hesabın var mı? giriş yap

  • evrim teorisinden tiksindiğim tek yer ekşi sözlüktür. işte bunlar hep oksimoron. cahile fikrini söyleme özgürlüğü verilince 5061 entry boyunca sıçar. sana da o boku koklaması kalır. lütfen evrimleşip göğsünüze inen bakterilerle savaşmak için yeni bir antibiyotik içmeyip ölün. kalıtımsal hastalıklarınıza çare aramayın, genetik biliminden yardım almayın. lütfen sadece otla çamurla, dövülmüş sarımsakla falan tedavi olun. sözünüzün eri olun. allah ne verdiyse yaşayıp ölün lütfen çok rica edicem. tıbba topyekün düşman olun, reddedin... tıp, allaha şirk koşmaktır. cehennemliktir. allahın verdiği ecele müdehale etmek haddinize mi, lütfen ölün.

  • bu zıkkımı bozdurmak için berlin tegel'de komisyon ödemiştim.

    bir kere takside 100 euro kaybetmiştim ve kendime gelmem günler almıştı. aynısını bunun için düşünemiyorum. bugün itibariyle yaklaşık 3800 tl değerinde. el kadar dikdörtgen bir kağıt. kaybediyorsun ve kaldırıma çöküp uzanıyorsun. ambulanslar falan geliyor.

    acı bir durum.

  • sonuncuyu istiklal marşı için bahçeye çıktığımda bi ergenden duydum:

    "hocam siz çıkmayın dışarı. iki güneş fazla bize"

    gönlümü fethetti kerata.

  • sene.. eski. 4-5 yaslarindayim.

    arkadaslarim cikolatali gofret yiyor. ben yemezdim oyle seyler, bize almazdi bizimkiler. ulasamadigin seye bir zaman sonra sevkin de gidiyor.

    cikolatalar, kekler, dondurmalar yiyor arkadaslarim. teklif de etmezlerdi paylasmayi, soramazdim da. oyle, onlar yerdi, ben de acikinca salcali ekmek almaya eve giderdim.

    bir gun arkadasim gene cikolatali gofret yiyor, bana minik bir parca kopardi verdi. yemem falan dedim, ama verdi gene de. agzima bir attim...

    arkadaslar, yemin ederim nerdeyse aglayacaktim. bir sey bu kadar mi guzel olabilir ya. bak hala o hissi yasiyorum. agzimda cennet vardi sanki ya. gozlerim doldu, damagimda dagildi.. yalandim kaldim, arkadasima dondugumde coktan bitirmisti. kabini yere atti cikolatanin, sonra annesi cagirdi gitti.

    ben hemen kostum, arkadasin yere attigi cikolata kabini aldim. onu duz bir zemine koyup ellerimle guzelce utuledim. of yesyeni gibi bir cikolata kabim olmustu. yazilarini falan denk getirdim. bana bu kadar mutluluk veren bir seyin hatirasinin bu kadar kolay kaybolmasina izin veremezdim. guzelce katladim, arka cebime soktum.

    ne zaman yeni pantolon giysem, annemden gizlice o pantolondan digerine aktariyordum. uzun sure bu boyle gecti. yanimda baya bi tasidim o cikolata kagidini.

    bir gun annemle yuruyoruz, yerde bi kagit para buldum. anne para dedim. aldi annem, aklim paraya da yetmiyor ama yerimde kipir kipirim. paramiz var mk.

    kekeleye korka, bakkalin ordan gecerken anneme anne bana cikolata alalim mi dedim. bakti yan soyle, olur dedi. bakkala girdik, ne istiyorsun diye sordu annem. hemen cebimden fisek gibi utulenmis cikolata kagidini cikardim, bundan dedim.

    annem once bir sok oldu, ama aldi cikolatayi. ben o cikolatayi minik minik gunlerce yedim; agzima aci tadi geldiginde, bozuldugunda yarisi bile bitmemisti.

    o cikolatanin utulu kagidi hala annemlerin evde bir sandigin icindedir, atmadilarsa...

