hesabın var mı? giriş yap

  • “19 tane suç kaydının olması bir insanı kötü yapmaz” demiş ablamız. kafaya bak. belki de doğal seçilime izin vermen gerekiyordu kadir.

  • sanırım gizli bir örgüte üye olan amcadır.

    bu örgüt yetiştirdiği emekli amcaları türkiye'deki tatil beldelerine en az 1 kişi olmaları şartı ile gönderiyor ve sabah markete ekmek almaya giden insanların karşısına aniden çıkarıp 'sabah deniz çarşaf gibiydi, kaçırdınız mis gibi denizi' demeyi amaç ediniyor.

    eğer şu yaşınıza kadar bu amcalardan biri ile karşılaşmadıysanız hiç korkmayın. elbet bir gün sizin de bu amcalardan birisi karşınıza çıkacak ve sabah çarşaf gibi olan denize girmediğiniz için kendinizi kötü hissetmeniz için elinden geleni yapacaktır.

  • oynadığı 8 yıllık dönemde kadıkoy'de oynadığımız yaklaşık 140 maçta fenerbahçe yalnızca 5 mağlubiyet almıştır. bu mağlubiyetler de 2-0'dan 3-2 kaybettiğimiz bursa maçı ve 3-4'lük beşiktaş maçı gibi, alex'in efsane oynadığı efsanevi maçlardır, geri kalanlar da şampiyonluğu garantilediğimiz maçlardır. bu dönemde bir de aghahowa'lı kayserispor'a 4-1 yenilmiştik kadıkoy'de, şimdi araştırdım o maçta da alex oynamamış :)

    ve yıllarca bize ayak bağı olduktan sonra, nihayet alex gittikten sonraki sürece baktığımızda fenerbahçe, kadıköy'de oynadığı son 7 lig maçında 3 mağlubiyet 1 beraberlik almış. özetle :

    (bkz: nasıl koydu aykut kocaman)

  • olayın travmatik olduğu ortada ve kimse böyle bir olay yaşamak istemez. ancak haberden anladığımız kadarıyla doktor bebeğin ters geldiğini görüp erken doğumun risklerini hesaba katıp sezaryen ameliyat önermiş, aile kabul etmeyip normal doğum istemiş. normal doğum sırasında da bebek ölü doğduğu için gerekli manevralar yapılarak bebeğin kafası kesilip içeride bırakılmış ve sonra ameliyatla alınmış. çünkü bebeğin ölü olduğu anlaşıldığı anda öncelik tamamen annenin sağlığını korumaya yöneltilir.

    annenin o sırada bebeği çırpınıyor görmesi anlaşılabilir bir yanılgı olabilir. böyle riskler bütün doğumlarda malesef vardır ve bu durum otomatikman birilerini suçlu yapmaz.
    burada gördüğüm tek suçlu üç beş tık fazla almak için soruşturmalardan aklanmış olmalarına rağmen doktoru ve hastaneyi karalayan habercilerdir. öyle bir anlatmışlar ki okuyanlar lego parçası gibi kafanın löp diye yanlışlıkla kopuverdiğini düşünecek.

    bu gibi haberlerde "habercilerin" yapması gereken iki tarafı da dinleyip objektif bir şekilde bilgileri sunmaktır. etik olan yaklaşım budur.

  • devlet tiyatrolarında izlenen bir oyundur.

    oyunun adı çok önemli değil. oyunlar genel olarak kaliteli. indirimli olarak 6.00 tl'ye alınan bilet ile gerçekten çok iyi oyunlar izleniyor. kaldı ki balkon vs. gibi kategorilerde alınırsa bilet fiyatı 4.00 tl'ye kadar düşüyor.

    sinema biletlerindeki fahiş rakamları da göz önüne alırsak devlet tiyatrolarında izlenen oyunlar parasına mutlaka değiyor.

  • özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çeşitli toplumsal mekânlarda, insanlara istemleri dışında sunulan, hattâ empoze edilen müzik şeklinde de tanımlayabileceğimiz muzak, aynı zamanda tanımındaki amacı uygulamak için 1930’lu yıllarda kurulmuş olan bir firmanın da adıdır.

    kurumsal oluşumunun ötesinde muzak, bir tür olarak, insanların fiziksel ve zihinsel süreçlerini tetikleyen, metabolik yapılarına müdahale imkânı sağlayan ve bu özelliğiyle müziğin ‘eğlendirici’ kimliğinden öte ‘fonksiyonel’ yanını vurgulayan bir mantalitedir. muzak olgusunda maruz kalan kişinin karakteristik ve psikolojik yapısından ziyade, kullanılan seslerin ve müziğin sunum biçimleri ile bulunulan ortamın genel özellikleri, amaçlanan etkiler için birincil düzeyde göz önüne alınması gereken kriterlerdir.

    yakın tarih boyunca müziğin muzak bağlamında fonksiyonelliği

    1871 ilâ 1914 yılları arasında gerçekleşen 2. endüstri devrimi bilim, teknik ve sosyal yaşam gibi alanlarda köklü değişimlere sebep olurken, bir yandan da tarihî (birçok önemli olay gibi) kendisinden önce ve sonra olmak üzere ikiye bölmüştür. “müzik ve çalışma alanlarındaki kullanım şekli” benzeri bir alt başlıkla bu bölünmeyi incelersek, endüstri devrimi öncesinde iş alanlarında müziğin sıklıkla işçiler tarafından, iş stresinden arınmak ve ağır şartları daha dayanılır kılmak adına icra edildiğini görürüz; bununla birlikte bazı işverenlerin ‘altlarında’ çalıştırdıkları işçilerin her türlü ağır şarta dayanmalarını sağlamak adına çalışma alanlarına müzisyenler, hattâ küçük orkestralar getirttikleri realitesine de rastlayabiliriz. endüstri devrimiyle beraber ağır iş makinelerinin çalışma sahalarına dâhil edilmesi, müziğin artık “rahatlatıcı unsur” olarak kullanılamamasına ve böylelikle yalnızca makine sesleriyle donatılmış alanlar yaratılmasına sebep olmuştur.

    endüstri devrimiyle beraber gelişen teknoloji özellikle amerika birleşik devletleri’nde mimari açıdan binaların daha da yükselmesini sağlamış, bu gelişmeye paralel olarak da yüksek katlara ulaşmak amacıyla binalarda asansör kullanımı oldukça yaygınlaşmıştır. a.b.d.’nin coğrafi yapısı itibariyle geniş düzlüklere sahip olan bir konumda olması, asansör gibi oldukça küçük ve hareket eden odacıkların halk tarafından garipsenmesine hattâ kendisinden korkulan bir makine hâline dönüşmesine de sebep olmuştur. bu küçük ve dar odacıkların bunaltıcı etkisi halk arasında psikolojik bir rahatsızlık olan klostrofobi’nin ortaya çıkmasını tetiklemiştir. 1930’lu yıllara gelindiğinde a.b.d. ordusundan emekli general george owen squier’in ortaya attığı muzak fikri tam da bu klostrofobik etkiyi ortadan kaldırmak amacıyla düzenlenmiş bir müzik sunumu olarak karşımıza çıkmaktadır.

    muzak ve tarihsel gelişimi içerisinde dönüşen çalışma stratejileri

    general squier’in asansör kullanımındaki olumsuz etkileri indirgemek adına kurduğu muzak şirketi, başlangıç fikrini edward ballamy’nin looking backward (1888) isimli kitabında geçen musical telephone adlı objenin üzerine temellendirmiştir. kitapta bu obje sabahları insanları uyandırmak, geceleri ise rahatça uyumalarını sağlamak için dizayn edilmiş bir alet olarak tasvir edilmektedir. muzak firması da musical telephone gibi zamana ve mekâna göre belirlenmiş, belli bir fonksiyonu olan bir müzik üretimi önermesiyle audio art tarihine ekleyebileceğimiz bir konumda yer almıştır.

