hesabın var mı? giriş yap

  • rezillikte daha ne kadar ileri gidebilirler bilemiyorum. yarin bir universite sitesinde rektorumuz umumi helada ibrik bulamadi, kiniyoruz diyebilirler. adamin ve karisinin otel odasi bulamamasinin universiteyle zerre kadar ilgisi olmayacaginın idrak duygusundan yoksun kisiler bu gorevlere gelebilmis. cok yazik, cok...

  • çalış,
    - denizin 50 metre altına techizatla dal, dalamadığın yere başka bilimsel çalışmaların ürünü teknik araçlar gönder, vakit ve kaynak tüket. kaynağın içinde ömrün de olsun...
    - yeni tütmüş volkanın dibine kadar gir. "dürtsem ısırır mı?" tedirginliğine denk bir tedirginlik yaşa. zehirli gazın içinde kaybol. binlerce santigratlık volkan damlaları arasında örnek topla...
    - 7. kat balkonundan bakmaya korkan insanların olduğu bir dünyada, gezegenin yörüngesine gir, gözlem yap. kainatın sırrına erişir gibi ol.
    - fırtına, kasırga, boran, tayfun kovala. felaketin hızını, çapını ölç.
    - kimsenin görmediği, görse de anlam veremediği, anlam verse de yorumlayamadığı mikroskobik canlıların uğruna hayatını ver. evladından çok bu tipsiz tek hücreli canlıları gör. sanki bir aşk doğacakmış gibi virüs, bakteri incele.
    - birkaç rakamın ve sayının, birkaç harfin ve işaretin oluşturduğu bir grafik dizilişin (formül) karşısında acz içinde bekle, düşün, kafa yor: "belki şu ana kadar fiziğe dair bildiklerimiz yalandı" şüphesinden dolayı.
    - ada ada, tepe tepe, okyanus deniz gez. kuş gözlemle, kertenkele incele, fil tedavi et, at takip et, gorille dostluk kur...

    sonra hıyarın biri ömründe ilk kez tanık olduğu bu gerçeğe, bilgiye, düşünceye sahip çıkıp desin: "bu yazıyordu zaten"

  • joachim trier ve eskil vogt ikilisinin çok iyi yaptığı bir şey var, insan olanın sert karnını (hayır, yumuşak değil) bilerek, oraya durmadan ve farklı biçimlerde dokunuyorlar. ama vuruyorlar, ama gıdıklıyorlar, ama yakıyorlar, ama kaşıyorlar... sonra film bitiyor, film gerçekten bitiyor, ama ben onu taşımaya devam ediyorum. dürtmeye korktuğum yerlerde artık ağrılar var. her hareketimle bana kendini hatırlatan ağrılar... varolduğunu bile bilmediğim kaslarımı hissediyorum. unutmuşum çünkü kullanmayalı uzun zaman olmuş... bu süper ikilinin yarattığı bütün filmleri izlemiş kahrolası bir melankolik olarak, bu etkiye bayılıyorum.

    verdens verste menneske (aka "dünyanın en kötü insanı"), “oslo üçleme”sinin üçüncü filmi (diğer iki film: reprise/@dolls ve oslo 31. august/@dolls). hiçbir film birbirinin devamı veya öncesi niteliğinde değil, ama sessizce birbirlerini çağırıyorlar.

    “dünyanın en kötü insanı”, prolog, 12 bölüm ve epilog’dan oluşuyor. en özet haliyle, dünyadaki yerini bulmaya çalışan julie’nin hikayesine, giriş- gelişme- sonuç akışıyla eşlik ediyoruz yani.