  • dünya üzerindeki tatlı su oranı yaklaşık %3'tür. ancak yerküredeki bu oranın yalnızca %1'lik kısmını bizler kullanabiliyoruz. bu oranın da yaklaşık %99’luk bir bölümünü yeraltı suları oluşturmaktadır. kalanı göllere, akarsulara dağılmış durumdadır.

    türkiye’de bu durumu inceleyecek olursak;
    toplam kullanılabilir miktarı, 112 milyar metreküp olarak hesaplanmaktadır. türkiye nüfusunun yaklaşık 83 milyon ve toplam kullanılabilir su miktarının 112 milyar metreküp olduğu dikkate alındığında, türkiye’de kişi başına yıllık ortalama 1350 metreküp su düştüğü ortaya çıkmaktadır. nüfusun hala artmakta olduğu türkiye’de, dünya ortalamasının yaklaşık %18’ine karşılık gelen (dünya ortalaması 7600 metreküp’tür) bu oran bize su sıkıntısı çektiğimizin bir göstergesi aslında. türkiye su zengini bir ülke değil ama öyleymiş gibi yaşamayı seven bir ülkedir.

    şu günlerde barajların doluluk seviyeleri her şeyin çok iyiye gittiğini gösteriyormuş gibi bir yanılgıya sürüklüyor herkesi ama durum maalesef hiç öyle değil.

    su varlığına göre ülkeler, yılda kişi başına düşen ortalama kullanılabilir su miktarına göre;
    1000 metreküp ve ondan az olan ülkeler “su fakiri”,
    1000 m3 ile 3000 m3 arasında olanlar “su sıkıntısı” çeken ülkeler,
    3000 m3 ile 10000 m3 arasında olan ülkeler “yeterli suyu olan” ülkeler,
    10000 m3 den fazla olan ülkeler ise “su zengini” ülkeler olarak kabul edilmektedir.

    ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı yaklaşık olarak 1350 metreküp'tür. buna göre ülkemiz su sıkıntısı çeken ülkeler arasında yer almaktadır. ve 2030 yılında artan nüfus ile 100 milyona ulaşacağımız ve kişi başına düşen su miktarının 1.120 metreküp'e gerileyeceği öngörülüyor. senaryolar 2030 ve 2050 yılında optimist ve pesimist senaryoları buradan inceleyebilirsiniz.

    kuraklık meteorolojik kuraklıkla başlar, bunu hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik kuraklık takip eder. şu an meteorolojik kuraklık safhasından çıkıp tarımsal kuraklığa çok ciddi şekilde geçmiş olduğumuzun sonuçlarını görüyoruz. görsel son ay neredeyse şiddetli kuraklık olarak nitelendirilmemiş bölgemiz yok.

    küçükken okullarda bizlere anlattıkları su savaşları hikayeleri ne kadar olası gözükmezdi değil mi? öyle şey olur mu hiç diye düşünürdüm o zamanlar. afrika'daki susuzluğu biz nasıl çekeriz her yerimiz su, her yerimiz yeşillik diye düşünürdüm. ama geçen 20 senede bu olayların gerçekliğine inanmamız gerektiğini düşünüyorum şimdi. çünkü hiçbir şeyi doğru yönetemiyoruz. her şeyin sonu yokmuşçasına, ilerisini düşünmeden en bilinçsiz halimizle yaşıyoruz. o yüzden sınır aşan sularla ilgili ikili anlaşmalar değişen iklim koşulları dikkate alınarak yapılmalıdır. ülkemizin brüt su potansiyeli içinde sınır aşan altı su havzasının payı yaklaşık %36'dır. bu havzaların beşinde kaynak ülkesi olduğumuz gerçeği göz önüne alındığında, havza bazında su yönetiminin ve sınır aşan su politikalarının önemi ortaya çıkmaktadır. diğer taraftan hızla artan nüfus nedeniyle daha fazla suya gereksinim duyulacağından, aynı su havzalarından yararlanan ülkeler arasında su yüzünden ciddi anlaşmazlıklar çıkabilecektir.

    türkiye genelinde toplam suyun %71,5’i tarımda, %17,8'ii sanayide, %10,7’si içme ve kullanma amaçlı olarak kullanılmaktadır. ilk öncelik tarımdaki su kullanımını yönetmek olmalıdır. hala o kadar yanlış teknikler uygulanıyor ki, dedelerimizden kalma yöntemlerle maalesef ilerlememiz mümkün değil. konya'da oluşan obrukların en büyük sebebinin tarımda bilinçsiz şekilde kullanılan yeraltı suları olduğunu hepimiz biliyoruz. her bölgeye özel tarımsal ürünler belirlenmelidir mısır gibi suya çok ihtiyaç duyan tarımsal ürünlerin o bölgede ekimi şartlar normale dönene kadar gerçekleşmemelidir.