    background music

    kuruluşuyla beraber muzak, gerek banka, restoran ve fabrika gibi toplumsal alanlarda gerekse de asansör gibi bireyin tek başına bulunduğu yerlerde kişiyi sakinleştirecek, üretimini arttıracak ve tehlikeden uzakmış hissini yaratacak, mekâna göre dizayn edilmiş “müzik paketleri” sunmuştur. background music’in ürünleri şeklinde görebileceğimiz bu paketler genellikle bilindik popüler parçaların basitleştirilmiş hâlleri (sıklıkla enstrümantal versiyonları) ya da oldukça yumuşak ve düşük şiddetli sesler bütünü kullanılarak “kişiye ‘tanıdıklık’ izlenimi vermeye çalışırlar” . bu bağlamda background music, bünyesinde bulunan yapıtların dikkat çekici tüm özelliklerinden arındırıldığı (örneğin bakır üflemeliler, vokal partileri ya da perküsyon bölümlerinin dahil edilmediği / çıkarıldığı), arka planda fark edilmeden kalma özelliğine sahip; bununla birlikte tanıdık melodilerin yeniden sunumu mantalitesiyle yabancı mekânların bilindik kılınarak tehdit unsurunun yok edildiği bir biçim şeklinde tanımlanabilir. muzak’ın background music biçimiyle herhangi bir kişiyi tetikleyebilmesi için: keskin bir algı açıklığına, eğitimli bir kulağa ya da müziğin dikkatli bir biçimde dinlenilmesi edimine gerek yoktur; yalnızca farkında olunmasa bile duymak yeterlidir.

    yukarıda bahsedilen özellikleriyle muzak / background music, uygulanmaya başladıktan sonra yalnızca asansörlerde kullanılmayıp, tıpkı endüstri devrimi öncesinde olduğu gibi birtakım çalışma alanlarında da denenmiştir. özellikle 2. dünya savaşı’nda silah fabrikalarındaki ağır çalışma şartlarını nötrlemek adına müzik kullanımı sadece müziğin direkt sunumuyla kalmamış, sunum şekli ve dozajıyla ilgili de çeşitli uygulamalar denenmiştir. 15 dakikalık bir background music sunumunun ardından çalınan müziğin içindeki gerilimlere ve zirve noktalarına göre 30 saniyeden 15 dakikaya kadar değişebilen bir sessizliğin takip ettiği döngü olan stimulus progression’un, yapılan araştırmalar sonucunda hata oranını azaltıp, moral ve üretim gücünü arttırdığı tesbit edilmiştir. muzak firması da stimulus progression özelliğini anlaşmalı olduğu birçok yerde denemiş ve olumlu sonuçlar aldıklarını kendi tarihlerini anlattıkları belgelerde göstermişlerdir.

    çalışma alanlarıyla beraber üretim ve tüketim sahalarının da değişim göstermesi, günümüzde çokça görebileceğimiz alışveriş merkezlerinin kurulmasına sebep olmuştur. 1980’li yıllara kadar havaalanları, tren garları ve yeni trend olan alışveriş merkezlerinde sıkça karşılaşılabilen muzak, bu mekânların çok kimlikli / kimliksizliklerine denk düşebilecek şekilde hazırladığı programlarla müziğin mekânı güçlendiren / dönüştüren tarafını oldukça iyi bir şekilde kullanmıştır.

    foreground music

    1980’li yıllardan sonra çalışma stratejisini değiştiren firma, müziğin arka plânda kalması fikrinden vazgeçip, herkesin rahatça duyabileceği / algılayabileceği bir ses seviyesinde sunumu yolunu tercih etmiş ve ortaya background music ile aynı amaca hizmet eden; ama farklı sunum modellerine sahip olan foreground music tanımını ortaya koymuştur. gittikçe kalabalıklaşan mekânlarda daha önceki paketlerin yüksek gürültüden dolayı işe yaramamaya başlaması, firmanın yapıtların orijinal biçimlerinin, orijinal icracıları tarafından kaydedilmiş hâllerini, gerekli ses seviyesinde (sıklıkla yüksek) yeniden sunmasını gerektirmiştir. kısaca foreground music yapıtların hiç değiştirilmeden kullanılan, orjinal biçimleridir.