    julie bir sahnede diyor ki; “hiçbir şeyin sonunu getiremedim, sürekli bir şeyden diğerine atladım durdum”. sonunu getiremediği şeylerse, bize atalarımız ve toplum aracılığıyla dayatılan şeyler aslında: tek bir hayatın var ve o hayata tek bir eğitim hayatı, tek bir meslek, tek bir evlilik, tek bir aile, tek bir eş, bir veya birkaç çocuk, belki bir köpek veya kedi seç, koy. diğer ihtimalleri bir kenara bırak, seçtiklerinle devam et, sonunu görene kadar onlarla hayatını geçir... bu yolu böyle gitmeyi istememek julie’yi dünyanın en kötü insanı yapar mı peki?

    aksel bir sahnede diyor ki; “bazen yeni şarkılar dinliyorum, daha önce hiç dinlemediğim şarkılar. sonra bakıyorum, hepsi gençliğimden. o zaman dinlemediğim veya karşılaşmadığım şarkılar sadece. aslında yine eski şarkılar dinliyorum.” umutla bekleyeceği, türlü türlü hayaller kuracağı bir gelecek olmadığını kabullenince, aksel’in geçmişine dönmesi, oraya sığınması, saklanması, orayı tekrar keşfe çıkması, sadece orada yaşamak istemesi, “sanatım aracılığıyla hatırlanmak istemiyorum, hayali bir yüz olmak istemiyorum, sadece evimde yaşamak istiyorum” demesi, aksel’i dünyanın en kötü insanı yapar mı peki?

    aksel bir sahnede julie’ye diyor ki; “senin hakkında, senin bile unuttuğun şeyler biliyorum, öldüğümde hepsi yok olacak”. biraz sonra ekliyor; “ sen hayatımın aşkısın”. aksel’in çabasını görebiliyorum. julie’ye, kendisiyle ilgili önemli bir şey vermek istiyor. julie yaşadıkça bu cümleyi saklasın, böylelikle aksel de bu cümle aracılığıyla unutulmasın, yok olmasın istiyor.

    çünkü bu dünyada kendine bir yer bulabilmek, bir iz bırakabilmek, “ben de buradan geçtim” diyebilmek çabası var... bunu yapmaya çabalayan herkesin yolu başka. kimimiz aksel gibi sonunu getiriyor, kimimiz julie gibi bir yerden diğerine atlayıp duruyor. julie gibilere özenen bir sabitsevici olarak; onu deneseydim, o adımı atsaydım, o kapıyı açsaydım veya tam tersi kapatsaydım, neler olurdu?... diye her zaman merak edeceğim. dünyadaki yerimi -henüz- bulamadım, üstelik bulmak için ne aksel kadar yaşadım ne de julie kadar cesurum. peki bu beni dünyanın en kötü insanı yapar mı?

  • şimdi bu soru bilimsel olarak bakıldığında pek bir anlam taşımamakta zira insanların bir eşyadan "eskidi" diye bahsetmesi farklı şekillerde olur fakat bu gözlemlerin hiç birisini atomlarda görmeniz mümkün değildir. örneğin eskiyen bir kot renk atar bu boya kimyasallarına dışarıdan bir müdahale olduğu ve kot pantolonun kimyasal bir değişime uğradığı anlamına gelir. yani kotun temel yapı taşlarından bir kısmında cüzi miktarda değişim olmuştur ama genel olarak büyük bir değişim yaşanmamıştır. bu kimyasal değişim ilerledikçe liflere yansır, bağları zayıflatır, iplikleri etkiler, kot pantolon daha kolay yırtılır... vs. vs. giydiğiniz kotlardaki iplikler organik ciddi anlamda büyük bileşiklerin kendi aralarında oluşturdukları çeşitli bağlara dayalıdır. sırayla 5000 tane aynı molekül aralarına başka hiç bir yabancı atom/molekül olmadan bir iplik oluşturuyor diyelim, zamanla bu ipliğin içerisine yabancı maddeler karışacak artık bir kaç parçaya bölecek ve ipliğin dizilimini değiştirecektir. işte bu eskimedir ve bu manada atomlar eskimez hayır.