    bu suyu bulup hor kullanan bölgeler için uygulanablir. bir de suyu bulamayıp tarım ürünleri tarlada yanan çiftçiler mevcut. ekilen ürünlerin büyümesi için yeterli yağış alınamamıştır ve sulama yapılamamış yada yeterli gelmemiştir. bunun sonucunda tarlada kalan işlevsel ürünler büyük bir kayıp olmuştur. güneydoğu'daki kuraklık

    işte bu noktada artık geri dönüşü çok zor bir yola girmiş bulunuyoruz. kuraklık tarım ürünlerini son derece acımasız şekilde etkilemektedir. her şeyi ithal almayı tercih eden bir ülke bakış açımızda bu bizim için pek sorun değilmiş gibi duruyor gerçi. kendi üreticisinin mahsulünü almayıp ithal ürünlerin ülkesinde tüketilmesini amaçlayan politikalarla ülkede tarım ürünlerine ihtiyacımız yok demektedir belki hükümet. adana'daki tarım ürünleri

    sanayiye gelecek olursak, yeraltı suları hakkında kanun'a göre "kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir." ibaresi yer almaktadır. ve yeraltı suyu kullanma izin belgelerinde günlük kaç metreküp çekme hakları olduğu belirtilir. çoğu bölgede kuyulardaki çekiş miktarını takip etmek için sayaçlarda mevcuttur ancak asla doğru veri sağlanamaz. hiçbir kuruluş belirtilen su miktarı kadar çekim yapmaz. hele bu sektör tekstil ve içecek ise verilen iznin en az iki katı kadar çekim yapıldığından emin olabilirsiniz. yani bu demek oluyor ki doğadan su çalıyoruz. bu izin olan kuyularda ki durum pek tabi. bir de izinsiz kuyular var ki onların kullanımındaki acımasızlık çok daha fazla. artık kuyu açımı için yapılan sondaj çalışmalarında ne kadar derine inmek gerektiğini hepimiz biliyoruz. yerüstü sularımızın kaybını görüyoruz ama yeraltını görmezden gelerek yaşıyoruz resmen.

    potansiyel risk azaltmak ve kontrol edebilmek için;
    -kuraklığa maruz alanların su envanterinin çıkartılması
    -yeni kaynakların su kalitesini ve miktarının değerlendirilmesi
    - yeraltı suyunun değerlendirilmesi
    -su tüketicilerinin etkilenme derecesinin izlenmesi
    -mevsimsel yüzey akış ve su temini tahminlerindeki hassasiyetin arttırılması (yağmur sularının toplanması için şehirlerde gerekli yapıların revizyonu ve yağmur suyu kullanma zorunluluğunun binalarda gerçekleştirilmesi)
    -su kalite problemleri için en uygun işlemlerin geliştirilmesi (suyun arıtılma standartlarındaki revizyonların yapılması)
    -tarım ve sanayi arasındaki su bölüşümü konusunda stratejilerin geliştirilmesi
    - kuraklığa karşı çeşitli mali araçların geliştirilmesi
    - ilgili alanlarda doğal kaynakların envanterinin çıkartılması
    -kuraklık yangın ilişkisi ile ilgili ileri araştırmalara önem verilmesi
    - verimsiz olarak kullanılan kırsal alanların değerlendirilmesi
    - kuraklık boyunca mümkün olan değişiklikler için su haklarını düzenleyen kanunların gözden geçirilmesi
    - kaynakları koruyacak kanunların belirlenmesi
    -yeraltı suyunu yönetecek kanunların belirlenmesi ve kontrol mekanizmalarının sağlanması
    - şehirlerin gelişmesinin sınırlarının belirlenmesi
    - atık suyun evlerde kullanımını kolaylaştıracak standartların belirlenmesi ve şehir planlamalarında uygulanan standartların güncellenmesi ( gri su kullanımı için gerekli sistemlerin sağlanması )
    - kayıp kaçakların önlenmesi ( ishale hatlarındaki kayıpların oranı yaklaşık %45'tir.)
    - su muhafazası ile ilgili yatırımlara ekonomik teşvik sağlanması
    - su ölçme ve kaçakları ölçme programlarının geliştirilmesi
    - su kullanım ve dağıtım şeklini değiştirerek tasarruf imkanlarının arttırılması
    - yüzey ve yeraltı suyunun birlikte kullanımının “conjunctive use” teşvik edilmesi.
    - rezervuarların planlama kapasitesinde çalışması için rehabilitasyon programları hazırlanması ve tamamlanması
    - taşkın suyunun depolanması imkanlarının araştırılması
    - suyunu kendi sağlayan endüstriyel kullanıcıların halkın tehlike anında kullanımını sağlamak üzere envanterinin çıkartılması