    yeni sunum biçimiyle muzak, özellikle alışveriş merkezlerinde, genel toplu alanlardan ziyade ticari kuruluşların kendi mağazalarında karşımıza çıkmaktadır. artık aynı alışveriş merkezinde bulunan iki ayrı mağazanın içerisinde çalan müzik, mağazanın ve hedef kitlesinin kimliğini yansıtmakta ve hatların yumuşatılarak tavırların nötrleştirilmesi fikrinden tamamen uzaklaşan bir karaktere bürünmektedir. foreground music bağlamında muzak, bu şekliyle hem mağazaları hem de insanları birbirlerinden ayıran bir ses duvarı da oluşturarak mimari öğelerden öte duysal elemanlardan kurulu bir mekân algısı da önermektedir.

    foreground music, günümüzde mağaza ve markaları temsil eder hâle gelerek, tüketicinin markayı kullanırken nasıl hissedeceğini önceden empoze eden bir özelliğe de kavuşmuştur. işte bu özelliğiyle muzak, 1980’lerden itibaren müzik ya da mal satışından öte duygu pazarlaması stratejisini geliştirerek, baskın güçlerin insanlar üzerinde kontrol yaratmaları sürecinde oldukça önemli bir yere sahip olmuştur.

    kaynakça
    1. jonathan sterne, (1997), “sounds like the mall of america: programmed music and the architectonics of commercial space”, ethnomusicology, vol: 41, p. 22 – 50
    2. phil dourado, (1992), "the sound of silence" the independent
    3. henrik karlsson, (2003), “the acoustic environment as a public domain”, http://interact.uoregon.edu/…ae/journal/scape_2.pdf
    4. ned potter, “acoustical privacy”, http://www.abcnews.go.com/…e/cuttingedge010831.html
    5. david owen, (2006), “the soundtrack of your life”
    6. bill henson, (2004), “muzak: it’s not just elevator music”, fort mill times
    7. josh braun, (2001), “red tape: that kind of muzak don’t soothe the soul”
    8. http://media.hyperreal.org/…est/articles/muzak.html

  • başına "pazar pazar" eki getirmek suretiyle mümkündür.

    örnek veriyorum:

    "pazar pazar böyle müzik mi çalınır?"

    "pazar pazar ne balesiymiş bu?"

    "pazar pazar brent petrolü mü satın alınırmış?"

    "pazar pazar sen anandan yine çıkardın amma, baban kimdi bilemezdin şerefsiz!"

    vb...

  • söyleyeceği şeyi dolandırmada usta, ima yapmada işinin ehlidir:

    - seni buraya hangi rüzgar attı nina? yoksa "ağır" ve "pirinçten" bir rüzgar mı? ha?
    - nicholas'ı pirinç mumlukla benim mi bayılttığımı ima ediyorsun?
    - bilmiyorum nina, sen ne dersin, ha?

    hep böyle bir alaycı hava, abuk subuk imalar... hep böyle bir küçük dağları ben yarattım, siz de şans eseri oradan geçiyormuşsunculuk... "bilmem, sence de öyle mi?" 'ler, lafı şakacıktan bir tarafından anlıyormuşçuklar... cukcuklar, cikcikler...

    - bir içki hazırlamamı ister miydin richard? hah hah... ister misin?
    - evet, lütfen. sert olsun.
    - sert diyorsun... pirinçten bir mumluk gibi sert...
    - nicholas'ı benim bayılttığımı mı ima ediyorsun?
    - senin bayılttığını ima ettiğimi de nerden çıkarıyorsun?
    - ya kafasına ben vurmuşum gibi sürekli imalar bakışlar filan atıyosun...
    - nicholas'ın sadece bayıldığını biliyorduk richard... kafasına vurulduğunu değil! hah ha! kendin söyledin!

    sanki totoşuna vurulsa bayılacak nicholas, heralde kafasına vuruldu. bunu bilmiyor mu? tabi biliyor. ama tehditkar, alaycı, karşısındakini tiye alan, her an patlamaya hazır bir bomba imajını sarsacak bir hata yapmaması lazım.

    - sana bir şey itiraf edeceğim daniel. nicholas'ı ben bayılttım.
    - ne? sen mi? o zaman kaç bölümdür ne diye ima üstüne ima yapıyorsun? hasta mısın kuzum?
    - kuzun? kuzu mu? hah... pirinçten ve ağır bir kuzu heykeli mi ha? kuzu şeklinde bir mumluk mu?
    - rahatsızsın olm sen.