    ara edit: bir suserın uyarısı üzerine ekleme yapıyorum. kıyafetlerdeki eskime fiziksel olaylardan kaynaklanmaktaymış. bir ip parçası genel itibari ile çok ince ipliklerin bir biri etrafında sarılması ile oluşur. genel itibari ile eskime bu ince parçaların kopmasından kaynaklanıyormuş. o sebeple verdiğim örnek nokta atışı olmuyor.

    başka bir örnek vermem gerekecek. demirin paslanmasını ele alacağız bu seferde. paslanmakta olan bir demir havadaki oksijenle bileşik oluşturmakta ve kendisini daha kararlı, az enerji gerektiren bir duruma almaktadır. bu süreçte demirin yapısı değişmekte kırılgan bir yapıya bürünmekte ve rengi değişmektedir. fakat bütün bunlar tekil bir atom için geçerli değildir.

    temel olarak atoma bakacak olursak eğer çekirdeğini proton ve nötronların oluşturduğu çevresinde de elektronların sürekli olmak üzere gezip durduğu (dairesel değildir bu hareket) bir yapıdan bahsediyoruz. şimdi bu yapıda elektronların artması ya da azalması çok bir şey ifade etmez olağan bir durumdur atom için atomu eskitmez. nötronların ya da protonların değişime uğraması ise (atomda var olan parçacıklara dışarıdan ekleme yapmadığımızı ve dışarı göndermediğimizi varsayacağım şimdilik) elindeki atomu değiştirir. örneğin bir proton nötrona dönüşebilir bu da o atomdaki proton sayısını bir azaltır ki bu elindeki atomu komple bambaşka bir şeye çevirir ki biz buna radyoaktif bozunma diyoruz. bunun dış etkilerle olanı da vardır dışarıdan yüksek enerjiyle atoma proton, nötron ya da bazen her ikisini birlikte kazandırırsın, yine bu da atomu değiştirir buna da füzyon denir. ya da diğer bir olasılık olarak bir atomu daha küçük 2 atoma ayırırsın ki buna da fisyon denir.

    soruyu atomlar zaman içerisinde kendiliğinden bir değişikliğe uğrar mı diye değiştirdiğimizde sorunun cevabı evet olacaktır. bu noktada quantum mekanikten biraz bahsetmem gerek. şimdi normalde duvarınıza bir merdiven dayadınız atıyorum 60 derecelik açıyla ve öylece bıraktınız. bu merdiven ne kadar zaman geçerse geçsin (merdiven ve duvarın eskimediği varsayılacak) olduğu gibi kalır. fakat quantum mekanikte durum böyle değildir. merdiven duvarın içinden geçebilme ihtimali taşır. quantum mekanikte bir parçacığın önündeki engeli geçebilme ihtimalinden bahsedilir ve bu duruma tunneling denir. bir parçacığın önündeki bir engeli aşma ihtimalinin sıfır olması nadir bir durumdur esasen ve doğada pek gözlemlenmez.

    bahsetmem gereken başka bir şey ise atom altı parçacıklar ve yapıları. proton ve nötron kendilerinden daha küçük atom altı parçacıklardan oluşur. bu parçacıklar bir takım kuvvetler aracılığı ile bir arada tutulur. şimdi bir takım potansiyellerle bir arada tutulan bu parçacıkların yapıyı terketme ihtimali hep vardır (yahut dışarıdan bir parçacık alarak yapısını değiştirme ihtimali) bu sayı ciddi oranda küçük olsa da mümkündür. yukarıda arkadaşlar zaten vermişler kendi halinde olan bir protonun bozunması için beklenen yarı ömrü yaklaşık 10 üzeri 40 yıl (doğrudan referanstan bakmadım, nükleer fizik dersinden de bu civarda bir sayı hatırlıyorum ama çok da önemli değil afaki olduğu bilinsin yeter), nötronun da 10 üzeri 43 civarı. bu elbette dış etkiler olmaksızın beklenen durum. dışarıdan gelen etkiler elbette ki bu olayı kolaylaştırır ki günümüzde özellikle protonun bozunmasının örnekleri sık sık tespit edilmiş ve hatta laboratuvar ortamında test edilmiştir. e haliyle proton ya da nötronu değişen bir atom da değişmekte ve bozunmaktadır.