    ve pek tabi bunların geneli bir otoriter sistemin gerçekleştirmesi gereken hususlardır bunların hayata geçirilmesini beklemek bireysel olarak yapabileceklerimizin önüne geçmemelidir. su kullanımı konusunda her günümüzü musluğu açtığımızda suyun akmadığını düşünürek geçirmeliyiz. (bkz: #118084357) su tasarrufu için yapabileceklerimizi günlük hayatımıza dahil etmeliyiz.

    su risk atlası sayesinde mevcut durum ve senaryoların neler olduğunu inceleyebilirsiniz.

  • geldim geldim…
    bir çoğunuza laflar hazırladım hehehehhe

    başlığı açanın samimiyetine zaten inanmıyorum, onu bir geçelim de , benim maksadım incitmeden tatlı tatlı yanlış bilinenleri düzeltmek.

    lütfen alınmayınız , gücenmeyiniz. tsk envanterinde bulunan farklı uçak tiplerinde bilfiil 17 yıldır mekanik teknisyeni olarak çalışan bir yazar olarak biraz bilgi vereyim.

    efendiler , öncelikle 15 temmuz sonrası yetişmiş personel kaybedildi, sıkıntıya düştük mevzusunu biraz yumuşatalım;
    evet ne yazık ki doğru, lakin acınacak bir hale düşmedik. evet pilot sayımız, yetişmiş teknisyen sayımız hatırı sayılır ölçüde düştü ama sürdürülebilirlik anlamında hiçbir tehlike yaşamadık. bunun en basit örneği 2016 sonunda gerçekleştirilen fırat kalkanı harekatıydı.
    çok istihbari bilgiye girmeden basit bir istatistik olarak paylaşayım; 74 uçak aynı anda havalandı ve %98 isabet oranıyla başarılı bir şekilde ilk dalga operasyon gerçekleştirildi. o zamanlar çalıştığım filo eğitim filosuydu ve biz yerde yedek bekle uçaklarımızın haricinde hepsini aynı anda kaldırdık. demek ki hala tam filo uçurabilecek hem pilotumuz, hem teknisyenimiz hem de lojistiğimiz mevcutmuş. hem de 2016 yılında! kaldı ki sonrasında eksiğin kapatılması için hafta içi hafta sonu bayram-seyran dinlemeden çalıştık.

    diğer bir husus uçaklarımızın ve sistemlerimizin çağın gerisinde kaldığı;
    bakınız biz bunları daha önce burada ve burada anlattık. f-16 1974 yapımı denmiş, değil can parçam , değil yakışıklım. f-16 1974’de ilk uçuşunu (kazara) yapmış olabilir ancak elimizdeki en eski uçak 87’de envantere girmiş olsa bile gövde ömrü, geçirdiği modernizasyonlar ve gövdesel güçlendirmeler sayesinde halen çağının gerektirdiklerini bize sağlayabilen bir uçak.
    dur dur f-16’ya dönmeden;
    sen o bokladığın f-4’ü görsen gerçekten küçük dilini yutarsın. evet uçak baktığında eski görünür gözüne ancak sahip olduğu sistemler ve taşıdığı mühimmatların kapasitesini bilsen önünü iliklersin. (boru mu amk bakımcıların arasında lakabı “baba”dır)
    heh, döndük mü f-16’ya?
    gel şimdi. baba senin ihtiyacın ne? sen kimlerle aşık atıyorsun? ne abd’nin seninle sıcak muharebeye girmeye ihtiyacı var (money talks bebeğim, kapish?) ne de senin okyanus ötesi operasyon yapma ihtiyacın var. bölgesinde etkin ve caydırıcı bir hava kuvvetlerimiz var. dosta güven, düşmana korku dedik, bildin mi? mesela azerbaycan’a güven verdik, biz (bkz: cap) veya (bkz: sead) uçarken ermenistan “korku”dan uçak kaldırıp da havadan gence’yi , gebele’yi, lenkeran’ı bombalayamadı.
    başka ne istersin? mesela o uçakları bisiklet gibi kullanabilen, gerçekten nokta atışı hedef vurabilen pilotların var senin. mağaraları, kampları 2 metreden az sapma ile imha etmek senin tatmin etmiyor mu? illa abd veya rusya ile hava harbi mi yaşamamız lazım?
    e batıya gidelim. yunanistan’ın ekonomisi alt üst oldu da şişire şişire dünyanın uçağını aldılar envanterlerine sırf bize yetişebilmek için. gel gelelim dibindeki adalara asker çıkardılar, ancak bu da hava kuvvetlerinin değil siyasetin sorunu.

