hesabın var mı? giriş yap

  • insan ilişkilerinde başarılı, muhasebe konusunda yetkin, gezmeyi seven eleman aranmaktadır.

    meali: halk otobüsüne muavin arıyoruz.

  • italya'daki marketlere bayılırdım. bildiğiniz süpermarketlerden bahsediyorum. "allaaam bunlar nasıl güzel kokuyor böyle" diye pörtleyen gözlerimle o domatesleri elime alıp kokladığımı hatırlıyorum, gören deli demiştir herhalde. "burada yemek yapmak zevk yahu, her şey taze, her şey mis gibi hazırlanıp veriliyor eline, insan burada daha bir zevkle yemek yapıyor," demiştim. görüyorum ki yalnız değilmişim. hatta "ben markette öyle güzel domates satıldığını görmedim" de demiştim vaktiyle. şimdi birileri ayar verme derdiyle "ooo arka bahçemdeki domatesi görün siz", "hıh çanakkale domatesi yememişlerin matah sandığı domates", "heaaa lezzetli olsun diye verimi düşük domates mi ekçeklerdi, tabii ki lezzeti verime kurban edicez halla halla" diye saçmalıyorlar.

    e be evladım, zaten burada övülen, italya'da alelade bir yerde bile mis gibi domates bulabilme ihtimalin! yoksa bence de benim babaannemin domatesleri mükemmel; babam da balkonunda cherry domates yetiştiriyor ve onlar da şeker gibi; ben de kendi bütçemden daha fazla para ayırıp cherry, organik ve pembe domateslerden alıp yiyorum nispeten düzgün şeyler yiyeyim diye, ama burada vurgu yapılan şey, özellikle yetiştirmene, bilmem kaç bin kilometre yol gitmene, pahalı organik ürünlere para dökmene gerek kalmadan, makul fiyata insanca beslenebilmen! bunu da alamıyorsa o kalın kafalarınız ben ne diyeyim ki?

    ben niye italya'da kerevizin mis gibi soyulup satıldığını (köküne kabuğuna boşa para ödemeyin diye) görünce "gavurun" ticaret ahlakı karşısında yine mest oluyorum da, burada çürük çarığı dolduran adama denk geliyorum? italyan köylüsü çok mu matah insan? hayır. ama işte bir etik anlayışı oturtulmuş, devletin regülasyonlarıyla, sübvansiyonlarıyla tarım düzenlenmiş; vatandaşının asgari bir beslenme düzeyini yakalamasını isteyen bir yapı var. basbayağı, o insanlar buna "layık olduklarını" düşünüyorlar ve devletleri de doğal olarak bu fikri yansıtıyor; burada ise toplum olarak buna "layık olmadığımızı" düşünüyoruz içten içe ve bizim devlet yapımız da bunun yansıması olan düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. biz işi bireysel yöntemlerle çözmeye çalışıyoruz (arka bahçene ekmek, balkonunda yetiştirmek, daha kaliteli ürün için ederinin çok üstünde fiyat ödemeye razı olmak vs.). ha evet, bunları da yapalım tabii ama, ya bu imkanlara sahip olmayanlar? herkesin arka bahçesi mi var? herkes özel bir çiftlikten alınan domatesin kilosuna 8 lira ödeyebilir mi? "başkasından banane yeaa" mı diyeceğiz?

    benim sorduğum çok basit bir şey: elin devleti (italya, fransa ve rusya bildiğim bazı örnekler) vatandaşının makul fiyata düzgün yiyecek bulmasını önemsiyor da, benim devletim neden umursamıyor? elin devleti çiftçisini koruyor da, benim devletim nede korumuyor? fransa'da mahalle bostanlarında ilkokul bebeleri tarım yapıyor ve çiftçiye saygı duymasını öğreniyor da, istanbul'da 600 yıllık yedikule bostanları'na niye moloz dökülüyor? kuzguncuk bostanı acaba daha ne kadar ayakta kalabilecek? ben bu politikaların değişmesi için geçici bireysel çözümler dışında ne yapabilirim?

    gerçi bakın geçen gün bizzat çiftçilik yapan bir insan sorunlarını anlatmışken, bu insana bile "ya nolacağıdı" diyen mallar varken, bu entry'ye de "yazar burada evropalarda yaşadığını göstermeye çalışmış" diyecek mallar çıkacağına eminim. gösterilene değil, parmağa bakmayı marifet sayıyorsunuz.

  • başlık: vejeteryanım karpuz keseceğim

    1. allah kabul etsin diyorum. zaten zor bulduk karpuzu

    2. kabuğunu türk hava kurumuna ver piç

  • belki de çocuk olabilen son nesle ev sahipliği yapmasındandır. şimdi kimse çocuk değil ki. herkes twitterde facebookta ya da en kötü ihtimalle bir rpg yada moba oyununda fenomen olmanın peşinde.

    hatırlıyorum da kahvaltıdan sonra gelir zilimize basardı arkadaşlar. öğlenin sıcağında çıkma diye azarı yedikten sonra yemin billah eder gölgede oynayacağımıza ikna ederdik evdekileri. güneşin altında it gibi dilimiz dışarı çıkana kadar top oynardık. sonra mahalledeki tulumbaya birimiz üstten su döker diğerimiz pompalardı. o buz gibi suyun altına kafamızı sokar, kana kana içerdik. serinledikten sonra gölge bir yere çöreklenip tekrar kuvvet toplayana kadar cips kola çekirdek takılır muhabbet ederdik. hayat çok güzeldi lan.