    sonuç olarak, atomlar zamanla kendi kendine değişikliğe uğrar mı derseniz cevabı evettir. en kararlı atom bile değişikliğe uğrama ihtimaline sahiptir, fakat bunun gerçekleşmesi evrenin ömründen daha uzun bir zamana ihtiyaç duyacaktır.

    edit: kovalent bağlar ifadesi yanlış olması sebebiyle düzeltildi.

  • (bkz: hakan şükür)

    fetocu olmasi büyük topçu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. bu adam ve ahalisi seni 2002 dünya kupasında 3. yaptı. bu adam ve arkadaşları bu ülkenin sahip olduğu tek avrupa kupasını getirdi. boş yapmayın amk.

  • alsancak'taki bir organizma.

    bugün alsancak tansaş'ta (kıbrıs şehitleri'ndeki) güvenlik görevlisi ile birbirimize giriyorduk. akşam ofisten çıktım, dolmuşa binmeden önce çikolata almak için bornova sokağına yakın olan tansaş'a gireyim dedim. kasada para ödeyecekken bir baktım ki tansaş'ın içerisinde bir koşuşturma. içeri küçük bir kedi girmiş onu dışarı çıkarmaya çalışıyorlar. güvenlik görevlisi kediciği kasanın oraya sıkıştırıp tüm gücü ile tekmelemeye başladı. (tekmeleme dediysem; adam kedinin peşinde koşturuyordu kedi korkmuş kaçıyor. reyondan 20 metre koştu kasanın oradaki kediye gelişine tekme vurdu herif. sonra da tekmelemeye devam etti.) güvenlik görevlisinin önüne geçip "ne yapıyorsun sen" diye bağırdım. güvenlikçi tam yavuz hırsız ev sahibini bastırır cinsi çıktı. adam "sen kimsin! ne karışıyorsun!" diye bağırdı."vurmayacaksın hayvana" dedim. bizimki ağzından köpükler saçarak üzerime yürümeye yeltendi, sırt çantamı çıkardım. tam yakın temas sağlayacağız. diğer çalışanlar bunu yakalayıp geri çektiler. seninki hala bağırmaya, gelip beni de tekmelemek için, kendisini tutanlarla mücadele etmeye devam ediyor.

    neyse bu arada kedi dışarı çıktı. ben de parayı ödeyip çıktım. sonra baktım sinirimi de alamadım geri döndüm. mağazanın sorumlusunu çağırdım. siz ve güvenlikçiniz hakkında şikayet dilekçesi dolduracağım dedim. gittim dilekçe yazdım tansaş'a.

    "hayvanlara şiddet uygulamak ve bu uygulamaya karşı çıkan müşterilerinizin üzerine güvenlikçi salmak mağaza politikanız mı"

    diye sordum. telefonumu ve iletişim bilgilerimi de bıraktım. bakalım cevap bekliyorum. cevap gelmezse yaşanan olay mağaza kamera kayıtlarında nasıl olsa var, gidip savcılığa tansaş ve güvenlikçi hakkında suç duyurusunda bulunacağım.

    -----------son haberler editi:---------

    bugün 10:39 itibari ile tansaş mağaza müdürü konu ile ilgili beni aradı. yaşanılan olaydan duydukları üzüntüyü belirtip, sabah ilk iş olarak bahsi geçen güvenlikçinin iş akdine son verildiğini, bahsi geçen kişinin bundan böyle tansaş ve grup şirketleri içerisinde herhangi bir pozisyonda çalışamayacağını söyledi. müdür beyden konuyla ilgili açıklayıcı bilgiyi mail adresime göndermesini istedim. mail gelince screenshot'ını buraya koyarım.

    tansaş'a gerekeni yaptığı için teşekkür ediyorum.