    5. nesil uçağımız yok. maalesef yok. çok mu ihtiyacımız var şu an? bence yok. bunları yazdık ( yukarıdaki bakınızlar ) . 5. nesil uçağı idame ettirmeye harcayacağımız kaynakları f-16 envanterden emekli olana kadar milli muharip uçak projesi’ne aktarabiliriz. harekat ve etki alanımızda bize 5. neslin eksikliğini hissettirebilecek bir tehdit yok ki.

    gelelim mi personele?
    ufak ufak hatıralarımdan gideyim.
    bosna hersek’de görev yapıyorum. sene 2020, bize tahsisli evde 3 havacı, 3 karacı , 1 denizci astsubay ve 1 karacı albay ile yaşıyoruz. mesai saati sonrası ortak salonumuzda bulunan 2 büyük koltuk takımında tv’ye yakın olan takımda 3 karacı ve bir denizci abimiz meyve soyup dizi izlerken biz arka koltuklarda birimizin önünde ingilizce kitabı, diğerinin elinde nato’nun bize verdiği sop (standart operational procedures) kitabı, bende ise ispanyolca gramer kitabı var. albayımız odasından çıkıp ekiple tv izlemek için yanımıza geldi ve “arkadaş şu havacılardaki vizyona hastayım, beyler bakın da bi feyz alın” diye serzenişte bulundu. sonraki zamanlarda ise verdiği her direktifi prosedürleri inceleyip teatti ettiğimiz için “yakıcam amk sizin bu kitaplarınızı, bişeyi de bilmeyin lan” dediği olmuştu. amacım kimseyi yermek ya da övmek değil ancak hava kuvvetlerinde özellikle uçucu ve uçuşla alakalı branşlar gerçekten ülkemiz anlayışının ve çağının önündedir efendiler. en “boş” diye yaftalayacağınız adam bile yabancı dile, teknik dökümana hakim ve en az 1000 sorti üretmiş tecrübeye sahiptir. bunu sağlayan ise “bence” ülkemizde benzerini bulamayacağınız “kurum kültürü” ya da “kurumsal hafıza”’dır. sistem, “gabi” adamı dışarı, uçaktan uzağa itmeye ayarlıdır.
    pilotlar konusunda da ufak bir anektod bırakayım;
    nato sağolsun her üssün bir de standardize filosu vardır. bu filolar adı üstünde uçucuların standart prosedürlere göre yeterliliğini sağlar. bu filolarda binlerce saat uçuşu, katıldığı 100’lerce operasyon olan ve tonlarca mühimmatla sayısız atışları olan “bilekli” pilotlar bulunur.
    bu abilerimiz muharip filolarda uçan pilotları sürekli denetim altında tutar. dolayısıyla “zayıf”, “eksik”, ya da yetersiz bir pilot derhal tespit edilir ve sonraki yaşamında uçağı sadece fotoğraflarda görür.
    biraz da uçakların amiyane tabirle “modifiye” durumlarına gelelim;
    efendiler bizim bu konuda g.tümüzü kurtaran husus ise kıbrıs harbi sonrası yediğimiz ambargolar neticesinde kurduğumuz aselsan, havelsan, roketsan, aspilsan, teive tusaş gibi harika kurumlarımızın 30 yılı aşkındır bize sağladığı imkanlardır. uçaklar piç kasa bmw ya da şahin gibi “modifiye” olduklarında sadece görüntü değiştirmez. aksine yan yana duran iki blok-30 ve blok-50m arasında görüntü neredeyse aynı olmasına karşın kabiliyetleri açısından uçurum vardır. yani her uçak sistemi envantere girdikten sonra servis ömrünü doldurana kadar “yaşamaya ve gelişmeye” devam eder.
    çok uzattık sanki, sonuç olarak;
    pilotlarımız dünyanın en iyileri arasında,
    bakım ekibimiz “top shelf” kalitede,
    eğitim ve doktrinlerimiz hala benzersizdir.
    hava kuvvetlerimiz mevcut olduğu sürece korkmayın…

