarında kral olmasıyla birlikte çok pis sigara içer. ayrıca aynı insanın -sağlak olmasına rağmen- sol eliyle onlarca metre uzaktaki bir hedefi alnının ortasından vurduğu görülmüştür. (mızıkacı çocuklu bölüm, cdyi arattırmayın) ama gerçek süperliği bunlarda değil kaşlarındaki eziyetli ifadededir.

  • dolmusu sıkıstıran mercedesteki adam: sen benim kim oldugumu biliyor musun?
    sinirlenen dolmus soforu: sen bu hat kac para biliyor musun? seni satın alırım, karını da sana kuma yaparım.
    olaya polis mudahalesi gerekmistir.

  • hayatta hiç bir duygu kalıcı değildir. tuttuğunuz takım maç kazandığında o akşam havalara sıçrıyorsunuz ama o mutluluk hissi bir hafta boyunca devam etmiyor. mutluluk geçicidir, mutsuzluk da öyle.

    hayat süreğen bir akıştır. hayatta dip, tepe olmaz, onunla birlikte akarsınız. bazı gün coşkun bir yerinde bir batıp bir çıkarsınız, bir başka gün durgun bir yerinde keyifle yüzersiniz. hayata karşı direnmek nafile çabadır. durgun yerde kalacağım diye bir dala tutunsanız bile, yorulup akışa kapılacağınız gün gelecek.

    hayattaki seçimler elbette önemli, nehrin hangi kolundan yola devam edeceğimizi bu seçimler belirliyor ve bazen o dalgalı akışa kapılmamıza neden oluyor ama her nehir durulur.

    acı mı çekiyorsunuz? çekin, yaşayın bunu, sonra bırakın gitsin. ona tutunup kalmayın ya da ondan uzaklaşmak için çırpınmayın. acıdan kaçmaya çalışıyorsanız, hayattan kaçmaya çalışıyorsunuz demektir. kimse hayattan kaçamaz. bu nehir akar.

    ve daha önemlisi şu, en nihayetinde her nehir denize açılır. hepimizin hayatı sonlu ve tek kullanımlık. o yüzden hayatla akmak ve getirdiklerini; acıyı, mutluluğu, hüznü, neşeyi hakkını vererek ve elimizden geldiğince güzel yaşamak gerek.

  • "yatağımın karşısında bir pencere var. odanın duvarları bomboş. nasıl yaşadım on yıl bu evde? bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? ben ne yaptım? kimse de uyarmadı beni. işte sonunda anlamsız biri oldum. işte sonum geldi. kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

    -tutunamayanlar-

  • 1886 doğumlu boks dünyasının unutulmuş şampiyonlarından birisidir.

    görsel

    1.71 boyuna rağmen kendisinden uzun rakipleriyle karşılaşıp başarılı olan bir boksördür. aynı zamanda birden fazla ağırlık sınıfında şampiyon olmuştur ama amerika'da ağır sıklet şampiyonluğu siyahi olduğu için engellenmiştir. kendisine ırkçı lakaplar takılırken (boston'un katran bebeği) döneminin beyaz boksörlerine kurtarıcı imajı oluşturan lakaplar takılırdı. onurlandırılırlardı.

    beyaz şampiyon boksörlerin siyah rakiplere yenildiklerini görmek istemediği bir dönemde, bir unvan için yarışmasını engelleyen ırksal engellerle karşılaşır. ingiltere, avustralya, kanada ve meksika'nın ağır sıklet şampiyonu olmasına rağmen, langford, amerika birleşik devletleri'nde asla şampiyonluk kazanamayan en iyi boksörlerinden biri olarak kabul edilir.

    19 haziran 1917'de fred fulton ile bir maç sırasında, langford sol gözünde görüşünü kaybeder. tek gözü kör olmasına rağmen para için boksa 8 yıl daha devam eder. sonunda diğer gözünü de kaybeder ve unutulur gider. harlem'de bir apartman dairesinde yoksulluk içinde yaşamaktadır. 1944 yılında new york herald tribüne gazetesinden al laney, kaybolan bu boksör için hikaye yazmaya karar verir.

    arama yaparken sam'in öldüğü bilgisine bile ulaşır ki o kadar unutulmuştur. en sonunda harlem'de bulur, dairesinde sadece radyosundan başka birşeyi olmayan kör bir adamdır. körlerle ilgili bir vakıftan her ay aldığı birkaç dolar ve günde iki kez gelen yemekle geçinmektedir. gazeteci haberi yapınca aynı zamanda new york zenginlerinden bağış toplar. kurulan fon ile aylık 50 dolarlık gelir elde eder.

    1956 yılında vefat eder.

    başarılar ve ödüller

    *kanada'nın spor onur listesi (1955)
    *ring boks onur listesi (1955)
    *nova scotia spor onur listesi (1955)
    *nova scotia'nın 20. yüzyılın en iyi erkek sporcusu (1999)
    *uluslararası boks onur listesi (1990)
    *orta siklet şampiyonu (galler)
    *ağır siklet şampiyonu (ingiltere, ispanya, meksika)
    *dünya renkli ağır siklet şampiyonu (1910)
    *yarım asrın boksörü ( canadian press )
    *ring dergisinin boksun "tüm zamanların en iyi 100 boksörü" listesinde 2. sıra

  • ekmeğin arasına cips koyanı gördüm, muz koyanı gördüm, ekmeğin arasına ekmek koyanı gördüm ama asıl bombayı annem patlatıp hayatımın keşfini yaptı.

    ilkokuldayız. köyden taşımalı geldiğimiz için beslenme çantamız var. yumurta, peynir allah ne verdiyse yufka ekmeğin içine dürülüp konuluyo işte. bir gün öğretmenin oğlu evleri uzak olduğu için bizimle yemeye başladı öğle yemeğini. mis gibi bakkal ekmeğinin içine sürmüş annesi çikolatayı. yarısını bana verdi. lan o nasıl bir lezzet. aklım başımdan gitti. köylü çocuğuyuz böyle şeyler görmedik. neyse eve gidince anneme dedim babama söyle de bize çikolata alsın ekmeğime koy. babam almış garibim. aldığının ertesi beslenme çantamda çikolatalı ekmeğim okula gittim. öğleyi iple çekiyorum. neyse öğlen geldi. yufka ekmek nasıl dolgun, bir de ok gibi dimdik duruyo. dedim ki canım annem ne kadar sürdüyse ekmek zor almış. bi ısırdım çatırt diye bir ses. ama ağzıma çikolata tadı geliyo bir daha ısırdım yine çatırt diye bir ses. meğer babam çikolatalı gofret almış. annem de garibim ekmeğin arasına onu koymuş. deneyin güzel oluyo.