  • istanbul'da bostancı ile küçükyalı arasında kıyı şeridinden yaklaşık 700 metre uzaklıkta bulunan, bizans döneminde din adamları ve sürgüncülerin yaşadığı, istanbul'un 10. adasıdır. dönem içerisinde birbirine rakip olan patriklerden önce aziz ignatius, sonrasında ise aziz fotios patrikliğin başına geçmişlerdir. ortodoks ve katolik kiliselerinin ilk ayrışma süreci, bu dönemlerde vordonisi adası'nda yapılan görüşmeler neticesinde başlamıştır.

    vordonisi adası'ndaki manastırın ismi ise satyros manastırıdır. adını ise kehanet, büyü ve doğa olaylarını kontrolü altında tuttuğuna inanılan pagan tanrısı satir'den almıştır. 1010 yılındaki istanbul depreminde granit kayalıklar üzerinde yer alan diğer 9 ada hasar almazken, alüvyon bir tabakaya sahip olan vordonisi batmıştır. bu adanın zamanının büyü ve maji merkezi olduğu söylenmektedir.

    son zamanlarda ada çevresinde kuzey atacan ve ekibinin yürüttüğü çalışmalarda, iletkenliği çok iyi bir derecede olan altın,bakır ve bilinmeyen bazı metallerin alaşımından oluşan yaklaşık 10 kilogramlık bir başlık bulunmuştur. yine kendi araştırmalarına göre insan melezi bir varlığa ait olduğunu düşündükleri bu garip başlık, o zamanlarda esir olarak alınan melez bir varlığın etrafına zarar vermesini önleyici bir nesne olarak kullanılmıştır. bu melez varlığın da büyü işlerinde kullanıldığı tahmin edilmektedir.

  • alnının teri ile ekmek parasını kazanan büyük adam. çocuk falan değil bu.

    onun yaşıtları medeni ülkelerde şu anda servisler ile okula gidiyor, oyun hamurları ile oynuyor, tablet, bilgisayar gibi teknolojinin nimetlerinden yararlanıyor, en güzel kırtasiye ürünlerini kullanıyor, bir kere yaşayabileceği çocukluğunun tadını çıkarıyor.

    bu garibim de kışın soğuğunda elinde çantası ile 1,25 tl'ye aldığı çorabı 2 tl'ye satmaya ve 75 kuruş çalışmaya çalışıyor.

    lanet olsun adaletsiz gelir dağılımına güzel gözlü çocuk.

    hem gerçek babanı hiç göreme, hem üvey baba ile büyü, hem üvey olduğunu sonradan öğrenmene rağmen onu hala gerçek baba gibi benimse. böyle bir metanet, böyle bir duruş bir çocuk için çok fazla. yaşamın ve annesinin yükü de omuzlarında.

    kameraya çeken adama uyuz oldum. ulan vereceğin 5-6 tl para. sen ne hakla çocuğu "sus lan yalan söyleme" gibi nahoş bir cümle ile azarlıyorsun. şakası bile kötü. bir de hala pazarlık derdinde. gönlüne çaktığım.

  • müthiş tavsiye ancak negatif insan nedir onu anlamak lazım. sizi yapıcı eleştiren arkadaş negatif değildir. bir planda sorunu sezebilen, stratejideki delikleri görüp düzelten adam negatif değildir. hak gördüğü yerde sizinle tartışmayı ksrşı çıkmayı göze alan arkadaş negatif değildir.

    negatif burada toksik insandır. sizi aşağı çeken, çözüm çıkış yolu sunmayan veya umutsuzluk aşılayan insandır. yanlış anlayıp da etrafınızı herşeye tamam diyen polyannacı düdüklerle doldurmayın. bunlar da sizi aşağı çektiği için olumsuz laf etmiyor gibi gözükse de sizin hayatınız için negatiftir.

  • artık o günlere dönüş yoktur. ancak insan düşünmeden duramaz. özellikle zor zamanlarda. ayrı bir hayatı sürdürmeye çalışırken önce anna ya da babadan biri hayata veda eder. tek başına kalan anne ya da baba için olağanüstü bir emek harcanır. tam işler yoluna girerken başka yakın akrabalar ya da kardeşlerden biri bir dram yaşar. bu drama tanık olunur. bu arada ayrı olarak sürdürülen hayatın sihiri kaybolur. başka sıkıntılı durumlar başgösterir. işte bu durumda sık sık flashbackler yaşanır. şen şakrak pazar kahvaltıları, küçükken topluca gidilen tatiller, uzak akrabaların düğünlerinde yaşanan saçma/komik hikayeler vs. faydasızdır ama kardeşim. mücadele bizi bekler. sağlam durmak gerekir. haydi, toparlan bakalım.