  • edit: #öyp50d twitter.
    edit: cinayet anının videosunun linkini ekledim en aşağıya. araç saatte 120 km hızdan aşağı gitmiyor.

    şehir içinde aşırı hızlı araç kullanırken bisikletliye arkadan çarparak ölümüne sebep olduktan sonra bisikletliden 50bin lira tazminat isteme olayı.

    konya'nın zenginlerinden bir çocuk, emekli astsubayın kullandığı bisiklete arkadan çarpıyor.
    polis raporunda bisikletliyi ağır kusurlu bulup aracın 50 km hızla gittiğine dair rapor tutuyor.

    saatte 50 kilometre hız ile gittiği söylenen ve bisikletliye çarpan aracın resmine bakalım:
    http://i.hizliresim.com/lqydvb.jpg

    çarpan eleman:
    http://i.hizliresim.com/mk0d17.jpg

    daha sonra şikayetini geri çekmeyen aileye karşı ölüden 50 bin liralık tazminat talebinde bulunuyorlar.
    eleman serbest. çünkü arkası sağlam.
    öyle böyle değil, hem de epey sağlam:
    http://i.hizliresim.com/3a7zlj.jpg
    http://i.hizliresim.com/zyz3j0.jpg

    emekli asker öldü ama onu öldüren serbest. 1 gün için bile içeri gireceğin sanmıyorum.
    öldürmekle yetinmeyip ailesinin üzerine kabus gibi çökme derdindeler.

    haber linki:

    kocasının ölümüne neden olan şahıs 50 bin tl araba masrafı istedi

    haberin içeriği;

    --- spoiler ---

    konya’da dört ay önce lüks bir otomobilin bisiklete çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında kocası ölen kadın, sürücünün kendilerine 50 bin liralık araba masrafı davası açmasıyla ikinci kez yıkıldı.

    kaza, 12 mayıs 2016 tarihinde merkez karatay ilçesi adana çevreyolu matbaacılar altgeçidi’nde meydana gelmişti. iddiaya göre, konya'nın tanınmış iş adamının oğlu mehmet ali yapıcı (21) idaresindeki 42 bjk 26 plakalı lüks otomobil, bisikleti ile ilerleyen emekli astsubay orhan özdemir’e (55) alt geçit çıkışında arkadan çarptı. çarpmanın etkisiyle metrelerce uzağa fırlayan bisiklet sürücüsü orhan özdemir ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti.

    `otomobilde oluşan hasarın masrafını almak için dava açtılar`
    kazada orhan özdemir’in hayatını kaybetmesinin ardından otomobil sürücüsü mehmet ali y. polis ekipleri tarafından gözaltına alındı. nöbetçi mahkemeye çıkan mehmet ali y. bisiklet sürücüsüne arkadan çarpmasına rağmen az kusurlu bulunarak tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. kocasının ölümüne sebep olan kişinin serbest bırakılması üzerine acılı eş müzeyyen özdemir de hukuk mücadelesi başlattı. mehmet ali y.'nin cezaevine girmesi için uğraş veren müzeyyen özdemir, karşı taraftan gelen tazminat davasıyla ikinci şoku yaşadı. kazada ölen kocasının yasını tutarken bir de karşı tarafın otomobilde oluştuğunu iddia ettiği 50 bin liralık hasarın parasını istemesi acılı eşi ikinci kez yıkıma uğrattı.

    `güvenlik kamerasında otomobilin bisiklete hızla vurduğu görülüyor`
    mehmet ali y. kaza sonrası sevk edildiği nöbetçi mahkemede verdiği ifadesinde hızının 50-55 olduğunu söylediği öğrenildi. ancak ortaya çıkan güvenlik kamerası görüntülerinde sürücünün ifadesinin aksine otomobilin hayli hızlı olduğu görülüyor. bir petrolün güvenlik kamerası tarafından kaydedilen görüntülerde beyaz bir otomobilin alt geçitten çıkan bir bisiklete hızlı bir şekilde arkadan çarptığı ve bisikletin metrelerce uzağa fırladığı görüntülerde yer alıyor.

    “eşim resmen katledildi”
    kocasının ölümüne neden olan sürücüden davacı olduğunu söyleyen müzeyyen özdemir, "kaza ne zaman olur. çarptığın zaman frene basarsın tamam o kazadır. ama bununki resmen eşimi katletmektir. eşimi katlettiği için ben bu adamdan davacıyım. ikinci olarak kaza tutanağı tutan polis ağır kusurlu olarak eşimi göstermiş. araç, bir başka araca arkadan çarptığı zaman çarpan suçlu olduğu halde, eşimi ağır kusurlu nasıl gösteriyor ki. benim eşim gerçekten feci şekilde can vermiş. bütün kemikleri kırılmış. iç organları parçalanmış. her yer kan içinde kalmış halde bulduk biz eşimi. biz daha eşimi defnetmeden '500 bin lira aileye verdik, aileyi susturduk' deyip de yalan haber yaptılar. böyle bir şey yok. biz onlardan bir ekmek parası dahi almadık. hiçbir şekilde bizim yanımızda olmadılar" diye konuştu.

    "beni yıldırmak için 50 bin liralık dava açtılar"
    eşinin mezarı başında gözyaşı dökerek dua eden özdemir, kocasının acısı dinmeden 50 bin liralık otomobil masrafı davasıyla ikinci şoku yaşadığını ifade ederek, "son olarak eşime arkadan çarpan arabanın masrafını üstümüze yıkarak 50 bin lira masrafı ödemek için bize dava açtılar. ben artık bu aileden de, çevremdeki insanların iki yüzlülüğünden de bıktım. eğer bu aile benden arabasının masrafını karşılamamı istiyorsa tamam ben razıyım, karşılayacağım. yalnız eşimi bayram sabahı getirsinler, çocuklarım on dakika görsün. ben başka bir şey istemiyorum bu aileden. yapabiliyorlarsa bunu yapsınlar. biz güçlüyüz her şeyi yaparız demekle bu iş olmuyor. adalet nerede o zaman. nerede bu adalet. ben adalet istiyorum. eşimin kanının yerde kalmamasını istiyorum. bunlar sadece beni yıldırmak için davadan geri çekilmem için yapıyorlar. hiçbir zaman yanımda durmadılar. hiçbir pişmanlık dahi hissetmediler bunlar" dedi.
    --- spoiler ---

    edit: amacım bu mağdur insanları bu insafsız insanların eline bırakılmaması. biliyorsunuz cumhurbaşkanımız, başbakanımız gereksiz davalara müdahil olabilmektedirler.
    isteğim bu davaya milletvekillerinin, sivil toplum kuruluşlarının sahip çıkarak adaletin sağlanması yönünde baskı yapmalarıdır.

    cinayet anının videosunu buldum:

    https://www.youtube.com/watch?v=wjzs_qgkbiy

  • çin malı şampiyonlar ligi karşılaşması.

    - formalar, stadyum, futbol kötü
    -saati cl maç saati değil
    -rakip orta asya takımı
    -golü atan bilal kısa

    bu kadar kalitesizlik en son hangi cl maçında bir araya gelmişti hatırlamıyorum.

  • sanata değer verilmeyen bir ülkede bir seyler için çabalıyor olması

    özgün senaryo eksikliği( konular klişe ve basit)

    yönetmenlerin oyuncu değil model tercih etmesi (iki oyuncu koçu tutmayla oyuncu olunmaz)

    görüntü yönetmenlerin yüzeysel davranması (kaçırılan detaylar)

    ve türklerin en büyük laneti kibiri. herkesin kendini bir şey sanması.

    sonuç: yeniyetme bir yüze başrol verilir. o dünyayı kazanırken sette çalışan o kadar emekçi üç kuruşa onun kaprisini çeker. yönetmen parasini cebini attığı için aldırmaz, yapımcı zaten zengin hiç sallamaz. sırf duyar kasmak için iki duayen oyuncuya rol verilir. birileri ünlü olur bu filmde. biz sinemaya gider, söylene söylene çıkarız. sonra başa döner konu. sahi türk sinemasının temel sorunu ne?